22/03/2016 | Yazar: Deniz Erdoğan

Bizi anlamlandırmaya, kategoriye sokmaya, betimlemeye, hasta ya da sağlıklı, akıllı ya da deli olarak kodlamaya muktedir olduğuna inanan medya gerçekten kim olduğumuzu biliyor mu?

Medyanın olumsuz anlamda kader yazma pratiğinin hedef aldığı kitle kadınlar ve Queerler. Bu kader yazmanın en elde tutulur örnekleri ise gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde kendini gösteriyor.  Nefret suçlarının özneleri haline gelmek kadınların ve Queerlerin ortak medyatik konumu haline geldi. Kocaları, sevgilileri ya da tanımadıkları erkekler tarafından tecavüze uğrayan, öldürülen kadınların büyük puntolu haberlerinin kenarında köşesinde kimi zaman minicik bir kutu içerisinde ya da sansasyon yaratmak amacıyla homofobik tanımlamalarla manşete taşınan Queerlerin yine medya tarafından tehlikeli atfedilmeleri de yadsınamaz bir gerçek. “AIDS’li ölüm makinesi seks işçisi travesti polis tarafından gözaltına alındı” gibi manşetlerin ardyöresinde kendini belli eden toplumsal hedef göstermenin yanı sıra, yazılan haberlerin Queerlerin siyasal ve toplumsal varoluşlarına yönelik ağır müdahalelerde bulunduğu ortak kanaatin verdiği tepki doğrultusunda da gözlemlenebilmektedir. Queerlerin özneleri oldukları nefret suçlarına yönelik hakiki bir yasal boşluğun bulunmasının yanı sıra, toplumsalın bu suçlara verdiği tepki de duyarsızlık çizgisinde seyretmekte. Medya tarafından kamusal dünyada korkunç adlandırılan bedenler, keskin sınırları kerameti kendinden menkul siyasal iktidar tarafından çizilen özel alana hapsediliyor.  Medyanın haberleri bizzat hikâyelerin asıl öznelerine ses vermeyerek yazmaya muktedir olduğuna inanması, çoğu zaman ötekileştirilenlerin bir anlamlandırma salgınının hedefine girmesine de neden oluyor.

Bu anlamlandırma salgınına Robert McRuer, Eleştirel Yatırımlar: AIDS, Christopher Reeve ve Queer Sakatlık Çalışmaları   adlı makalesinden referanslar verebiliriz. McRuer makalesinde Paula Treicher’in ifadesiyle, HIV ve AIDS ile yaşayan insanların son 20 yıldır sadece ölümcül, bulaşıcı bir hastalık salgınıyla değil aynı zamanda bir anlamlandırma salgınıyla da karşı kaşıya kaldıklarını aktarmaktadır. Yine bu anlamlandırma salgınına örnek olarak McRuer, çalışmasında 1987 yılında oyun yazarı ve AIDS aktivisti olan Larry Kramer ve arkadaşları tarafından kurulan ACT UP: AIDS Coalition to Unleash Power  üyelerinin New York kentindeki Trump Power’ın önündeki gösterisinde vurgulamak istedikleri soruna yer vermektedir. İlk AIDS teşhisi konulan kişilerin çoğunun gey olması  sebebiyle eşcinselliğin ölümcül bir hastalığa kapı araladığı kanaati New York’u bir tecrit politikasına karşı takıntılı hale getirir. ACT UP, Trump’ın şehirdeki görkemli varlığının başkalarının mülksüzleştirilmesi üzerinde yükseldiğini belirtmektedir. Öte yandan özellikle HIV+ geylerin topluma potansiyel tehdit oluşturdukları algısı sebebiyle şehrin gettolarına sürülmeleri, Trump’ın görkeminin ayrımcı bir karanlık yüze sahip olduğu gerçeğini açığa çıkarmaktadır.

“Bu hastalık heteroseksüellerde görüldü mü?”

