31/08/2022 | Yazar: Cem Anılan

Elektra’nın geçmişiyle alakalı anlatımlarda gördüğümüz şey, hissettiği bütün gerçekliğini giyinerek taçlandırması. Güçlü, şaşalı ve en iyi şekilde giyinen tutkulu ve hırslı bir kadın. Bu duygularını en iyi yansıttığı detaylar da tabii ki yaptığı pahalı kombinler ve bu kıyafetlere sahip olmak için gerçekleştirdiği bütün dahice girişimler.

Bir mücadele alanı olarak Pose modası Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Diziyi izlemeye başladığımda içimde merak duygusundan farklı olarak bir heyecan vardı. 80’ler kültürünü genel anlamda severim. Ama kendi hayatımdan da bir sürü benzer done içeren bu dizinin bana günümüzle de nasıl empati yaptırabileceğinden habersizdim. Çünkü günümüzde en büyük noksanlığı çektiğimiz duygunun empati kurmak olduğunu düşünüyorum. Kendi iç dünyamızla da bu süreci sağlıklı yürütebildiğimizden emin değilim. Ama emin olduğum şey, Pose dizisi, göze parmak bütün dramatik sahneleriyle bile, bana katarsis yaşatmayı başarmış çarpıcı bir dizi.

Diziye Genel Bakış

Bir alt kültür olarak konumlandırılan ve New York’un ambalajı şaşalı şehir hayatında büyük ve fark edilmeyen kolektif bir LGBTIQ+ mücadelesinin insanların hayatını nasıl değiştirdiğini görmek aynı zamanda umut verici. Dünyanın neresinde olursak olalım, benzer hayat deneyimlerini paylaştığımızı görmek hem üzücü hem de mücadele alanımız için bizi teşvik eden bir sürecin yansıması adeta. Bu metropolde hayatlarını sil baştan kurmaya çalışan ve kendi kimliklerini özgürce yaşamak isteyen insanların yollarının tesadüf denilemeyecek bir çekimle kesişmesinin ardında büyük bir benzerlik var: Bu insanların umudu ve yaşama olan bağlılıkları. Dönemin en büyük mottosu olan “Amerikan Rüyası”ndan sürülen bu insanların ait olmak ve kabul görme isteği, birçok konuda beraber yarattıkları bilinç ve kültür, aslında dansa, modaya ve birçok harekete de inanılmaz bir perspektif kazandırarak, yönlendirici bir fark yarattı.

Dizide “işte bu be!” dediğimiz en güzel, anlamlı ve eğlenceli sahneler ballroom ve house anlatımında gördüğümüz sahneler. Haneler arasında verilen mücadele, hanelerin içinde aile olmanın ne demek olduğunu deneyimleyen bireyler, kategoriler ve etkileşim aynı zamanda balo kültürünü bir yaşama tutunma ve var oluş mücadelesi alanı haline getiriyor. Balo kültürünün etkilerinden dem vururken, bu kültürü dönemin drag queen-kingleri üzerinden bütün perspektifiyle anlatan kült belgesel Paris is Burning’i yad etmemek olmaz.

Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan belgesel, 1987 yılında New York’un arka sokaklarında zorunlu bir alt kültür olarak yaşatılan balo kültürünü, isimlerini ünlü modaevlerinden alan hanelerin dünyasını, hanelerin güçlü ve iddialı “anne”lerini ve bu fedakâr annelerin hanelerine kabul ettikleri üyelerini tanıtıyor. Tıpkı Pose dizisinde detaylı ve güzel bir kurguyla anlatıldığı gibi.

Bu balolarda, her anlamda kendini özgürce ifade edebilen insanlar belki de farkında olmadan bu haklı mücadelelerle, süreçlere yön veriyorlar. Balolardan, hanelere ve hanelerden de New York’un moda, iş, sanat vb alanlarına uzanan karakterler, kolektif hareket bilinciyle, bir çile üzerinden değil, hak iddia etmek üzerinden emeklerinin karşılığını alıyor.

