01/08/2012 | Yazar: Elif Ceylan Özsoy

Ataerkil ideolojinin ürettiği bir hayatı yaşıyoruz. Ekonomik, dinsel ya da etnik hegemonyanın hayatlarımız üzerindeki belirleyiciliğine sürekli vurgu yapılırken; cinsiyetçilik ve onun kardeşi heteroseksizmin, bu sistemler bütünlüğü içerisindeki kritik konumu, ne yazık ki, yakın zamanlara dek görmezden gelindi.

Ataerkil ideolojinin ürettiği bir hayatı yaşıyoruz. Ekonomik, dinsel ya da etnik hegemonyanın hayatlarımız üzerindeki belirleyiciliğine sürekli vurgu yapılırken; cinsiyetçilik ve onun kardeşi heteroseksizmin, bu sistemler bütünlüğü içerisindeki kritik konumu, ne yazık ki, yakın zamanlara dek görmezden gelindi.
 
Cinsiyetçilik, kadın ve erkek  arasındaki  eşitsizliğin meşruluğunu sağlarken, toplumsal  cinsiyet rolleri ile kimin nasıl davranacağını da belirleyip, kontrolü elden bırakmaz. Toplumsal cinsiyet kuralları ile kadına ve erkeğe yüklenen  roller  üzerinden inşa edilen “aile” kutsal bir halka olarak sistemi sağlamlaştırıyor. Ailenin inşası ve kontrolü, gündelik hayatımızı ataerkil sisteme bağlayan bir hat vazifesi görüyor. Aksamadan işleyebilmesi için kadın ve erkekten beklentiler rollerle de sınırlı değil; hangi cinsin hangi cinse aşık olacağı da, sistem tarafından ayrıca kurgulanmıştır. Çeşitli cinsel yönelimlerden biri olan heteroseksüellik; sistemin “zorunlu cinsel yönelimi” olarak hepimize dayatılagelmiştir.  Sistem karşıtı ideolojiler  tarafından da gereğince sorgulanmayan heteroseksizm, adeta bir tabudur, dokunulmazlığı vardır. Oysa heteroseksizm, heteroseksüellik haricindeki cinsel yönelimleri inkar eder, bunlara dair bilgiye ulaşılmasını engeller, heteroseksüel olmayanların kendi kimlikleriyle özgürce, toplum yaşamında varlık göstermelerine izin vermez. Bu cümlelerdeki “heteroseksizm”i kaldırıp, yerine “ırkçılık”, “cinsel yönelimler” yerine de “farklı etnik kimlikler” yazsak sonuç yine aynıdır. Çünkü cinsiyetçilik , ırkçılık ,heteroseksizm  gibi ayrımcı ideolojiler, bu formülde hemfikirdir ve bir puzzle  gibi birbirlerini tamamlayarak  “ideal toplumu” yaratırlar. Sosyal, ekonomik ve cinsel hayatımızı düzenleyen sistem;  “erk”  olarak belirlediği ırk, sınıf, cinsiyet ve cinsel yönelimi meşru ve ayrıcalıklı kılar.
 

Sistem tarafından kollanan bu kimlikler ile “ötekilerin” birlikte yaşama zorunlulukları, tarih boyunca ötekiler aleyhine  şiddet olarak geri dönüp  de; “ideal toplum” yapısında işler yolunda gitmemeye başlayınca, Modern Hukuk  bu sorunu   “Eşitlik  Prensibi ve Ayrımcılık Yasağı” ile çözme  gayretine girmiştir. Bu sistem örgüsü içinde ”Öteki” addedilen kimliklerin, merkeze konumlandırılan kimliğe göre dezavantajlı  ve zayıf durumda olduğu açıktır. Bu durum Kollektif zihinde,  zayıf olana, öteki olana dair önyargıların oluşmasını kolaylaştıran bir rol oynar. Her ne kadar Modern Dünya  Hukuku, ayrımcılığı yasaklasa da, tarih boyu ayrıcalıklı bir yere sahip olan egemen kimlikler, toplumsal ve  kültürel iktidarlarını ancak ayrımcılık yaratarak sürdürebilirler.  Ayrımcı pratiklerin sosyal yaşama etkilerinin beklenen bir sonucu olarak da “nefret suçu “ ya da “önyargı suçu” diye isimlendirilen suç tipi ortaya çıkar.
 