Yukarıda anlatılanların görsel bir yorumu olan Ryan Murphy’nin 2014 yapımı The Normal Heart filminde de AIDS aktivizminin daha geniş bir çerçevesiyle, AIDS hizmetleri ve bakımevleri adına istenen fonların ya tamamen reddedilmesi ya da sürekli ertelenmesiyle karşılaşmaktayız. Buna göre HIV+ insanların iktidar tarafından bir nevi AIDS gettolarına sürülerek siyasal varlıklarının reddedildiğine, toplumsal tarafından yalnız bırakıldıklarına ve ortak alandan neredeyse tecrit edildiklerine şahit oluyoruz. Filmde ayrıca AIDS’in sadece eşcinsel ilişkiden kaynaklanan ölümcül bir hastalık olduğuna inanan siyasiler tarafından eşcinsellerin topyekûn hasta ilan edilmeleri, iktidarın medya ile yaptığı suç ortaklığının bir sonucu olarak ortaya çıkan tehlikeli bir anlamlandırma salgınıyla vücut bulmakta. Ve bu anlam salgını, toplumsalın eşcinsellik ve AIDS arasında yaptığı kuvvetli bağıntının yanlış bilinçliliğe doğru seyretmesinin itici kuvveti haline gelmekte. Bu konuya ilişkin filmden bir sahneyi örnek verelim; AIDS aktivisti Ned Weeks Beyaz Saray yetkilisine hastalığın son derece ciddi bir boyutta yayıldığını ve acilen önlem alınması gerektiğini söyler. Bunun üzerine yetkilinin Weeks’e sorusu şu olur; “Bu hastalık heteroseksüellerde görüldü mü?”.Weeks bu soruyu yanıtlayamaz çünkü elinde heteroseksüel vaka yoktur. Bunun üzerine yetkili işinin olduğunu söyleyerek Weeks’i kapı dışarı eder. Beyaz Saray yetkilisinin sorusu bir bakıma iktidarca normal kabul edilen heteroseksüelliğin karşına sapkınlık olarak koyduğu eşcinselliğin, toplumsal tarafından “ölümcül bir salgın” olarak kodlanmasının ardalanına ışık tutmaktadır.

“Sapık yollardan ve zinadan bulaşan çağın vebası…”

Peki, AIDS’in vücut bulduğu yegâne şey eşcinsellik midir? Bu sorunun cevabı, sorunun bizzat kendisi kadar olumsuzdur. Çünkü HIV sadece eşcinsel ilişkiyle iletilen bir virüs değildir. Lakin toplumsal bellekçe kodlanan bu indirgemeci yaklaşım, medyanın da içinde parmağının olduğu çarpık bir gerçeklik tasarısının kuvvetli bir bileşenidir. “Medya toplumsal gerçekliği yaratır” diskuruna müdahalede bulunan güncel siyasal söylem de, AIDS’i “sapık yollardan” ve “zina”dan bulaşan “çağın vebası” olarak tanımlamaktadır. Nitekim Milli Gazete’nin 28 Kasım 2015 tarihli haberi bize söz konusu gerçeklik tasarısının tıpatıp benzer bir örneğini sunmaktadır.  Dolayısıyla sözünü ettiğimiz bu anlamlandırma salgını ve güncel siyasal söylem HIV+ kişileri siyasal baskı ve denetim altına almakla kalmayıp aynı zamanda tüm Queer’leri AIDS ile bağdaştırarak hemen hemen hepsini birer tehdit öznesine indirgemektedir. Yine bu sorunlu yaklaşım HIV/AIDS ile yaşayan insanların bir de kendi aralarında kimlik dolayımında ayrıştırılmalarına ayrıca neden olmaktadır.

Queerler: “Sakat Bedenler…”

Bu konuda medya tarafından üretilen sembolik anlamlar Queerlerin hastalık taşıma potansiyeli olan “sakat” bedenlere sahip oldukları algısında birleşen bir kolektif yanılgının oluşmasına da çanak tutmaktadır. Bu tarz indirgemeci medyatik kodlar modern kapitalist toplumlarca kabul edilen ikili biyolojik cinsiyet normalizasyonunun ötesinde olan bedenlere sorunlu bir sembolik etiket yapıştırmaktadır. Bu sembolik etiket heteroseksüel ilişkinin meşru olduğu toplumsal geleneğin öznesi olmayan, kadın ve erkek olarak ikili toplumsal cinsiyet kategorisine girmeyen veya kendisini ikili cinsiyet kategorisi içerisinde tanımlamayan her bireyin toplumsal ahlakı ve sağlığı tehdit eden tehlikeli bir bedene sahip olduğuna işaret etmektedir. Queerleri böyle etiketleyerek kamusal alandan aforoz etme pratiği de, mevcut iktidar ve onun yayıcı mekanizmaları tarafından yeniden üretilmektedir.

