04/01/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Her intihar vurucu bir mesajı beraberinde taşır.

Her intihar vurucu bir mesajı beraberinde taşır. Bu mesajın paylaşılabilir olması, bir insanlık durumuna karşılık olup açık seçik bir reddi sahneliyor olması o intiharı yazılı bir söz kadar unutulmaz, kalıcı kılar.

Memleketimizde küçüklerin intiharı, zayıflık ve yenilgiyle; büyüklerin intiharı şeref ve onurla sınanır. Ezcümle, kimsesize Müslüman, muktedire Japon kesilir, medyanın dili.
İntihar kelimesinin dolayında üretilen dil elbette politiktir.
Öncelikle dinin yasakladığı bir eylem olması, müntehiri, şayet kurbanlar ekibindense, şaibeli kılar.

Ama son zamanlarda sıkça tanık olduğumuz rütbeli asker intiharları, nedense müntehirleri şaibeli kılmadığı gibi, neredeyse bir şahadet mertebesine oturtuyor. Buradan bakmamızı istiyorlar. Onuru zedelenen yiğidin hayatını alıp başımıza çalması olarak.
Oysa resmi kayıtlara göre 1991-2001 yılları arasında 1248 Silahlı Kuvvetler mensubu intihara kalkışmış. 815’i başarılı olmuş. Sonraki yıllar için istatistiki bilgi bulunmaması da bir tercihi işaret etmiyor mu acaba? Çünkü kimileyin gazetelerin üçüncü sayfalarında minicik haberler olarak intihar eden erlere, rastlıyoruz. Hem de sıkça. Zayiat yaftası altında ‘şehit’ oluveren Mehmetçikler için diyecek sözümüz yok. O zayiatın ardında yatan gerçekleri aydınlatabilecek bir mum bile verilmiyor elimize.
 
Kışlalarda tabur tabur Mehmetçik intihar ediyor. Neden? Gerçekten intihar mı ediyorlar, yoksa ellerine pimi çekilmiş bombalar mı bırakılıyor? Neden adları bize kadar ulaşan müntehir Mehmetçiklerin çoğu Kürt? Kışlalarda neler oluyor? Bu zayiat karşısında neden boynu bükük şehit aileleri gibi kalakalıyoruz?
 
Vicdani retçi Halil Savda bianet’te çıkan yazısında birkaç örnek vermiş:

“Barış Köroğlu: Terhis olduktan beş saat sonra intihar etti. Babası Köroğlu’nun askerde yaşadığı baskı ve işkence sonucu psikolojisinin bozulduğunu söyledi. Mehmet Köroğlu; Barış Köroğlu’nun ağabeyi, Ağrı’da askerlik yaparken intihar ettiği söylendi. Ancak ailesi hiçbir zaman intihar ettiğine inanmadı. Yine Serdar Akçe; Mardin ’in Midyat ilçesinde askerlik yaparken nöbette intihar ettiği söylendi. Ersin Baş; Kandıra’da askeri birliğine teslim olurken “baba beni öldürecekler” dedi ve birkaç saat sonra öldürüldü. Ersin Bal; Ağrı’daki askeri kışlada komutanına küfür ettiği iddiasıyla üstlerinden işkence gördüğü ve sonra intihar ettiği söylendi. Halim Bal; Çanakkale’deki askeri kışlada intihar ettiği söylendi ama hastanede ölmeden önce ağabeyine “beni bölük komutanı vurdu ”dedi. Celal Derviş; askerde kötü muameleye maruz kaldığını belirtti ve Kürt halkına karşı savaşmak istemediğini söyleyip bedenini ateşe verdi. Memduh Argöz; iki kurşunla öldürülüp hiçbir açıklama yapılmadan ailesine teslim edildi. Tayfun D.; askerden firar ettikten sonra yakalandı ve aynı gece intihar ettiği söylendi. Vedat Turgay; firara kalkıştığı gerekçesiyle yargısız infaz edildi. Maşallah Yılmaz da aynı şekilde infaz edildi. Burhan Güzelaydın; intihar ettiği söylendi, otopsisinde işkenceyle öldürüldüğü belgelendi. Bunlar afişe olmuş vakalar fakat daha trajik vakaların olduğunu kestirmek için kahin olmaya gerek yok. Verdiğim örnekler belki de yaşanan olayların binde birini oluşturuyor. ”
 
Savda bir de çarpıcı bir tanıklık koymuş yazısına: “Tekirdağ’ın Lüleburgaz ilçesinde askerlik yapan F.B. isimli Kürt asker tanıklıklarını şöyle anlatıyor; ‘bir uzman çavuş bana istersem seni burada öldürebilirim’ diyerek beni ölümle tehdit etti. Askerlik yaptığım bölükte, bölük komutanımız H.U.’nun küfür, tehdit ve hakaretlerinden dolayı Erzurumlu K.B. isimli arkadaşımız firar etti. Y.Z. isimli Erzurumlu arkadaşımız ise bileklerini keserek intihar girişiminde bulundu. Erzurumlu Kürt arkadaşlarım gibi ben de baskı ve tehditlere dayanamayıp nöbet esnasında silahımla intihar teşebbüsünde bulundum. (...) bölük komutanımız eğitim esnasında sorulara cevap veremeyen Kürt asıllı askerleri vatan haini olarak suçluyordu. Ben ve hemşerim olan H.D. sorulara cevap veremediğimiz zaman herkesin arasında vatan haini olarak hakarete maruz kalıyorduk. (...) yaşadıklarım yüzünden psikolojim bozuldu. Gece rüyamda komutanlarımın beni öldürdüğünü görüyordum. ”

Ya büyükler

Öte yandan son iki yılda, adları Ergenekon soruşturması kapsamında geçen müntehir ve kazazedeleri bir bir analım.
 
Emekli Deniz Albay Birol Atakan: Mayıs 2007’de İstanbul-Ankara yolunda şüpheli bir trafik kazasında öldü. Atakan’ın Ergenekon’la ilgili önemli bilgilere sahip olduğu iddiası yayılmış durumda. Aksini düşünmek de zor zaten. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Yener Karahanoğlu’nun emir subayı olan Atakan, daha önce de Özden Örnek’le Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda birlikte çalışmıştı. Atakan infaz mı edildi sorusu akla geliyor elbet. Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen darbe günlüklerinin İnternet’e sızmasında ihmali ve kastı olabileceği iddia ediliyordu. Bilenlere göre, Atakan, Karahanoğlu ve Örnek arasında köprü isimdi. Epeyi karışık ilişkiler yumağından sökülüp alındı.

Tabip Yarbay Nursal Gedik: 11 Kasım 2007’de görevli olduğu Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda tabanca ile intihar etti. Müntehirler arasında yegâne kadın o. Ailesi intihar iddialarını redde diyor. Gedik’in kadın ve uyuşturucu ticareti konusunda ulaşmaması gereken derin bilgilere ulaşmış olduğu söyleniyor. Kaldı ki cenaze törenine rütbeli personelin katılmasına izin verilmedi.

Emekli Albay Abdülkerim Kırca: Eski PKK militanı ve JİTEM’ci Abdülkadir Aygan’ın birçok faili meçhul cinayetten sorumlu tuttuğu emekli Albay Abdülkerim Kırca bu yılın ocak ayında lojmanında silahıyla kendini vurdu. 1998’de çatışmada belden aşağısı felç olan Kırca’ya, 2004’te “Devlet Övünç Madalyası” verilmişti. JİTEM’in eski Diyarbakır Bölge Komutanı olan Kırca’nın adı Ergenekon soruşturmasında da geçti. Namlı vatanseverlerdendi.
 
Özel Harekât Dairesi Başkanı Behçet Oktay: Emniyet Özel Harekât Dairesi’nin 13 yıllık başkanı Oktay, bu yıl şubatta bürosunda yaralı bulundu; hastaneye götürüldü, ancak kurtarılamadı. Oktay, Kırca’yla aynı dönemde, 1994-97 arasında Diyarbakır’da görevliydi. Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Elazığ Emniyeti Özel Harekât Şube Müdürü Ayhan Atabek ve Antalya Özel Harekât Grup Amiri Servet Kaynak, yine soruşturma kapsamında tutuklu olan eski Özel Harekâtçı İbrahim Şahin’e suikast düzenleyecek tim kurması için yardım etmelerini Oktay’ın istediğini anlatmışlardı. Savcılık Oktay’la Şahin arasında çokça telefon görüşmesi olduğunu saptamıştı.
 
Kıdemli Yüzbaşı Olgun Vural: Mart 2009’da, 2. Ergenekon iddianamesinin açıklanmasının
ardından intihar ettiği öne sürüldü. Vural’ın adı 1. Ergenekon davasında deliller bölümünde geçmişti. İddianamede “Alevi, Sivas Gemerekli. Yüzbaşı Ali Tatar’ın personel alımında görevli olduğu zaman alınmıştı” ifadesi yer aldı. Başucunda bulunan mektupta, ‘Bulmacanın parçaları beni gösteriyor ama ben değilim, bana inanın’ diyordu. Buna rağmen adli tıp raporunda da ölüm biçiminde de intihara uymayan birçok ayrıntı bulunmuştu.
 
Hâkim Yarbay Tanju Ünal: Güney Deniz Saha Komutanlığı’nda görevli Ünal’ın 26 Haziran’da intihar ettiği öne sürüldü. Ünal, Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in yargılandığı mahkemenin başkanlığını da yürütmüştü. Onun ölümü de bir tuhaf muammaydı.
 
Emekli Kurmay Albay Ali Bergütay Varımlı: Ergenekon davasında ifade veren subaylar arasında bulunan Varımlı’nın 21 Kasım’da intihar ettiği öne sürüldü. Varımlı’nın ölüsünün üstüne de aynı komutanın gölgesi düşmüştü. Varımlı da, İlhami Erdil’in yargılandığı davada tanıklık yapmıştı. Varımlı’nın Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarını deşifre eden subay olduğu iddia edenler vardı. Çevresindekiler albayın dindar olduğunu, intihar etmesinin mümkün olmadığını söyledi.
 
Deniz Yarbay Ali Tatar: Tatar’ın adı kamuoyunda ‘oramirallere suikast’ soruşturması olarak bilinen soruşturma kapsamında geçiyordu. 42 yaşındaydı. Poyrazköy’de ele geçirilen belgelere ilişkin 7 Aralık’ta tutuklanmış, avukatlarının itirazı üzerine 16 Aralık’ta serbest kalmış, savcılığın itirazı üzerine 18 Aralık’ta hakkında yeniden tutuklama kararı verilmişti. Tatar 20 Aralık’ta lojmanında kendini öldürdü. Veli Küçük’e ait belgelerde ismine rastlanmıştı.
 
Rütbeli rütbesiz asker ölümleri ardındaki gerçekler, asla ulaşamayacağımız hissettirilen sır kasalarında saklanıyor. Tevatürlerle örülü muammalar.
 
Kışlalarda neler oluyor? Gerçekten intihar edenleri bunca bezdiren nedir? İntihar süsü verilmiş cinayetler açığa çıkacak mı? Milletin en güvenilir bulduğu kurum hâlâ TSK mı? Öyleyse topluca intihara yürüyoruz demektir.


Etiketler: insan hakları, askerlik
nefret