Nefret Suçu, en basit tanımıyla, bir suçun, “nefret saiki” ile işlenmesidir. AGIT’in hala üzerinde çalıştığı tanıma göre: “Mülklere karşı işlenenler de dahil olmak üzere, kurbanın ya da mülkün ya da suç hedefinin üye olduğu, bağlantısı bulunduğu, desteklediği, bağlı bulunduğu veya ilişkisinin olduğu, gerçek ya da farzedilen ırkı, etnik kökeni, dili, rengi, dini, cinsiyeti, yaşı, akıl ya da fiziksel engeli, cinsel yönelimi ve benzer bir diğer faktörden dolayı  işlenen suçlara Nefret Suçları denilmektedir .”1
 
Görüldüğü üzere; nefret suçları kimlikler ve toplumsal statülerle oldukça ilişkilidir. Aslında toplumsal hiyerarşinin ve eşitsizliğin de bir sonucu olarak; “nefret saiki”, bir başka deyişle, “önyargı” ile işlenen bu suçlar; en çok  “kimlikler/ gruplar  arası hiyerarşi”yi besler ve bir arada yaşam duygusuna zarar verir. Farklılıkların birarada yaşamasının politik ve kültürel olarak problemli olduğu yerkürede, kimi ülkeler, kimlik aidiyetinden dolayı kişinin bir suça hedef seçilmesini daha ağır şekilde cezalandırmakla; farklılıkların birarada yaşamasına karşı çıkan; farklı olandan nefret etmeyi salık veren ideolojiyi de cezalandırmış olurlar. Mevzuatına Nefret Suçu yasalarını ekleyen ülkelerde, alelade suçlarla, önyargı suçları aynı ele alınmaz. Mesela, bir Kürdün işlettiği işyerini yakmak, sadece bir işyerini yakmaktan daha ağır bir suçtur ve daha ağır bir ceza ile cezalandırılır. Yani temel suç –örnekteki- işyerinin yakılmasını sağlayan nefret motivasyonunu da ayrıca cezaya konu eder. Böylece “nefret motivasyonu”na karşı topluma bir mesaj iletilmiş olur. Nefret Suçları farklı kimliklerin bir arada yaşamasına  karşı olumsuz bir mesaj iletirken, hedef alınan kimliğin kendisini güvende hissetmesini, ifade etmesini engeller. Bu nedenle bir Kürdü mağdur eden bir nefret suçu, sonuçlarını tüm Kürdler üzerinde, bir  eşcinseli mağdur eden bir nefret suçu da, sonuçlarını tüm eşcinseller üzerinde gösterir.
 
Nefret ve Önyargı İdeolojisi, kendisini “Nefret Söylemi” ile de ifade edebilir. Nefret Söylemi; içerdikleri ırkçı, homofobik vb unsurlar olmasa, suç teşkil etmeyen söylemlere denilmektedir
Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi tarafından yayınlanan “nefret söylemi” konulu 97(20) sayılı Tavsiye Kararı’nda:
 
“Nefret söylemi” kavramı, ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara,göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dâhil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır” denilmektedir.
 
Nefret Söylemi, bir gruba karşı önyargının yaygınlaşması ve toplumsal bir ezbere dönüşmesinde, hatta nefretin popülerleşmesinde çok etkili bir rol oynar. Sürekli tekrarlanmak suretiyle zamanla meşrulaştırılan nefret söylemi, hedef aldığı kimliğe ait kişileri değersizleştirir, “kolay hedef” haline getirir ve böylece nefret suçlarına giden yolu açarak, aynı vahim sonuçlara yol açar. Nefret Söylemi, hedef grubu kıymetsizleştirirken; “kirli”, ”ahlaksız”, “toplumu tehdit eden”, “bozuk” ve benzeri aşağılayıcı bir tanımlamayı ya doğrudan  yapar ya da atıfta bulunur. Böylece nefret suçunu işleyen kişi de, kendisinin tüm bunların karşısında tanımlamış olur ve dolayısıyla kendi ait olduğu kimliği de yüceltir. Bu nedenle kimliklerin kutsallaştırılması, gerçeküstü anlamlar atfedilmesi dahi nefret söylemini tersinden destekleyen bir tutumdur.
 
