30/09/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

12 Eylül 1980’de ordu, Türkiye Cumhuriyet tarihinin üçüncü açık darbesini gerçekleştirdiğinde, Manchester’da öğrenciydim.

12 Eylül 1980’de ordu, Türkiye Cumhuriyet tarihinin üçüncü açık darbesini gerçekleştirdiğinde, Manchester’da öğrenciydim. O dönemde Manchester üniversitelerinde ve yüksek okullarında, 500’ün üzerinde Türk öğrenci vardı. Bu öğrencilerin çoğu politik olarak, Türkiye solunun değişik renklerine gönül vermiş parlak öğrencilerdi. İşte bu öğrenciler içinden bir grup olarak, Birleşik Krallık solunun enternasyonalizme değer verenlerinin de desteği ile hemen bir dergi çıkarmaya başlamıştık.

Adı “Turkey Information Bulletin” (TIB) olan bu dergi, zımba ile köşelerinden tutturulmuş, İngilizce olarak ve ucuz kağıda basılmış, Türkiye’de olup bitenleri önce Birleşik Krallığa, sonra da dünyaya duyurmayı amaçlıyordu. Çünkü Türkiye, askeri cuntanın bunaltıcı baskısı altında bir hapishaneye dönmüş, memleketten her gün onlarca hak ihlâli, dergi ve gazete kapatma, gazeteci ve aydın tutuklanması, işkence ve idam haberleri geliyordu. TIB’ın bir amacı da, Türkiye’deki cuntanın, dış destek almadan ayakta duramayacağını ve Batı demokrasilerinin Türkiye’deki cunta karşısındaki ikiyüzlü tutumunu, Birleşik Krallık’tan başlayarak, dünya kamuoyu önünde sergilemekti. ABD’nin başını çektiği Batı hükümetleri, cuntanın başa geliş şeklini ve Türkiye’de yaptıkları bütün demokrasi, insan hakları ihlallerini bal gibi biliyor ama kamuoylarının ilgisizlik ve cahilliklerine güvenerek, kendi hesaplarına geldiği müddetçe cuntaya göz yumuyor, hatta destekliyorlardı.

TIB’ın karınca kararınca görevini yaptığına inanıyorum. Bana 30 sene önceki bu çabayı hatırlatan şey ise, son referandum sonuçlarından sonra referanduma evet demeyen insanlara karşı, evetçilerin, özellikle “yetmez ama evet” diyenlerin saldırganlıkları. Bu saldırganlığa sadece hoşt denir!

12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin Bilançosu aşağıdadır:
650.000 kişi gözaltına alındı.
1.683.000 kişi fişlendi.
7.000 kişi için idam cezası istendi.
517 kişiye idam cezası verildi.
İdam cezası verilenlerden 50’si asıldı.
98.404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
677 derneğin faaliyetleri durduruldu.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
937 film, sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.

Memleketimi dünyanın en iğrenç, en utanılası korku imparatorluklarından birine çeviren o günlerin hiç kuşkusuz en önemli sembolü, Diyarbakır’daki 5 no’lu askeri cezaevidir. 1980 ile 1984 yılları arasında; 4 sene gibi kısa bir dönemde 32 tutuklu burada yaşamını yitirdi. İşkencelerin en acımasızları burada gerçekleşti, insanlık onur ve haysiyeti en ağır bir şekilde burada ayaklar altına alındı.

Evetçiler ve “yetmez ama evetçiler” kendileri iman ettikleri için, beni ve benim gibi düşünenleri ikna etmeye çalışıyorlar: AKP 12 Eylül 1980 darbesi ile hesaplaşıyor, demokrasi, insan hakları ve hukuk devletinin önü açıldı, cuntaya artık hesap sorulacak diye...Küfür eden birisi değilim ama doğrusu okkalı bir küfür dilimin ucuna geliyor! Böyle bir şeye inanabilmek için, yukarıdaki bilançonun neresiyle hesaplaşıldığını gördünüz? Dalga geçer gibi kendilerine demokrat, liberal hatta solcu diyen bir kısım zavallı referandum sonrası, 94 yaşındaki Evren hakkında suç duyurusu yaptı. Bu mudur 1980 darbesiyle hesaplaşmak? Destek verdiğiniz başbakanınız, MHP tabanının oylarını alabilmek için referandumda o cuntacılara ders olabilecek milliyetçi bir kampanya yürütmedi mi? 5 no’luyu yıkıp, yeni bir hapishane yapacağız demiyor mu? Aynen Kenan Evren’in meşhur “yeni hapishaneler yapacağız” konuşmasında olduğu gibi...Evimden bir taş atımı uzaklıktaki Tophane olaylarını görmüyor musunuz? Türkiye hala gazetecilerini hapislere atan, TRT, YÖK, Cumhurbaşkanlığı gibi kurumlarının tarikat güdümünde oldukları yerler ve makamlar değil mi? Gerek daha yeni, ana muhalefet partisi başkanı istifa ederken, gerekse de başbakan referandum zaferi için teşekkür ederken, bir tarikat liderine mavi boncuk gönderen cümleler söylemediler mi?  Ne demokrasisi, hangi hukuk devleti? İnsan haklarının bu tarikatlar koalisyonuyla geleceğine nasıl inanabilirsiniz?

Bu “yetmez ama evetçiler’in” en zavallıları, söylediklerini kulakları duymuyor olsa gerek, hala solcu olduğunu iddia edenler arasından çıkıyor. Beyler (evet, çoğu bey) siz artık solcu falan değilsiniz, çünkü solun en olmazsa olmazını yok saydınız. Emekçinin, çalışanın, ezilenin yanında duramayan solcu olmaz. Siz iktidarı destekleyen, olsa olsa eski solcularsınız!
Ahmet Hakan kadar da mı olamıyorsunuz? Biz döndük, hata yapmışız, solun modası geçti deyin, olsun bitsin. Hala esas solun siz olduğunu, Türk soluna, solculuğu sizlerin öğreteceğini söylemeniz sadece komik oluyor.

Bu minik yazı dizisi, yarından itibaren devam edecek. Solun istemesi gerektiğine inandığım yeni anayasa hakkında yazmaya devam edeceğim, çünkü tarikatlar koalisyonu, işbirlikçileri olan eski solcularla birlikte bizi, beni ürküten bir Türkiye hayaline, inandırmaya çalışıyor.



Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam