20/06/2017 | Yazar:

Her yerde erkekleri izlemekten bıktık. Size de erkeklerin yan rollerde olması, iyi gelmiyor mu?

Her yerde erkekleri izlemekten bıktık. Size de erkeklerin yan rollerde olması, iyi gelmiyor mu?

Aktris Reese Witherspoon'a hayranlığım, en sevdiğim filmlerin başında gelen yine bir kadın hikâyesi olan Wild'den sonra tavan yaptı. Reese, Laura Dern ve yıllarca UN Women kapsamında kadına karşı şiddet hakkında çalışmalar yapmak için ülke ülke gezen Nicole Kidman'ın, HBO dizisi Big Little Lies için bir araya geldiklerini duyduğumda diziyi hemen izlenecekler listeme aldım ancak henüz izleyebildim. Diziye birbiriyle rekabet eden, para ve lüks içinde yaşayan zengin kadınların şımarık halleri diye bakarsanız çok şey kaçırırsınız çünkü Big Little Lies tüm ana karakterlerin yüksek profilli kadın oyuncularca canlandırıldığı, kısa ve öz bir kadın dayanışması ve dostluğu hikâyesi. Çünkü -hadi itiraf edelim- her yerde erkekleri izlemek ve dinlemekten bıktık. Size de erkeklerin yan rollerde olması, pek seslerinin çıkmaması tazeleyici gelmiyor mu?

Kadınlar sadece fedakâr anneler ve sevgi dolu eşler değillerdir

Diziyi izlediğinizde kadınların çok yönlü kişilik ve karakterleri olduğunu görüyorsunuz. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Çünkü böyle bir fıtrat, doğamızdan getirdiğimiz bir şey YOK. “Biz elli saniyelik beyaz eşya reklamlarında gördüğünüz kadınlardan çok daha fazlasıyız” diye bağırıyorlar karakterler resmen. Düşünceler, hisler, hasetler, kinler, pişmanlıklar, hayaller, umutlar, kalp ve hayal kırıklıkları, kusurlar, sorunlar ve potansiyeller yumağıyız. Bu dünyadaki gelmiş geçmiş her insan gibi.

Benim favorim Reese'in karakteri Madeline oldu. Kontrol ve güç manyağı Madeline yaşadığı yerdeki herkesin antipatisini çeken bir kadın çünkü "sadece bir kadın" olmayı, arkasına yaslanıp çenesini kapamayı kesinlikle kabul etmiyor. Doğru bildiği bir şey varsa arkasında, haksızlık gördüğünde ise öznesi olmasa bile çemkirirken en önde…

Madeline babası ve eski kocası tarafından terk edilmiş, çocuklarını yeni eşiyle birlikte büyütmeye çalışan sorumlu ve ilgili bir anne. Ama tabi ki mükemmel değil. Kendi sözleriyle "bencilliği" nedeniyle eşini aldatıyor ve bu konuda onu çok seven eşine dürüst davranmıyor. Kızı ile "mükemmel kadınlık" konusunda yüzleştiklerinde çok içten bir şekilde mükemmellikle uzaktan yakından alakası olmadığını haykırıyor ekrana. Halbuki bana sorarsanız böyle bir illüzyon kurmaya da çalışmıyor ama zeki ve sesini çıkaran güçlü bir kadın olduğu için çevresindeki herkes onun nefret edilesi şekilde mükemmel olduğu kanısına varmış.

Madeline'in ve diğer karakterlerin de üzerindeki mükemmel kadın olma baskısını hepimiz hissediyoruz. Birden fazla yabancı dil bilen, yüksek lisans + doktora bitirmiş, hepsi kendi çapında toplumsal cinsiyet uzmanı, mutfakta aşçı, yatakta vahşi olmaya çalışan kadınlarız. Sanki buna mecburuz gibi. Bu kadar karikatürleştirme kimin için yapılıyor başka?

Madeline, eşi ve çocukları için hukuk kariyerini bırakmış en yakın arkadaşı Celeste bir gün arabalarında dertleşirken anneliğin ve eşliğin kendileri için yetmediğinden yakınıyorlar birbirlerine ve içlerinde birikmiş öfkeyi bağırarak ve kornaya basarak dökmeye çalışıyorlar. Kadınlar ve tabi ki anneler üzerinde öyle bir baskı var ki; çocuklarını büyütmek için evde kalmayı seçmemiş anneler, bencillikleri yüzünden çocuklarını çaresizliğin kollarına atan adeta birer şeytanlar. Ve bu şekilde addedilmemek için yaptıkları "fedakârlıklar" hakkında da ancak birbirleri ile yeri geldiğinde konuşabiliyorlar. Kadın hem anne hem işçi hem kahraman hem uçan kuş olsun demiyorum ama her istediğini olabilir ve olduğu şeyleri tam yapmak gibi bir zorunluluğu olmamalı çünkü “merhaba, şey biz de İNSANIZ da.” Hazır günümüzde birer birer tabu meseleleri masaya yatırıp konuşmaya başlamışken şunu da söylemek istiyorum; ben, anne ve babaların çocuklarını sevmeyebileceğini düşünüyorum. Gerçekten olmayabiliyor. Çocukları olduğu için, bu kararı verdikleri için pişman olabiliyorlar. Bu his ve düşünceleri bu kadar nefretle dolu yargılamalarla karşılamasak belki çocuklar için bunlar çok büyük travmalara dönüşmeyecek. Çünkü bu his ve düşüncelerini farkında olup veya olmadan savunma mekanizmalarıyla bastırmaya, yoklarmış gibi davranmaya çalışan ebeveyn ve çocuklar için işler daha kötüye gidebiliyor.

Kadınları her anlamda tekmelemeyip yere düşürmeyi seven adamlar hasta mıdır?

Bu soruyu doğru ve kesin olarak cevaplayabileceğim bir bilgim, araştırmam, okumuşluğum yok ancak şunu söyleyebiliyorum ki, kadınlara hayatlarını yaşatmamak için her şeyi yaptığının farkında olan ve daha iyi bir insan olmak için hiçbir çaba göstermeyen, hiçbir şeyin yetmediği erkekler ne hastadır ne canavar. Söylemek istediğim “şiddeti veya şiddet gösteren erkeği normalleştirelim” değil, şiddetin özellikle ev içi şiddetin politikliğine dikkat çekmek. Çünkü şiddet ev dışında olduğunda herkes bunun şiddet olduğuna, kötü ve yapılmaması gereken bir şey olduğuna saniyesinde hemfikir olabiliyor. Yüzyıllarca özgürlük ve bağımsızlık savaşı veriliyor her türlü diktatöre, tirana ancak gözleri evin içine döndürdüğümüzde kafalarda bir sürü baloncuklar beliriyor, içlerinde şiddeti görene aşk olsun. Aşk olsun gerçekten, olsun ama böyle mi olsun… Erkektir, kocadır, babadır, çok çalışıyordur, eve para getirecek diye çocuklarını az görüyor diye dengesi bozuluyordur ve bam! Koltukların üzerinden fırlatılan eşin ağzından çıkanlar oluyor her şeyin sorumlusu. Ve bu şiddeti gören Celeste eğitimli, akıllı, dizideki herkesin belirttiğine göre çok güzel, büyük ihtimal maddi olarak bağımsız ama o bile şiddete ancak dizinin son bölümünde şiddet diyebiliyor. “Aşk” diyor, “çok seviyor” diyor, “çok tutkuluyuz” diyor, “ben de şiddetine karşılık veriyorum” diyor, “sert seks seviyoruz” diyor, her şeyi diyor ama “ayrılmazsam öldürüleceğim” demiyor bir türlü. Kim bilir ne süredir gördüğü şiddeti etrafındaki kimse bilmiyor. Çünkü dışarıdan herkese göre Perry yakışıklı ve zengin, mükemmel bir eş ve koca ve Celeste ile filmlerdeki gibi bir aşk yaşıyorlar. Celeste gördüğü ve gösterdiği şiddette zevk mi buluyor yoksa zevk bulmaya çalışıp yaşadığı şey ile yüzleşmekten mi kaçıyor hala aklımda soru işareti bu. Çaresizliği görebiliyor musunuz? Şimdi burada müstakbel bir terapist olarak, dizideki terapiste hayran kaldığımı belirtmem gerek çünkü danışanlarının hayatına dahil olması gerektiği yerde dahil olan terapistlere ba- yı-lı-yo-rum! Diziyi izlediğinizde Celeste ve terapisti arasında geçen diyolagları ama en özellikle söz konusu ilişkide karı ve koca arasındaki güç dengesinin nasıl, ne zaman ve ne şekilde değiştiğiyle ilgili olan kısmı bir yere not almanızı tavsiye ediyorum çünkü terapist çok önemli, hayat kurtarıcı şeyler söylüyor. Özellikle fiziksel şiddet sonrası koca Perry'nin Celeste'in morlukları geçene kadar durgunlaşarak mükemmel bir eş ve baba rolüne dönmesi ve her şeyin bir süreliğine süt limanlık olduğu zamanı açıklayan bu diyalogun bize ev içi şiddet hakkında inanılmaz bir içgörü sağlayacağını düşünüyorum. Televizyonda böyle şeyler görmek gerçekten çok güzel.