Yaşadıkları bütün faşist, homofobik, transfobik süreçlere rağmen kendi hayat mücadelelerini yaşamaktan ve çabalamaktan vazgeçmiyorlar. Ben bütün güzel ve haklı mücadelelerin içinde, ekseriyetle bu insanların modaya verdikleri yön hakkında konuşmak istiyorum.

Dizide özellikle balo sahnelerinde kullanılan saç, makyaj ve kostümler adeta “ten, ten, ten, ten” dedirtiyor.

Beyaz ve burjuva Amerika algısının ve Amerikan Rüyası’nın en dışında tutulan siyah-Latin kökenli insanların aslında bu rüyaya en büyük ve çarpıcı damgayı vurduklarını görüyoruz. Özellikle de kıyafetleri, saçları ve makyajlarıyla onları görmemek, fark etmemek mi? İmkânsız…

Düzensizliğin İçindeki Düzen! Pose Modası

80’lerde modanın farklı konularda atakları oldu. Özellikle uyum ve birbirini tamamlayan parça kullanımlarının yerine birbirine zıt olan, renk cümbüşü yaratan, tek bir çizgide olmayan dinamik ve abartılı bir moda algısı, yavaş yavaş topluma entegre olmaya başladı.

80 öncesi dönemde dünyada yaşanan toplumsal olaylar, savaş ve darbeler, çiçek çocukların hareketi ve birçok alanda verilen politik mücadeleler, insanların içinde bulundukları kaosu farklı bir boyuta taşıdı. Bu pek tabii modaya da yansıdı. Kişiler kendilerini daha çok özgür hissettikleri, bir uyum zorunluluğuna ihtiyaç duymadıkları, çarpıcı renk ve abartılı kıyafet ve saç/makyaj kombinleriyle bir nevi yaşadıkları süreçlere başkaldırdılar. Tamamıyla düzensizliğin içindeki düzenin raks ettiği bu farklı algı, make-up, hairy make-up konularında da kendini gösterdi. Bu dönem için ışıltılı, parlak ve iddialı kombinlerin dönemi diyebiliriz. Tam da bu noktada, takıların, kürklerin göz doldurduğu kullanımlarla, zaten var oluş mücadelesinin en üst seviyesinde olan güçlü bireyler, tıpkı gösterişli moda algısı gibi, “biz de buradayız!” demeyi ihmal etmedi. Pose dizisinde konumlandırılan karakterlerin de, moda ve giyim-kuşamla kurdukları bağ, aslında onların verdikleri mücadelelerle de paralel bir konumda.

Pose dizisi, bütün karakterlerin stil sahibi bir şekilde giyindiği ve bu farklı tarzları harika taşıdıkları bir yapım. Bize dönemin moda algısına yönelik de bir sürü done sunuyor. Özellikle bütün gösterişi ve iddiasıyla Elektra karakteri. Elektra kelimesi, parlayan dişi anlamına da gelir. Latin kökenli bir kelimedir ve bizim Elektra’mız da tıpkı ismi gibi bütün kıyafetleri, takıları ve hiddetiyle parıldayan bir karakter. Bizi adeta mest ediyor.

Elektra’nın geçmişiyle alakalı anlatımlarda gördüğümüz şey, hissettiği bütün gerçekliğini giyinerek taçlandırması. Güçlü, şaşalı ve en iyi şekilde giyinen tutkulu ve hırslı bir kadın. Bu duygularını en iyi yansıttığı detaylar da tabii ki yaptığı pahalı kombinler ve bu kıyafetlere sahip olmak için gerçekleştirdiği bütün dahice girişimler. Elektra, iyi giyinen ve saygı gören zeki bir karakter. Bu tavrından kesinlikle taviz vermeyerek, en kötü zamanlarında bile, stil sahibi duruşunu bozmayan, iddialı bir kraliçe.