Ancak  nihayetinde bir  “söylem” olan nefret söyleminin, cezalandırılması ya da engellenmesi  baskının meşrulaşmasını sağlar mı?” sorusu akılları karıştırmaktadır. “Söylem”i cezalandırmanın, ifade özgürlüğüne zarar verip vermeyeceği tartışmalıdır. Yasaklanmamasını savunanlar, bir söylemi cezalandırmanın demokratik bir yol olmadığı argümanını ileri sürerken; yasaklanmasını savunanlarsa, “ifade özgürlüğünün diğer temel haklardan bağımsız ele alınamayacağı, nefret içerikli söylemlerle diğer temel hakların ihlal edileceği” argümanıyla karşılık verirler. Nefret söyleminin, nefretin hedefi olanların kimliklerini ifade etmeleri önünde engel teşkil ettiğini vurgularlar.
 
Özellikle lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireyleri hedef alan homofobi ve transfobi kaynaklı nefret suçlarında; eşcinselliğin günah, hastalık ya da sapkınlık olduğu dezenformasyonu önemli rol oynamaktadır. Eşcinselliğin -heteroseksüellik gibi- olağan ve eşit  bir cinsel yönelim olduğu gerçeğinin tahrip edilmesi ve mevcut  heteronormatif  düzen; homofobi  yani eşcinsellere karşı duyulan irrasyonel korku ve önyargıyı ortaya çıkarır. Sistemin kolladığı heteroseksüellik; “ahlak namus” vs kalıplarına dökülerek;  toplumun her bireyi tarafından bizzat korunan bir “değere” dönüşür. Homofobinin irrasyonelliği de burada yatar. Bir kadının, diğer bir kadınla sevgili olması neden bir takım insanları ilgilendirir ki? Ya da bir erkeğin, bir erkeğe aşık olması bir diğerinde neden korkuya, paniğe yol açar? Temelde, homofobi ; -ataerkil toplum modeline uyum sağlamayan- eşcinselliğin, 3. kişide yarattığı güvensizlik duygusudur. Çünkü, erkek ve kadının toplumsal ve cinsel rollerinin katı ve kalın çizgilerle belirlendiği bir düzlemde, eşcinsellik  bu sistemi tehdit eden bir konuma tekabül eder . Eşcinselliğin “değersizlik”, heteroseksüelliğin “değer”e denk düşürüldüğü toplum zihninde; heteroseksüel ritüeller üzerinde devasa bir sistem yükselmektedir.
Nefret Söylemine geri dönecek olursak;
 
5 Ağustos 2006 tarihinde, Bursa’da kurulan Gökkuşağı LGBT Dayanışma derneğinin izinli yürüyüşünü linç girişiminde bulunarak engelleyen Bursaspor Taraftarı bir grubun, önyargı ve nefretlerini nasıl örgütlediklerine bakalım… Aşağıdaki cümleler bu grubun aralarındaki  internet yazışmalarından alıntılanmıştır:
 
“bursa evliyalar ve padişahlar şehridir. böyle toplum dışı insanların yürüyüşlerine sahne olacak kadar adının kirleneceği ve kirlenmeyi hak ettiği bir şehir değildir. kesinlikle engel olacağız. bu yürüyüş için kanuni yönden belki bir şey yapılamamıştır. ama toplumsal açıdan bizler bunun karşısında olacağız ve gerçekleşmesini engelleyeceğiz. bursa böyle kimliği belirsiz lanet insanların cirit atacağı bir şehir değildir. “2
 
Bursa evliyalar, Urfa peygamberler şehridir, Mardin kültürler beşiğidir, Ankara başkenttir, Çanakkale geçilmezdir ve bu liste uzar gider… 20 Ocak 2010 tarihinde, Bursa’da  44 bıçak darbesi ile öldürülen Transkadın İrem’in annesinin sözleri ile  çarpıcı ve yalın ifadesini bulur: “Evladımı koskoca dünyaya sığdıramadınız”  
 
“Koskoca dünya”, cinsiyetçi ve homofobiktir. Homofobi, bu niteliği ile tıpkı ırkçılık gibi, tek tipçi sistemin faşist tezahürlerinden biridir. Gelgelelim, devleti homofobi kaynaklı nefret suçlarına gerekli ve etkili tedbirleri almamakla ve nefret saikini cezalandırmamakla eleştirirken; acaba “başka bir dünya”  vaadine sahip, sistem karşıtı hareketlerin “bir başka dünya”sı  ile içine bizleri sığdıramayan bu “koskoca dünya” birbirlerinden  ne kadar farklıdır?  Düzen karşıtı muhalif yapıların sistemle kolayca ortaklaştığı tek ideoloji, ne yazık ki, heteroseksizmdir. Heteroseksizmin ahlakı, egemen ve tabii statüsünü yitirmedikçe, aslında o çok karşı çıkılan sistem kendini tekrar etmeye devam edecektir. Bu nedenle homofobi karşıtı hareket elzemdir.
 
Elbette eşcinsellerin eşitlik mücadelesine destek veren siyasi hareket sayısının arttığı bir dönemdeyiz. İlk aşama olması açısından umut verici bir durum… Ancak bu desteğin, bir kaç açıdan sorgulanmaksızın şimdiki haliyle devam etmesi halinde aynı “ahlakçılık” tuzağına düşme tehlikesini taşıdığını düşünüyorum. Şöyle ki; siyasi hareketler ya da partilerin; desteklerini sunarlarken, kendi gündemleri olmadığını düşündükleri bir sorunla ilgilenir pozisyonlarını bırakmaları gerekir. Dışarıda, uzak bir yerlerde yaşamakta olan -nedense kendi yapılarında hiç rastgelinmeyen- eşcinsellere destek olma tutumu; belki “başlangıç” olma açısından anlaşılabilir; ancak buradan öteye gidilmemesi halinde ise bu durum yine homofobinin ta kendisidir. Çünkü eşcinsellik aynen bir halk hareketi gibi toplumun her kesimini dikey ve yatay olarak kesen bir konumdadır. Eşcinseller Türk, Çerkez, Kürd, Ermeni, Çeçen, Azeri, Şafi, Sunni, Yahudi olabilecekleri gibi demokrat, muhafazakar, dindar ya da sosyalist de olabilirler. Her hareketin içerisinde lezbiyen, gey, biseksüel ya da trans bireyler muhakkak mevcuttur. Dayanışma gösteren siyasi yapıların, devlete karşı lgbt bireylerle ortak hareket ederken; bizzat kendi  içlerindeki eşcinsellerin de kendilerini ifade etme olanaklarını yaratmaları ve bu konuda çalışmanın önünü açmaları gerekmektedir. Yoksa ataerkil ahlakçılığın kurbanı olma ezberimiz, ne yazık ki, bozulamaz. Bir hareketin lgbt bireylerin özgürleşme mücadelesine vereceği desteği elbette çok önemsiyorum ama daha önemli olan, o hareket içerisinde yer alan -ya da eşcinsel olduğu için yer alamayan- eşcinsellere neyin reva görüldüğüdür. Bu noktada cevap “açık eşcinsel yok ki, açılmıyorlar” olduğunda, o harekete düşen içlerindeki eşcinsellerin açılmamasından istifade etmek değil; hareketin iç dinamiklerinin gerçekte buna ne kadar elverdiği ve lgbt bireyler için ne kadar özgürlük alanı yaratıldığını sorgulamak olmalıdır. Bu gerekliliği, Kaos GL Dergisinin çıkış sloganı çok güzel özetliyor ;
 
”Eşcinsellerin kurtuluşu, heteroseksüelleri de Özgürleştirecektir”
 
Elif Ceylan Özsoy
Avukat
28 Aralık 2011 / Izmir
berfinceylan@yahoo.com
1-  Combating Hate Cirmes in OSCE Region, An Overview Statistics, Legislation and National Initiatives,
Published by the OSCE  Office for Democratic Institutions and Human Rights (ODIHR), AI.
Ujazdowskie, Poland. www.osce.org/odihr , OSCE/ODIHR 2005, p.12. H

Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam