20/06/2023 | Yazar: Umut Güner
LGBTİ+ların görünürlük mücadelesi en temelde ifade özgürlüğü mücadelesidir. Bu mücadeleye karşı geliştiren ‘paranoyak” teoriler ise gerçeklikten kopuktur.
*(Bizim neşemiz sana dert olsun)
Marmara Üniversitesi öğrencisi Ahmet Yıldız, 15 Temmuz 2008’e Üsküdar’da öldürüldü. Ahmet Yıldız’la 2002’de Türkiyeli Eşcinseller Buluşması Güztanbul’da tanışmıştık.
Bugünkü LGBTİ+ ailelerinin örgütlenmesinin tohumlarının atıldığı “Bilen Aile” toplantısının organize edildiği etkinlikti. Ahmet Yıldız’ın bu toplantı öncesinde Türkiye Ayılarının organize ettiği Bilen Aile toplantısı ve Güztanbul Bilen Aile toplantısında katılımı sonarsı süreci Türkiye Ayılarının online dergisi Beargi yazmıştı.
Ahmet’in cenazesinin günlerce morgdan alınmamasıyla başlayan süreç ve sonrasında Ahmet Yıldız’ın yakalanamayan katil zanlısı babası ile 15 yıldır süren dava süreci aynı zamanda LGBTİ+ hareketinin onur mücadelesinin bir parçasıdır.
Ahmet Yıldız, öldürülmeden iki ay önce kaleme aldığı yaşam hikâyesinde, cinsel yöneliminden dolayı zorla doktora götürülmek istendiğini ve ailesinin kendisine yönelik tehditlerini anlatmıştı:
“Lise yıllarının sonuna kadar ailesine dört kez “yakalandığını” yazan Yıldız, “Ailem durumumu çözmek istedi. Sürekli sorular sordu, sıkıştırdılar, araştırdılar. Cep telefonumu, bilgisayarımı kurcalamak, kardeşimle beraber yaşamaya zorlamak, kapılarımı dinlemek gibi, hatırlamak istemediğim birçok olay yaşadım. Özgürlüğümü elimden almaya çalışıyorlardı durumumu öğrenmek için. Öyle bir yere geldik ki söylemek zorunda kaldım. Söyledim. Babama. Telefonda. Şimdi bile kalp atışımı hızlandıran bir diyalogdu. Uzun zamandır gey olduğumdan emin olduğunu kardeşime söyleyen ve öğrenince bana ‘neler neler!’ yapacağını söyleyen babam artık telefonda sadece şoke olmuştu. Günlerce birbirimizi aramadık. Onlar çıkış yolu arıyorlardı. Kendi yaşamlarına benzemeyen bir hayatı olacak, kendi kurallarını benimsemeyen torunlarının olmasını engelleyen bir cinsel duruma sahip oğullarını acilen değiştirmeleri gerekiyordu.
Telefonda görüştükleri oğullarının işlerinin nasıl olduğu, sağlık sorunları olduğunda kimin ilgilendiği, neler hissettiği gibi şeyleri sorgulamayan ailem her telefon görüşmesinde bir süre konuştuktan sonra herhangi bir bahane bulup hemen bir silah doğrultuyordu bana değişmem için. Ya annem bir kilo daha kaybetmiş oluyordu, ya küçük kardeşimi bu durumdan çok etkilenmiş. Yahu hani o kadar sigara içerken sigarayı bırakmıştım? İrademe hani sahip biriydim? Dolayısıyla ben bu illeti de bırakabilirdim? Bir doktor varmıştı yaşadığım metropolde. Babam gelecekmişti gidecekmiştik o doktora. Ve beni tedavi edecekti. İsteyeni tedavi edermişti. Hastalıkmıştı gey olmak! Anlattım onlara. Yok, kardeşim değil… Hastalık değil bu. Gey olmak insanların ela gözleri olması, siyah saçları olması, kıllı olması, ayrık parmaklı veya birleşik parmaklı olması gibi genlerle taşınan bir özellikti” diyor.
Arkadaşlarımdan dinleyerek edindiğim teorik tecrübelerim, doğruyu söyleyip onur duyacağımı söylüyordu. Evet, onur duyuyorum yalandan kurtulduğum için. Ama zor bir savaş içine gireceğinizi bilin ve söylemekten her zaman kaçının derim, ailenizin sizi anlamasının zor olacağını zannediyorsanız”
Ahmet “onur duyuyorum yalandan kurtulduğum için” demişti.
Yalan bir kurgunun içinde var olma mücadelesi veriyoruz, olmadığımız kişiler gibi davranmamak, olduğumuz gibi yaşamak istiyoruz.
‘Aileyi tehdit ediyorlar’ tezi
Onursuzlukla, ahlaksızlıkla, günahla, hastalık iddiaları ile nefret söylemlerini üzerimize kusanlara inat, “buradayız, alışın gitmiyoruz” diyoruz ve bunun haklı onuru ile örgütlenmeye, yürümeye, eylemeye, eğlenmeye, çay içmeye devam ediyoruz. “Neyin onuru” diye soranlara vereceğimiz yanıtta belli: “Kendimiz olmanın onuru”.
LGBTİ+ düşmanlığı ile siyaset yapanların tek tezleri de “aileyi tehdit ediyorlar” klişesi.
Gerçekten LGBTİ+lar aileyi tehdit ediyor mu?
Bizler ailelerimizi gerçeğe, doğruluğa, güvene ve barışa davet ediyoruz. Ailelerimize yalan söylemek istemiyoruz; onlara olmadığımız insanlarmış gibi davranmak istemiyoruz. Bizi kendi gerçekliğimizle kabul etsinler, bizi değiştirmeye zorlamasınlar diyoruz. Onlar da çocuklarıyla gurur duysunlar ve hem kendilerini hemde çocuklarını onurlandırsınlar istiyoruz.
