29/01/2021 | Yazar: Oğuzhan Uzun

Öfkenin vermiş olduğu hissiyatla, anlık bir şekilde yapılacak sosyal medya kampanyalarının, politik anlamdaki sonuçlarını, LGBTİ+ hareketine olan/olacak yansımalarını düşünmek ve buna göre manevra yapmak önemlidir.

Bir aktivizm sahası olarak sosyal medya Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bir kamusal alan hayali olarak, sosyal medya, günümüzde kamuoyunun oluştuğu veya oluşturulduğu önemli bir aktivizm sahası olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle, toplumsal olaylarda ve gündemin büyük bir kısmını kaplayan konularda, sosyal medyada konuşulanlar, ülkenin gündemini de belirler hale gelmiştir. Hal böyle iken, bir süredir siber alemde ve sosyal medya mecralarında da aktivizm yapan LGBTİ+’lar bu gündem belirleme ve gündemin ortasında yer alma sürecini ilk elden yaşamış ve buna yönelik stratejilerini geliştirmeye başlamışlardır.

Sosyal medya mecralarının sosyalleşme süreçlerine girmesiyle beraber, insanlar hem daha kolay iletişebilir hem de daha fazla insana ulaşabilir bir hale gelmiştir. Bu mecralar, bir yandan ifade özgürlüğünü görece sağlarken, diğer yandan nefret söylemini arttırıp, nefret suçunun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durumun en önemli nedenleri sosyal medyanın denetimsiz koşulları ve gelişmemiş filtreleridir. Twitter ve Facebook gibi mecraların nefret söylemine yönelik politikasının net ve işlevsel olmaması, söylemin ifade özgürlüğü kamuflajında binlerce kişiye ulaşmasına neden olmakta ve söylemi yeniden üretmektedir. Bugün Twitter gibi gündemi oldukça etkileyen hatta ve hatta gündemin kendisini belirleyen sosyal medya mecralarında anonim kimlikli ve yüksek takipçili hesapların (bunların çoğu sahte hesaplar) yazdığı fobik iletiler binlerce insana ulaşmaktadır. Erişimin bu kadar yüksek olduğu bir yerde, yazılanların uzun vadedeki sonuçlarının bazen çok ağır olabileceğini hatırlardan çıkarmadan, sosyal medyada benimsenen duruşun ve kullanılan dilin büyük bir ehemmiyeti vardır. Söylemin kendisi, dijital bir mecra üzerinden yeniden üretilmekte, tıpkı toplumsal cinsiyet normunun gördüğü işlev gibi dolaşıma sokulmaktadır.

Nasıl oluyor, stratejimiz ne?

Her zaman ve her durumunda suçlanan ilk toplumsal hareketliliklerinden biri olan LGBTİ+’lar, pandemi döneminde de çıkabilecek en yüksek seslerle hedef gösterilmiş ve var oluşları yok sayılmıştır. LGBTİ+’lar haftalarca ve halen daha Twitter’ın ana TT(Gündem) listesine öyle ya da böyle girmeyi başarmışlar ve olumlu-olumsuz manada konuşulmaya devam etmişlerdir. Bu durum her TT’ye girişte nefret söyleminin artış göstermesine neden olurken, konuşulmanın tonunun ise hareketin gündeminde olmayan yerlerine kayıyor oluşu da madalyonun görünmeyen yüzlerini bizlere göstermektedir. 23 Nisan’da Kadıköy Kent Konseyi LGBTİ+ Meclisi’nin “#LGBTİÇocuklarVardır” kampanyasıyla TT’ye girmesi ve devam eden dönemlerde de bu yükselişin sürmesi, sosyal medyada görünür olmanın önemini bizlere çok açık bir şekilde göstermiştir.  Ardından gelen hedef göstermeler ile birlikte, LGBTİ+’lar gerek sosyal medyada gerekse sahada birçok nefret söylemine ve saldırılarına maruz kalmışlardır. Bu durum bir zincir şeklinde kendisini var etmiş ve söylem somut eylemlere dönüşmüştür.

TT listesine giren sözcükler veya konular ister destekler ister yeren nitelikte olsun her zaman RT’ler, beğeniler ve alıntılamalar üzerinden yayılmaktadır. Alıntılayarak RT etmenin bir başka işlevi de yazılan iletiye yönelik karşıt ya da olmayan bir argümanın güçlü bir şekilde ortaya konulmasını sağlamasıdır. Alıntılanan metni ve alıntı üzerine yapılan yorumu bir arada görebilen kullanıcı böylece konunun detaylarına hâkim olabilmektedir. Bu alıntılama durumu bazı durumlarda bir sosyal medya kampanyasına da dönüşebilmekte ve yenilikleri de beraberinde getirebilmektedir. Örneğin; sosyal medya, örgütlü toplumlarda ortaya çıkan toplumsal hareketlerde insanların bir araya gelmesinde etkili olmuş bir mecradır. Baskın ideolojinin “troll” diye tabir ettiğimiz grupları, sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanarak nefret söyleminin yayılmasına neden olmaktadır. Bu “troll” gruplarının, pandemi sürecinde Netflix sansürü üzerinden vuku bulan tartışmalarda da LGBTİ+’ları hedef gösteren “tag” çalışmaları yaptığı görülmüştür. Bazı durumlarda fobik tag çalışmalarında, söz konusu olan “tag” kullanılarak atılan LGBTİ dostu içeriklerin popüler iletilere girmesiyle beraber, baskın ideolojinin fobik “tag” çalışması basit bir sahiplenmeyle adeta al aşağı edilmektedir.

Söylemsel pratiğin kendisi burada yeniden üretilmekte ve sosyal medyada yazılanların, LGBTİ+’ların hayatlarındaki etkisi çok daha farklı olabilmektedir. Yazılanların nasıl bir etki uyandıracağı bilinmediği için yazılacakların makro ölçekte düşünülerek yazılmasının siber aktivizm için daha sağlıklı olacağı bir gerçektir. Hedef gösterilmeler esnasında bir çocuk oyununa dönen “hashtag” kampanyaları, görünürlük sağlarken, bir yandan da sadece ve sadece nefret söyleminin yeniden üretilmesine kapı aralamaktadır. Bu sistematik sindirme ve yok etme politikasına karşılık verirken, LGBTİ+’ların yaşam alanlarına yönelebilecek tehditler gözden geçirilerek daha akılcı yöntemlerin geliştirilmesi gerekmektedir.

Öfkenin vermiş olduğu hissiyatla, anlık bir şekilde yapılacak sosyal medya kampanyalarının, politik anlamdaki sonuçlarını, LGBTİ+ hareketine olan/olacak yansımalarını düşünmek ve buna göre manevra yapmak önemlidir. Aynı zamanda büyük bir salgını yaşarken, hedef göstermelerin tam ortasında yer alan LGBTİ+’ların maruz kaldığı eşitsizliklere, eşitsizlik katacak herhangi bir manevranın bu dönemde her zaman olumlu sonuçlar getirmeyeceği unutulmamalıdır. Pandemi hali hazırda, birçok LGBTİ+ için zorlu geçerken, sosyal medyada söylem düzeyinde ifade edilenlerin, bunu izleyen ve hareketin uzağında yer alan LGBTİ+’ları psiko-sosyal anlamda nasıl etkileyeceğini bilememekte ve bunu ölçememekteyiz. LGBTİ+ hareketinin en önemli sloganlarından olan “bir kişi daha eksilmemek için” sloganını unutmadan, temsil edilenleri kapsayacak ve onları tehlikeye atmayacak stratejileri, uzun uzun konuşarak hayata geçirmek gerekmektedir. Bu anlamda belki bir medya okulu gibi “sosyal medya okulu” atölyesi yapılmasının zamanı da çoktan gelmiştir.