Terapistimiz her seansta, Celeste sokulduğu şiddet döngüsünden çıksın diye Celeste'i öncelikle sorduğu sorularla çok zorluyor, ona rahatsızlık veriyor. Celeste'in şiddete şiddet diyebilmesi ve evi terk edebilmesi ancak bu şekilde gerçekleşebiliyor. Belki de kadınlar olarak bizimde birbirimizle aramızda yapmamız gereken budur bazen. Neden şiddet gördüğün evde kalmaya devam ediyorsun, neden ayrılmıyorsun diye yargılayıp iyice yalnızlaştırmak yerine düşünce şekillerimizi değiştirmeye çalışabiliriz. Çünkü biraz önce de bahsettiğim gibi şiddet ev içinde olduğunda bir şehir efsanesinden öteye gidemiyor çoğumuz için. Geçicidir, tutkudandır, stresli bir şey yaşamıştır, böyle biri değil o, kesin bir şey yapmış/söylemişindirler havada uçuşuyor. Babam evde olduğunda hiçbir zaman güvende hissetmediğim bir çocukluk geçirmiş biri olarak, bir sonrakinde ölebilirim korkusunun nasıl bir acı olduğundan bahsedemem bile. 19 yaşıma kadar suçu da hep kendimde aradım; bende yanlış olan bir şeyler vardı ve bu onu tetikliyordu. Ve bulunduğumuz yer ne kadar kötü olsa bile tanıdık ise, bu yeri "kendi başına ayakta durmaya çalışma, kendini tanıma ve çözme ve bundan sonra hayatına kendi başına devam etme" gibi hiç bilmediğimiz bir yere nazaran seçmenin verdiği çaresizlik ve kafa karışıklığı hissini de biliyorum ve Celeste'i anlıyorum. Çünkü ilişkisinin yıkılmasını değil düzelmesini istiyor, bunu anlamak çok da zor değil. Hepimizin en azından anlamaya çabalaması lazım. Çünkü anlarsak daha iyi yardımcı olabiliriz. O yüzden kadınlar olarak birbirimizle her daim dayanışma ve iletişimde olmamızın hayat kurtarabileceğini düşünüyorum. Çünkü "kızkardeşlik" söylemine dair hiçbir zaman sıcaklık hissedememiş biri olarak bence kadınlar olarak birbirimizi kesinlikle sevmek zorunda değiliz. Hem de hiç. Ama sırf kadın olmamız nedeniyle uğratıldığımız sistematik ayrımcılığa karşı birbirimizin arkasını kollamamız gerektiği bir gerçek. Aramızda ne geçerse geçsin, fikir ayrılıkları doğaldır ama ataerki/cinsiyetçilik değil.

 Kadınların birlikte iyileşmesi mümkün

Kadınlar olarak toplanıp bir konuşmaya başlasak ortaya ne travma hikayeleri dökülür hepimiz biliyoruz. Bu dizide de tecavüze uğramış ve tecavüzden hamile kalıp doğuran ve ona annelik yapan, büyük ihtimal travma sonrası stres bozukluğu yaşayan genç bir kadın var. Jane, Monterey'ye ailesinin yanından taşınıyor ve iş bulmaya, çocuğuyla birlikte bağımsız ve güçlü olarak ayakta kalmaya çalışıyor ancak Celeste gibi o da yıllarca uğradığı tecavüzden, tecavüzcünün elini kolunu sallaya sallaya aramızda yaşamasının verdiği korku ve öfkeden yani yaşadığı travmadan kimseye söz etmemiş. Yastığının altında silahla uyuyor. Başına gelenleri ise ilk defa Madeline'e anlatıyor. Birlikte, aslında Madeline'nin hadsizliği nedeniyle, tecavüzcünün peşine düşüp yüzleşmeyi ve bu konuyu kapamayı amaçlıyorlar. Ancak tecavüzcünün çok yakınlarındaki başka bir kadının hayatını mahvettiğinden haberleri yok. Çünkü şiddet böyle bir şey. Şiddet gösteren için bir kere yaşanıp bitmiyor. Kahramanlarımız ise çoğunlukla bütün enerjilerini kendilerini ve başkalarını, kendilerinin kurban olmadıklarına inandırmak için harcıyorlar. Bunu çoğumuz yapıyoruz aslında. Hikâyelerimizin anlatanları biziz çünkü. Ama bence bu enerjiyi dışarıya değil de içerimize harcasak bazı şeylerin daha iyiye gideceğini düşünüyorum. Mağdur, kurban veya hayatta kalan (ne dersek diyelim) olmak sadece kendimizle açıklanabilecek bir mesele değil. Bir suç değil, kusur değil. “Fake it till you make it” mantrasına ben de inansam da, bunun için aktif bir çaba göstermedikçe bir şeyleri aştım demekle maalesef aşmış olmuyoruz. Bir kere başta konuşmamız ve anlatmamız lazım, bu bir uzman olabilir, güvendiğiniz bir yakınınız olabilir.   

Reese Witherspoon dizi ile ilgili bir röportajında, dizinin asıl odak noktalarından birinin karakterlerin hissettiği utanç olduğunu ve karakterlerin ne kadar yakın olsalar da bu utançtan birbirlerine bahsetmediklerinden söz ediyor. Ve bu durumun da şiddet gösteren koca Perry'yi koruduğundan. Katılmamak mümkün mü?

Dizideki zeki, hazırcevap ve güçlü çocuk karakterlerden, Amnesty International (Uluslararası Af örgütü) ve kadınların uğratıldığı ayrımcılıkla ilgili bilinçlenirken seks kölesi yapılan çocuklar hakkında bir şeyler yapmak isteyen bir genç kızdan ve görsel ve işitsel şölenden bahsetmedim bile. Yani bana sorarsanız bu dizi tam paket. Keyifli izlemeler.

*Başlığın esin kaynağı olan parçaya buradan ulaşabilirsiniz.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam