18/10/2010 | Yazar: Aysun Öner

Transeksüel bireylerin iş hayatında var oldukl

Transeksüel bireylerin iş hayatında var oldukları bir dünya düşünü fotoğraflamaya çalıştığım, kurumsal ve bireysel temelde yerleşmiş homofobik kültürün meşruiyetini yıkmayı hedefleyen, daha evvel Cihangir Daire Sanat’ta açılan “Klasik” başlıklı karma sergi kapsamında sergilenen “TransHayat” isimli projemi kişisel sergiye dönüştürmek için yaz boyu İstanbul’da fotoğraf çekimlerime devam ettim.
 
Bu süreçte, irtibatta olduğum aktivist transeksüel arkadaşlardan bir kısmı, sanat projelerine destek olmak adına adeta ajans gibi çalışmaya başladıklarını ve bu sanatsal çalışmalar dolayısıyla tutuklu transeksüel bireyler için destek toplamak gibi aciliyeti yüksek konulara ayıracak vakitlerinin kalmadığını, ayrıca bu çalışmalar için türlü fedakârlıklarda bulunmalarına rağmen, ilgili kişilerin yapılan çalışmanın bir kopyasını dahi kendilerine getirmediklerini ve tüm bu sıkıntılar dolayısıyla sanat projelerine destek vermeme kararı aldıklarını belirttiler. Ben de kararlarına saygı duyduğumu ve benim onlar için yapabileceğim başka bir şey olursa yardımcı olmak istediğimi söyledim ve kişisel dostluklarım üzerinden yeni arkadaşlara ulaşıp, onların destekleriyle projem için çalışmalarımı yapmayı sürdürdüm.
 
Bu kararın verilmesinin gerekçelerini çok haklı buluyorum. Ancak böylelikle, tüm sanatsal çalışmaları reddederek, cinsel yönelimi farklı bireylere uygulanan şiddete karşı bir duyarlılık geliştirebilecek samimi sanatsal işlerin yapılmasının da önüne set çekilmiş olunması ve belki daha yıllarca yanlarında olacak sanatçıları da kendilerinden uzaklaştırmaları olasılığını da gözden kaçırmamaları gerektiğini düşünüyorum.
 
Bir aktivist transeksüel arkadaş, “Sizler bizim üzerimizden prim yapıyorsunuz, kendiniz fildişi kulelerinizdesiniz, sanatsal çalışmalarınızı yapıp bizleri unutuyorsunuz. Bize parasal yardım yapın, eylemlerimize katılın, gerçekten yanımızda olun!” diye veryansın etti.
 
Daha beni dinlemeden ve ne yapmakta olduğumu anlamaya çalışmadan böyle bir tepki vermesi elbette üzücüydü. Ancak bu tepkinin şahsıma karşı olmadığını ve yaşanılan kötü tecrübelerin neticesinde verildiğini tabii ki anlayabiliyorum. Yine de, kişinin niyetini izaha çabalaması, kendini ifade etmek için karşısındaki kişiyle cebelleşmek durumunda kalması başlı başına sıkıntılı bir durum. Hele ki sanat mecrasında üretim vermeye çalışıyorsanız, yaptığınız yahut yapmaya niyetlendiğiniz çalışma sebebiyle neredeyse tüm kesimler tarafından adeta saldırıya açık bir özneye dönüşüyorsunuz.
 
Özgün düşüncesini ortaya koyabilen bir ‘özne’ yahut ‘birey’ olmanın kendisi zaten toplum tarafından sempatik karşılanmayan bir durum. Sanatçı, tıpkı George Orwell’ın “1984” adlı romanında kişileştirdiği gibi her bakımdan standartlaştırılmış karakterlerden biri olmak, toplumun norm kabul ettiklerinin dışına taşmamak zorunda bırakılmak isteniyor. Ve ancak böylesi toplumsal ve yönetimsel dayatmaları kabul etmediği için, çokluk kişisel yaşamından fedakârlık ederek ve dahi ‘öteki’ olmayı göze alarak çalışmalarını yapmak durumunda kalıyor. Nasıl ki LGBTT bireyler farklı cinsel yönelimlerinden dolayı “Sen nasıl norm olan heteroseksüel kimliklerden farklı bir kimlik tercih edersin? O zaman al sana!” diye şiddete maruz kalıyorsa, sanatçı da aynı şekilde “Sen nasıl birey olursun ve ‘norm kabul edilen kişi’ tanımına karşı çıkarsın ulennn?!” denilerek ‘sanatçı-fobik’ şiddete maruz kalıyor.
 
Özetle: Sanat yapmanın kendisi bir karşı duruştur. Dolayısıyla sanatçı, homofobi yahut transfobi karşıtlığını sanat mecrasında dillendirirken, homofobik şiddete maruz kalan bireylerden yana durduğunu da ifade etmiş olur. Elbette aktivizm de karşı duruşun önemli bir ifade aracıdır ve aktivizm de tıpkı sanat gibi kişinin yaşamından fedakârlık etmesini, bu işi bir yaşam biçimi haline getirmesini gerektirir. Nasıl ki bir sanatçı bir aktiviste yapıtları üzerinden şiddete karşı duruşunu ifade ederken -ki esasen sanatın muhalif olmak gibi bir zorunluluğu yoktur ve muhalif çabalar tamamen sanatçının inisiyatifindedir- karşısındaki bireyin samimiyetini dâhil olduğu sanatsal çabalar üzerinden anlamlandırıp sağlamasını bu biçimde yapamazsa, bir aktivist de bir sanatçının samimiyetini sokak eylemlerine katılıp katılmaması ile açıklayamaz. Anti-homofobi ve özelde anti-transfobiyi sanat pratiği üzerinden eleştirme niyetinde olan bir sanatçı, bir eylem/protesto/aktivizm biçimi olarak sanat yapmayı sokakta yapılan bir eylemde yürümekten daha manidar buluyorsa, samimi olan sanatçının hissettiğini yapmasıdır; aksi halde sanatçı çalışmasını yapabilmek adına birilerine “Hey, bakın ben eyleme geldim! Ne kadar samimiyim, anladınız mı işte?” demiş ve ayrıca sanat üreten bir kişi olarak sanatın zaten başlı başına bir karşı duruş olduğunu ve samimiyetin eserde saklı olduğunu inkâr etmiş ve bir biçimde ‘sanatçı-fobiyi’ meşrulaştırmış olur.

Aysun Öner
aysunoner2005@yahoo.ca 

[[http://www.kaosgl.org/content/transhayat-bildigimiz-hayat|Aysun Öner ile yapılmış söyleşiyi okumak için tıklayınız]]

Fotoğraflar: Aysun Öner
 

Etiketler: kültür sanat
nefret