2000’lerin başında “kim çocuğu eşcinsel olsun ister” argümanı ile sık sık karşılaşırdık, bugün Denizli’de, İzmir’de Eskişehir’de, Ankara’da, Antalya’da, İstanbul’da LGBTİ+ların aileleri örgütleniyor. Çocuklarıyla gerçek bir ilişki kurmanın dışında kendileri gibi ailelerle dayanışarak özgürleşiyorlar. 2002’deki bilen aile toplantısına katılanların öncülüğünü yaptı aile örgütlenmesine Türkiye’nin her yerinden ebeveynler ulaşıyor.
LGBTİ+ların görünürlük mücadelesi en temelde ifade özgürlüğü mücadelesidir. Bu mücadeleye karşı geliştiren “paranoyak” teoriler ise gerçeklikten kopuktur; devletler dört bir yandan nüfus artışını kontrol altına almak için çabalarken bir yandan LGBTİ+ karşıtları “insan soyu tükenecek” derler.
Ayrımcılık aptalca bir tutum
Gerçekten 2014 yılında İstanbul Onur yürüyüşünde 100 bini aşkın insan yürüdü diye insanlar daha mı az çiftleşti; daha az çocuk sahibi oldu? Ya da LGBTİ+lar çocuk sahibi olmasa toplum ne kaybeder?
Bütün heteroseksüeller hiç duymadan ürüyorlar mı? Üremiyorlarsa onlar neden bir tehdit olarak algılanmıyor?
Bu soruları sorduğumuzda aslında yanıtın çok basit olduğunu fark ederiz; ayrımcılık aptalca bir tutumdur, hiçbir bilgi temeli olmayan bir davranıştır. Türkiye’deki LGBTİ+ hareketi de 30 yılı aşkın bir süredir bu kadar basit sorulara yanıt veriyor. Eğer Ahmet Yıldız’ın babası Ahmet’i dinlemeye, anlamaya zaman ayrılsaydı Ahmet de muhtemelen bunları anlatacaktı.
2015’ten beri Ankara’da Homofobi Karşıtı Buluşma ve İstanbul başta olmak üzere bütün onur yürüyüşleri yasaklanıyor. 2015’te Ankara’daki Homofobi Karşıtı yürüyüş, “yürümek isteyen kişilere saldıracak aşırı radikal gruplardan gelen tehdit nedeniyle “güvenliği” sağlayamayacakları endişesi ile yasaklanırken, 2021’den itibaren yasaklar için “toplumun değer yargıları, Türk aile yapısı” gerekçe gösteriliyor. 2015’in aşırı radikal gruplarının, 2020’lerin toplumsal yapısına ve değerlerine döndüğünü görüyoruz. Bu dönüşüm iktidarın dilinin dönüşümü.
Dayanışmanın başka hallerini bulmalıyız
LGBTİ+ karşıtları, “LGBTİ+ların” dışarıdan geldiği, buradan olmadığını öne sürüyor. Ancak LGBTİ+ karşıtlığının argümanlarının demokrasinin ve insan haklarının gerilediği ülkelerdeki argümanlarla birebir örtüşüyor olması aslında homofobinin küresel bir mesele olarak canımızı yaktığını gösteriyor. LGBTİ+ karşıtlığının zekâ gerektirmeyen ve kendi kendini çürüten savlarının bütün dünyada benzerlik gösterdiği açık bir gerçek.
İktidarın dili değişirken sıkça “Sizin üzerinize de çok geliyorlar, çok üzülüyorum” cümlelerini duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Peki sadece “üzülmek” yeterli midir?
Yaşadığımız toplumda herhangi bir toplumsal kesim ayrımcılığa, şiddete, nefret söylemine maruz kaldığında gerçekten elimizden gelen tek şey “üzülmek” ve üzüldüğümüzü karşı tarafa iletmek midir? Karşımdakine üzüldüğümüzü söylediğimizde, ona aynı zamanda teselli etme sorumluluğunu da yüklemiyor muyuz? Dayanışmanın başka hallerini bulmak zorundayız. 90’ların ilk yarısında LGBTİ+ hareketi “ne yanlışsın ne yalnız” diyordu. Belki şimdilerde ihtiyacımız olan tek şey “yalnız olmadığımızı” hissetmek, görmek ve duymak olabilir.
İnsan Hakları Örgütleri ile LGBTİ+ örgütlerin bir araya geldiği bir toplantıda konuşuldu: “Aleviler ve Kürtler çocuklarının korumak için tembihler: ‘Aman ha okulda, Alevi olduğunu kimseye söyleme, Kürt olduğunu söyleme!”.
“Biz LGBTİ+lara tembihleyen ailelerimiz yoktu. Biz ailelerimizden korunmak için gizlenmeyi de kendimiz öğrendik.” demiştim.
Birbirimizden ise dayanışmayı, örgütlenmeyi öğreniyoruz. Bir de güllümüz var. Her koşulda hem kendimizle hem içinde bulunuğumuz koşullarla hem de bizi yasaklamaya çalışan, örgütlenmemize engellemeye çalışan iktidara güllüm alıkıyoruz. “Dağılıyoruz” derken de kentin dört bir yanında yürümeye hazırlanıyoruz ama bir yandan da zaten kentin o dört bir yanında zaten varız! Bu yüzden de “Bila dilşahiya me bibe kul û derd ji te re” bizim neşemiz sana dert olsun diyoruz! Yalnız değiliz! Kalabalığız, hem de çok!
Bu yazı ilk olarak MLSA’da yayınlanmıştır.
Etiketler: insan hakları, nefret suçları, aile