“Sen benim Gucci ve Saint Laurent'im için kraker fıçısısın!” -Elektra[1]

Dizide yer alan birçok karakter, aslında mücadelelerini tarzları üzerinden de gösteriyor. Olmak ve kabul görmek istedikleri kişiyi bütün benlikleriyle bütünleştiriyorlar. Tabii ki giyim ve kuşamlarında da bunu görüyoruz. Billy Porter’ın hayat verdiği Prey Tell karakteri ise bir devrim niteliğinde. Porter sadece dizide değil, katılmış olduğu bütün gala eventlerinde ve günlük yaşamında giydikleriyle de büyük ses getirdi. Prey Tell ile moda arasında derin bir tutku var. Evinin salonunda yer alan atölyesi, aslında onun hayatla kurduğu bağın bir dışavurumu adeta. Bütün üzücü ve mutlu hadiselerin konuşulduğu, diyaloglar eşliğinde bir ayna karşısında kostüm tasarımlarının devam ettiği mekân olan bu atölye, aslında karakterlerin hayat içinde verdikleri mücadelenin modayla nasıl bir bağlamda ilerlediğini gösteriyor. Yaratmak, durmamak ve bütün o mükemmel hayal dünyasını, bir gerçekliğe dönüştürmek! İşte bu tutkunun yönlendirmesiyle ortaya çıkan birçok balo kostümü! Çünkü kategorilerde giyilen kostüm ve kombinler, baloda performans sergileyen ve var oluşlarını en özgür şekilde ortaya koyan herkes için, hissettiklerini en güzel şekilde dışa vurma yöntemlerinden biri. Bunu çok iyi bilen Prey Tell, her şeye rağmen, yürüyen bir stil ikonu.

Özellikle Blanca ile yaşadıkları diyaloglarda, Blanca karakterinin tarzını, stilini onun bütün güzel düşünceleriyle revize ederek, tekrardan yaratan Prey Tell, bunun aynı zamanda bir mücadele alanı olduğunu en güzel şekilde gösteriyor.

Angel karakteri ise, bütün fizyolojik ve ruhsal özellikleriyle, adeta moda dünyasının içinde yer almak için doğmuş bir karakter. Angel, çok başarılı bir model ve kronolojik olarak karakter grafiği ve süreçleri çok inişli çıkışlı olsa da, onun bu konudaki gösterişi, duruşu ve albenili yapısı New York moda dünyasında yer bulmasında etkili oluyor. Tabii ki gerçek (!) bir kadın olmadığının iddia edildiği durumlarda, ciddi sorunlarla karşılaşıyor ve bu süreç onu melankoliye itiyor. Ama yine de posehug desteğiyle, en korkutucu sektörlerden birinde dünya markalarıyla çalışarak, adından söz ettirmeyi başarıyor.

Dizinin final sahnesi ise, New York Manhattan’ın zengin ve şaşalı hayatını çok güzel bir şekilde anlatan Sex and The City dizisine harika bir göndermeyle son buluyor. Bu eşsiz ve mükemmel stil ikonu karakterler, sokakta, evde ve daha birçok yerde verdikleri yaşam mücadelesinde, duruşlarından, hayallerinden, hedeflerinden ve inanılmaz başarılı sitillerinden asla vazgeçmiyor. Girişimleriyle, birçok konuda öncü oluyorlar. Onların mücadelesinin, modaya yön vermediğini kim söyleyebilir ki? Her daim öncü olmaya devam edeceğimize eminim, kolektif emeğimiz ve sınırlanamaz hayal gücümüz, bizi biz yapan en güzel şeyler.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Moda dosya konulu 183. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 



[1] Elektra karakteri bu repliğiyle, ABD’de aslında daha çok geleneksel insanların gittiği bir restoran zinciri olan “Cracker Barrel” ile, karşısındaki insanı özdeşleştirmektedir.


Etiketler: yaşam, moda
İstihdam