Sosyal medya sadece topluluklar ve kurumların yanında markalar için de büyük bir tüketici etkileme/hedefleme alanıdır. Bu süreçte LGBTİ+’lara destek veren global marka ve yayın organlarının da hedef gösterildiği ve boykota yönelik baskı yapıldığı da görülmüştür. Her ne kadar marka ve yayın organlarının bu desteklerinin, hak temelli bir yerden gelip, LGBTİ+’ların görünürlüğü katkı sunduğunu bilsek bile, sosyal medya üzerinden gelişen fobik eylemselliklerin, söylem üzerinden sistematik bir düşmanlık içererek, hep aynı hikâye üzerinden aktarıldığı ve yanlışların yeniden üretildiği de görmezden gelinmemelidir. Şunu da belirtmek gerekir ki ulusal ve uluslararası düzeyde desteğini veren markaların dijitalde böyle bir duruş gösterip, arka planda LGBTİ+’ların iş yaşamlarına yönelik nasıl iyileştirmeler yaptığının da peşine düşülmelidir. Netflix üzerinden gerçekleştirilen sansürün varlığı göz ününde bulundurduğumuzda, samimiyetin her zaman içten bir şekilde gerçekleşmediği de açıktır.

Nasıl kullanıyoruz?

Sosyal medyanın tüm bu aktardıklarımla birlikte bazen dipsiz bir kuyu olabileceğini hepimiz görüyorken, söylemi üretenin bazen de LGBTİ+’ların kendisi olduğu gerçeği inkâr edilmemelidir. Sosyal medya LGBTİ+’lar için tıpkı tanışma uygulamalarında olduğu gibi bir sosyalleşme görevi görmektedir. Statünün ve idealize bedenin fazlaca önemlileştirildiğini gözlemlediğim sosyal medya sohbetlerinde, bedenler hakkında yapılan yorumların, rahatlıkla pratik dışlayıcı ve söylem kurucu bir yerde durduğunu söyleyebilirim. Kaslı olmayanlar, fazla kıllı olanlar, kilolu olanlar… bunun gibi onlarca yorumlarla bedenlerin idealize edildiğini, söylemin kendisini kurduğu ve yeniden üretildiğini görmekteyiz. Özellikle eşcinsel erkeklerin, translar üzerinden kimliklerini sabitleme sürecinin açıkça bir transfobi olarak ortaya konduğunun ve bunun alenen bir trans bedeni aşağıladığı ortadadır. Eleştiri zemininin bir başkasının hakkı ihlal edildiğinde ortadan kaybolmakta ve tartışma zemini kişilerin bedenleri, ilgileri ve tartışmaya açık olmayan konulara kaymaktadır. Tartışmalardaki haklı çıkma ısrarı hem kimlikleri dışlamakta hem de kimlikleri yeniden tesis etmektedir. Bu durumun en önemli ve yıkıcı sonuçlarını daha geniş yankı uyandıran ve sosyal medyada kopan tartışmalarda gerçekleştiğini de çok net bir şekilde söyleyebiliriz.

2019 Ağustosunda başlayan TERF (Trans Dışlayıcı Radikal Feminist) tartışmaları ve 2019 Aralığında Sağlıkta Genç Yaklaşımlar ve Cinsel Şiddetle Mücade Derneği’nin 1 Aralık Dünya AIDS Günü nedeniyle yaptığı “HIV Statümü Paylaşmak Zorunda Değilim” sosyal medya paylaşımlarında yaşanan şeyin kendisi söylemin yeniden kurulmasından başka bir şey değildir. Trans var oluşların ve HIV ile yaşayan öznelerin bu tartışmalar esnasında deneyimlerinin göz ardı edilmesi, öznelerin haklarına yönelik saldırılar ve söylemin özneleri geride bırakmak isteyen tavrı gibi konuların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Burada önemle üzerinde durulması gereken şey, sosyal medyayı kullanma biçimlerimizde yoğunlaşıyor. Bu noktada sosyal medyayı kullanma biçimlerinin, LGBTİ+’lara kazandıkları ve kaybettirdiklerini de düşünmek, uzun vadede gösterilecek reaksiyonun niteliğini de belirleyecektir. Dönüşen-dönüştürücü aktivizm yöntemlerini, disiplinlerarası bir noktadan gündemimize almışken, akılcı bir sosyal medya yöntemi üzerine de uzun uzun konuşmaya ihtiyacımız var gibi görünmektedir. Özellikle son hedef göstermelerden ve yaşananlardan sonra yönsüz bir sosyal medya görünürlüğünün, günün sonunda yine LGBTİ+’ları etkileyeceği de açıktır.

Kaos GL dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin Normativite dosya konulu 174. Sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: medya
İstihdam