Tehdit nesnesine indirgenen bedenden korkmak beraberinde o bedene karşı saldırgan tutumu getirmektedir. Öte yandan bu korkunun kimi zaman bir Queerden ziyade, onun norm kabul edilen cinsel eylemin ötesindeki cinselliğine yönelik duyulduğunu söylemek de mümkün. Toplumsal zihinde hastalıkla eş tutulan bu eylem,  Queer cinselliğinin bulaştırma potansiyeline sahip bir salgını ürettiğinin tasarısı. Bu tasarının oluşumunda en büyük payı olan organ ise medya. Heteronormatif kuralları içselleştiren toplumun kolektif bilincinde korku nesneleri haline gelen Queerler, medyanın abartalı nefret söylemleriyle katıştırılarak “sakat bedenler” olarak saldırıya maruz kalmaktadır.

“AIDS’li ölüm makinesi seks işçisi travesti…”

Medyada çokça nefret söylemine maruz kalan travestiler ve transseksüeller, “AIDS’li ölüm makinesi seks işçisi travesti”  gibi abartılı ve ayrıştırıcı manşetlerin özneleri halinde sunulmaktadır. HIV+ olan trans kadın seks işçiliği yaptığı için bir çeşit katliam yapmakla suçlanmakta, AIDS’li ölüm makinesi tabiriyle de azılı bir suçlu gibi gösterilmektedir. Buradaki ilişkilendirmenin kısa bir analizi şöyle yapılabilir;  medyanın dilindeki olumsuz eylemlerden biri seks işçiliği yapmak, olumsuz kimlik travesti, transseksüel olmak ve katliam yapma potansiyeline sahip olmanın nedenlerinden biri de HIV+ olmak. Söz konusu homofobik ve indirgemeci medyatik dil toplumsal kanaati travesti ve transseksüellerin ve seks işçilerinin tümünün hastalıklı ölüm makineleri olduğu yönünde geliştirmektedir. Öte yandan travesti ve transseksüel kavramları da medyada genelde ayrım yapılmaksızın tanımlanmakta, özellikle travesti kavramı gündelik dilde ve medya söyleminde her zaman olumsuzlukla, seks işçiliğiyle, saldırganlıkla ve ahlaksızlıkla ilişkilendirilen bir kavram olarak kullanılmaktadır. Gerek haber başlıkları, gerekse haberlerin genelinde yaygın olan homofobik üslup travesti kavramını korku uyandırmak, suç haberleriyle ilişkilendirerek sansasyon yaratmak amacıyla da kullanmaktadır.

Bir dikotomi hegemonyasının esas özneleri…

Biz- öteki, normal-anormal gibi varlığını her daim sürdüren dikotomi hegemonyasının bizatihi özneleri Queerler ve heteroseksüeller arasında, bedensel anlamda da bir pürlük- kirlilik ayrımının da yapıldığını belirtmek gerekir. Queerlerin hastalıklı atfedilen bedenlerinden ötürü toplumsal düzlemde kabul görmeyen cinsel eylemleri, bir tür salgın politikasının etrafında çevrelenerek tümüyle elimine edilmeye çalışılmaktadır.

Peki, hetero cinsellik pür müdür? Cinsel yolla bulaşan hastalıklar heterolarda hiç mi görülmez? Bir insanın cinselliği yaşamaya muktedir olması için sözde eksik olan parçasını ille karşıt olanla mı tamamlaması gerekir? Ancak birbiriyle karşıt olanların birleşerek salt bütünü oluşturduğunu savunan sorunlu yargı, toplumsala yansıtılan bir illüzyondan başka bir şey değildir. Bu yanılsama ise sağlam dayanaklara oturmayan bir gerçeklik tasarısını üretmektedir.

Medya ne dediğini biliyor mu?

Özetle medyanın dili kullanma biçimi fazlasıyla sorunlu. Toplumsal gerçekliği üretme konusunda üzerine aldığı sorumluluğun hakkını vermekte sınıfta kaldığı da söz konusu homofobik betimlemeler, nefret söylemleri, yanlış ifade kullanımları ve hedef göstermeler göz önüne alındığında su götürmez bir gerçek. Anlamlandırma salgınının özneleri haline gelenler bizleriz. Bizi anlamlandırmaya, kategoriye sokmaya, betimlemeye, hasta ya da sağlıklı, akıllı ya da deli olarak kodlamaya muktedir olduğuna inanan medya gerçekten kim olduğumuzu biliyor mu? Hayattaki varoluşumuza ciddi bir müdahalede bulunan metinlerinde ifade etmeye çalıştığı tanımların anlamını biliyor mu? Bu bilinmezlik atmosferinin karanlığını dağıtmak için medyanın öncelikle kullandığı dilin ne dediğini bilmesi gerekli…


Etiketler: medya
İstihdam