08/03/2016 | Yazar: Özgecan Aşlamacı Şahin

Türkan da, Gülşen de (hani şu ‘emekçi‘ olmayan), Müjde de, Meral de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde feminist gece yürüyüşüne gelmeli.

Mart’ın 8’i geldi. Her yer kadın kelimesiyle doldu taştı yine bir anda. Gündelik hayatta, medyada o herkesin kullanmaktan imtina ettiği, yerine başka kelimeler bulmaya çalıştığı “kadın” yine bir süreliğine görünür oldu. 

Peki bu kadar mı görünür değil kadın, hayatımızda?  Ben bunun bir kısmını -sinemadaki kısmını  -düşünüyordum kaç zamandır.

Sinema filmindeki kadın karakterler nasıl? Ya da var mı kadın karakter? Ben önce çocukluğumdan itibaren izlediğim artık bedenime işleyen Yeşilçam filmlerinden başlamak istiyorum. O güzel oldukları kadar, itaatkar, masum ve çileli Türkan, Hülya, Filiz, Fatma benim ilk idollerimdi. Dürüst, biri tokat atsa diğer yanağını çeviren ya da kenar köşede sessizce ağlayan kadınlardı onlar… Sonunda mutlaka mutlu oluyorlardı.  Böyle tevekkülle beklemeyi bildikleri için mutlu oluyorlardı mutlaka(?)!

Aynı filmlerde Suzan, Neriman, Lale ve bazen Aliye de vardı. Onlar kötüydüler. Çünkü “Cinsellik onlar için yıllarca saklanacak bir şey değil, normal bir şeydi”. Bir şey istedikleri zaman bağırabiliyorlardı. Ayrıca fettandılar. Güzel oldukları kadar küstahtılar (kime göre?).

Sonra bir kuşakla diğer kuşak arasında fark olduğunu görmeye başladım. Çünkü Gülşen Bubikoğlu, Meral Zeren, Zeynep Değirmencioğlu vb.lerinin içinde bulunduğu 70’ler kuşağındaki kadınlar nispeten daha çok eğleniyordu bizim Türkan’lara göre… Amaan canım onlar da fazla mı eğleniyordu ne?  Çalışıyorlar desen çalışmıyorlar, para nereden geliyor bu kadar o disko senin, bu disko benim gezmeye… Onlara da babadan geliyor canıım! Babalarının o kadar parası var ama filmde ana karakter bile olamıyorlar. Çünkü onlar erkek karaktere zevk vermek, kurtarılmak ya da kahramanın heteroseksüelliğinin kanıtı olmak için kullanılırlar. Sinema da oturup bir röntgenci gibi onları gözetler.

Erkek kahraman "daha mükemmel, daha muntazam, daha güçlü ideal ego" olarak sunulur. Bu da kadın karakterin saptırılmış, edilgen, güçsüz imajıyla yalın bir karşıtlık yaratır. Bu nedenle izleyici kadın karakterden ziyade erkek karakterle özdeşleşir. Çünkü Gülşen yıllarca babasının parasıyla dünyayı düşünmeden yaşamıştır. Bu onun suçudur. Hele de Türkan, sesini çıkararak ağlayamayacak kadar güçsüzdür. Bu da onun suçudur! (?) Neyse ki onları sahiplenen dürüst ve güçlü erkekleri vardır.

Yaşım biraz daha büyümeye başlayınca 80’ler dönemi kadın filmleri daha bir ilgimi çekmeye başlamıştı. İdolüm değillerdi ama Müjde, Hale, Nur… Bir değişik kadınlardı. Filmin bir yerinde bir aydınlanma yaşayıp bu uğurda her şeylerini bırakabiliyorlardı. Etraf ne der, çocuğuma ne olur demiyorlardı. “Kutsal anne” değildiler…

80’lerdeki gibi 90’lar filmlerinin bendeki etkisi de bir süre böyle gitti. Sonra bir şey oldu… 90’larda nispeten görünür olmaya başlayan kadın yönetmenlerin filmlerini izlemeye başladım. O 80’lerde hayranlıkla izlediğim Atıf Yılmaz filmlerinden daha farklı bakıyordu kadına kamera… Aslında şöyleydi; “Erkek yönetmen filminde” yönetmenin görmek istediği tutkulu kadınlar vardı. “Kadın yönetmen filminde” ise karşılıklı koltuklara yayılıp sigara içtiğin ya da bir yandan sohbet ederken bir yandan yanında ağdasını yapan kadın arkadaşın vardı. Bu yüzden bayılarak izlediğim Yeşilçam filmlerini izleyemez oldum. Neyse ki kısa sürdü…

2000 ve sonrası sinema, teknik anlamda çok umut vaat edici ama bir şey yine eksik kalıyor.  Erkek yönetmenlerin hiçbirinin kadın “karakter’iyle” bir bağlantı kuramıyorum. Ne Yozgat Blues’un Neşe’si, ne de Abluka’nın Meral’i ile… Kadın yine 60’lar Yeşilçam’ındaki gibi iki erkek arasındaki meselenin ana sebebi, ya da erkek karakterin üstün özelliklerini vurgulamaya yardımcı eleman olmaktan dışarıya çıkamıyor sanki…

Gerçek hayatı düşündüğümüzde de bize bakış hep aynı sanırım. Etiketlerimiz var o kadar:  anne, kız, kardeş karakter değil, dışarıdan röntgenlenen figürleriz bu dünyada aynı filmlerdeki gibi.

İşte sırf bu yüzden, Türkan da, Gülşen de (hani şu ‘emekçi‘ olmayan), Müjde de, Meral de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde feminist gece yürüyüşüne gelmeli. Çünkü bugünün tek ortak yanı; kadın olmak, kadın hissetmek… Genç/yaşlı, hetero/homo, masum/fettan, emekçi/emekçi olmayan tüm kadınların günü…

Görsel Tasarım: Nalan Turgutlu Bilgin, Elif Demir, Gonca Şahin Ocakçı, Şirin Şahin, Duygu Taner, Gizem Demirbay


Etiketler: kültür sanat
nefret