22/06/2009 | Yazar: Can Yaman

Genelde Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçmek için motor kullanıyorum. Çünkü boğaz havasını direkt solumanın en iyi yönteminin bu araçtan geçtiğini düşünüyorum.

Genelde Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçmek için motor kullanıyorum. Çünkü boğaz havasını direkt solumanın en iyi yönteminin bu araçtan geçtiğini düşünüyorum. İhale zincirine takılan çakma İstanbul vapurlarına binmeyi tercih etmiyorum. Bunun, doğal dolaşımı engelliyeceği düşüncesindeyim. İşte bu gidiş gelişlerden birinde, denize bakar buldum kendimi. Dalmıştım. Kimi zaman dibini gördüğüm, kimi zaman çekinerek yüzeyinde gezindiğim deniz, ilginç misafirleriyle selamlıyordu beni bu kez. Davetsiz misafirlerinden biri, kullanılmış prezervatifti. İşi bitmiş, tek kullanımlık çoğu alışkanlık gibi, terk edilmeyi bilmişti. Aklıma, bu seferki beraberliğini bir denizkızıyla gerçekleştiği geldi. Hâlbuki birçoğu, sessiz kalmak şartıyla Tarlabaşı’na yerleşmişti. Her biri, vaktiyle gönlünü bir denizciye kaptırmış, seks işçiliğine bürünmüştü. Darwin haklıydı. Seleksiyon hep ileri doğruydu. Travestiliğin ötesi yoktu. Cher belki bu konuda bize yardımcı olabilirdi. Mermaids/Denizkıları filmiyle gönülleri fethetmeyi bilmişti. Gerçek bir denizkızına dönüşmesi an meselesiydi. Ama onun da bu aralar koca bir delikanlıya dönüşecek olan kızıyla ilgilenmesi lazım. 

Prezervatifse çoktandır deniz üzerindeki tek hücrelilere yuva oldu bile. Kullanımı konusunda çok fazla uğraş verdiğimiz malzemenin, bugün kullanılır hale gelmesi sevindiriciydi. Ne de olsa kondom gelince akla, seksten önce eşcinsellik gelirdi. Neyse ki halk, bu konuya kayıtsız kalmamıştı. Sıra, çevredeydi. Bedeli, artan hava sıcaklığıydı. Fakat şu bir gerçekti ki cinsellik, daha bir görünür olmuştu. Her ne kadar uygunsuz bir zaman diliminde, karşımıza yırtık bir biçimde çıksa da bizi görünür kılmıştı. Seks’in sadece Madonna’nın bir kitabı olmadığını bilmek, hepimizi rahatlatmıştı.
 
Belki o yüzden yürüyoruz. Aidiyet duygumuzu yineliyoruz. Çünkü bizi birbirimize bağlayan yegâne şeyin bu düşünce sistemi olduğunu düşünüyoruz. Ne bir toprak, ne bir dil, ne bir ırk ne de cinsiyetin bizi bağlamadığını biliyoruz. Din deseniz, aforozla balyoz arasında sıkışıp kalmakta, bize sunacağı kararda. Uluslar güvenliğini artırırken, dışlanma her yanımızda. Bizim elimizde kalansa, sadece kafada. Düşüncelerimizi, öğrendiklerimizi aktarmakta. Öyle bir yolculuk ki bu sürekli hareket halinde. Bir bayrak yarışını andırırcasına elden ele geçmekte. Tüm döngülerin tekrar gözden geçirildiği bir dönemde,  yine göklerde. Bunca çalkantıya rağmen, sadece sözel dille aktarım sayesinde gruplaşmış, sonrasında örgütlenip açılmış olan bu hareket, artık gündemde. Bu, iradenin susturulamayacağının bir göstergesi işte!
 
Adımların hepsi, ayrı bir belirti. Sevgi, anlayış, merhamet, ilgi, duyarlılık, sadakat, bağlılık, anlayış, mesafe ve denge, bunu oluşturan hale. Her 23 Nisan çıkmaya heveslendiğim kilise, artık yerde. Çünkü oraya yol aldığım çıplak ayaklar, niyetlendiğim koca umutlarımı gömmekte. Artık ilahi gerçeğim değişmekte. Eşcinsellerin yürüyüşü belki o yüzden bir hüzne gebe. İsa’nın sırtladığı çarmık gibi suç ve günah ikilemlinde. Atılan her adım bunları dökmekte. Kurtulmak, elimizde. Avuçlarımız yaralı ve nasır tutmuş. Slogan ve pankart tutmaktan yorulmuş. Ter, tepemizdeki güneşi unutmuş. Coşku, yüzünü yarına dönmüş. Biraz endişeli de olsa umutlu. Hep bizle mutlu. Çünkü biz ayrılmaz sevgilileriz. Tanrı ve gibisiyiz. Vaftiz edilmeyi bekleyen güruh gibi denize dökülmekteyiz. Şimdi o deniz, davetsiz misafirleriyle bizi selamlamakta. Kurtarılan her parçası gibi, bizi anmakta. Ayaklarımız kaybolmuş, vücudumuz pul pul olmuş. Eller yüzgecimsi, yüzler güleç. Belki yeni bir denizci, belirir er geç. 


Etiketler: yaşam
İstihdam