22/02/2024 | Yazar: Arya Zencefil
“Kendi derdimiz bitti mi de Amerika’yı anlatıyor?” diye düşündüyseniz şöyle bir çerçeve kurmak isterim: Türkiye ile benzer dinamikler, hatta Birleşik Devletler’de Türkiye’deki siyasilerin ilham aldığı bir “muhafazakar oyu devşirme oyunu” görüyoruz. Aslında oy isteyen muhafazakar partilere, seçmenleri sormalı: “Kendi derdim bitti de başkasının hayatına burun mu sokayım?”
13 Şubat 2023 tarihinde Birleşik Devletler’in Arkansas Senatosu Hukuk Komitesi’nde eczacı Gwendolyn Herzig ve Eyalet Senatörü Matt McGee trans sağlık hakları üzerine bir oturumda karşı karşıya geldiler. Arkansas gibi özellikle de Cumhuriyetçilerin çoğunluk olduğu eyaletlerde sıradan bir durum haline gelen bu tür oturumlar ve oylamalardan herhangi biriydi. Herzig’in eczacı kimliği değil, trans kadın olarak kimliği senatörün dikkatini çekmiş olacak ki şu skandal soruyu sordu: “Penisin var mı?”
Tüm salon şaşkına döndü, Herzig “Utanmalısınız”, diye cevap verdi. Bence de Senatör McGee hiçbir seçilmişin hakkı olmayan bir hadsizlikle bir vatandaşa cinsel organlarını sordu. Bu, herhangi başka bir senaryoda yaşansaydı, herhangi bir zamanda trans olmayan birisine cinsel organları sorulsa büyük bir skandal olurdu. Herzig’in o gün yaşadığı şey, ihlal, transların tabii ki çok sık çiğnenen mahremiyet hakkının ihlalidir.
Birleşik Devletler’de son iki senede 550’den fazla “trans karşıtı yasa tasarısı” 50 eyalet boyunca çeşitli mecralar tarafından yasama organlarına sunuldu. Bunların büyük bir kısmı yasalaşmasa dahi yasalaşmaları durumunda veya yasalaşanlar transların hayat kalitesini, özgürlüklerini ve haklarını büyük ölçüde baltalıyor. Translar kendi ülkelerinde “mülteci gibi” eyalet eyalet gezmek durumunda kalıyor.
“Kendi derdimiz bitti mi de Amerika’yı anlatıyor?” diye düşündüyseniz şöyle bir çerçeve kurmak isterim: Türkiye ile benzer dinamikler, hatta Birleşik Devletler’de Türkiye’deki siyasilerin ilham aldığı bir “muhafazakar oyu devşirme oyunu” görüyoruz. Aslında oy isteyen muhafazakar partilere, seçmenleri sormalı: “Kendi derdim bitti de başkasının hayatına burun mu sokayım?”
Trans sağlık haklarının ülkemizde de oy uğruna hedef alınması, olmamış veya olmayacak bir şey değil. Üzerimizden yürütülen demagojinin zaten farkındayız. Bu tür bir kuşatmayı yaşayan tek trans topluluğu biz değiliz ve uluslararası olarak yaşadıklarımız sınırlar ötesi bir ilham kaynağı. Nasıl ki transfobik çevreler birbirini kopyalıyorsa bizim de başarılı dayanışma ve hak savunma pratiklerini öğrenmemiz lazım. Belki de bir Avrupa ülkesinin dinamikleri Türkiye’ye benzemez ama Birleşik Devletler’in bizimle benzer bir kültürel baza sahip olduğunu söylemek mümkün. Neticede Türkiye’nin sağ siyaseti Avrupa’nın aşırı sağ kültürü ile değil, Birleşik Devletler’in siyaseti ile endekslidir. Olası bir Donald Trump zaferi bizi Avrupa’daki herhangi bir sağ parti zaferinden daha çok etkilemektedir, 2016-2020 Trump başkanlığı Türkiye’nin mevcut sorunlarından bazılarının dolaylı nedenidir (örneğin ekonomi).
Muhafazakarların oy istediği çekirdek Amerikalı ile burada iktidarın oy istediği taban benzer bir noktadan yola çıkıyor: “Amerika yeniden muhteşem olacak!” sloganı ile neo-Osmanlıcı tavrın seçmen üzerindeki etkisi bir hayli örtüşüyor. Eskiye bir yâd var ama bu “eski” masallaşmış gerçekliği olmayan bir hayal aslında. Ne noktada Birleşik Devletler “muhteşem”di ki oraya dönülmek isteniyor?
Trans hakları geliştikçe ve duyuldukça, aslında öğretilmiş transfobilerle yüzleşmek gerekiyor. “Eskiden bu ibneler travestiler yoktu!” dendiği zaman bir kişi yalnızca kendi cahilliğini ve inkarını dile getirmiş oluyor; fakat öğretilmiş, aslında olmayan bu “muhteşem geçmiş” anlatısında herkes cis ve hetero’dur. Her muhafazakar dalgalanmada da o günün azınlıklarından bir tanesi hedef alınır ve tahtaya oturtulur. “Eskiden bu Meksikalılar her yerde değildi”, denir ya da “Her yer Arap oldu! Eskiden bu kadar Arap yoktu!” denir. Bugün muhafazakarların hedef alması gereken homojen bir kişiyi tek başına iktidar yapabilecek kitleler yok, açık ve bariz ırkçılık size seçim kazandırmaz. Onun yeri seçimden sonrası. O yüzden siyasiler tarafından hedef alması kolay azınlık en savunmasız ve kimsesiz translardır.
Yavaş yavaş kaynatılan kurbağa örneği gibi bu tür yasalar da basit ve kabul edilebilir bahanelerle geliyor. Önce sansür, sonra “trans sporcular ve müsabakalar”, sonra “tuvaletler” diye giderken bir bakmışsınız sağlık haklarınız ve medeni haklarınız tek tek hedef alınmaya başlamış. Trans erkeklerin ameliyat sonrası fotoğraflarını kullanıp “kadınlarımızı sakatlıyorlar” gibi hedef gösteren doktorlar burada da hortladı. Orada kullandıkları propaganda fotoğrafları bile Amerikalı translara ait.
“Kültür savaşını” çok seven medyanın körüklediği bu hezeyan toplumca kabul edilecek “reşit olmayan bireyleri koruyacağız” noktasından sinsice “yetişkin olsa dahi” noktasına evrildi. Bu argümanlar iki topluma da sunuluyor: Amerika’da yarışan trans sporcular var, Türkiye’de kaç tane trans sporcu var? Varsa da şu siyasi atmosferde açık kimliklerini asla açıklamayacaklardır. Velakin aylarca bu konu, muhalefet yorumcularına bile sıçradı ve yersiz bir şekilde ele alındı.
Şimdi TRT World’ün aynen bu konuları alıp özellikle de transları hedef alan belgesel serisinde birebir Amerikan sağından alınma argümanları kullandıklarını görüyoruz. Belgeseli TRT World değil de Fox News ya da internette olan sayısız aşırı sağcı medya oluşumlarından herhangi biri çekmiş de olabilirdi. Hatta çekiyorlar da. Türkiye ve Birleşik Devletler arasında şöyle bir fark var ama: orada kimlik değişimi, sağlık erişimi farklı. Orada ayrımcılık yasaları, transları koruyor. Burada zaten Amerikalı sağcıların istediği her şey var.
“Sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorum”, “Medeni haklarıma kavuşmam için neden ameliyat şartı var?”, “Neden nefret suçlarına karşı yasal korumamız yok?”, “Bağımlılık ve ruh sağlığı sorunlarımız var” gibi yakarışları çok duyuyorum ama LGBTİ+’lar olarak bunlar gündemimiz değil. Hatta bazılarını dillendirmekten bile korkuyoruz.
Zamanında trans sporcular meselesine cevap veren bir YouTube videosu çekmiştim. Sonrasında her sorulduğunda, videoya insanları yönlendirmeden önce şunu söyledim: “Ama bu bizim konumuz değil!”. İşte aşmamız gereken ilk engel bu: manasız ve fuzuli tartışmaları beslememek. 2019-2021 arası örneğin Twitter nam-ı diğer X üzerinde transfobik bir avuç insan “translar feminizmin öznesi mi?” diye kavga etti. Ben de bu manasız tartışmalara katıldım ve bir sazan gibi avlandım. Bu tür tartışmalar vakit kaybı. Vakit ve enerji kaybettik.
Batı hayranlığı deyip geçebilirsiniz fakat benim güç bulduğum şey asla soykırımcı ve faşist bir batının demokrasi balonu değildir. Oradaki haksızlıklara ve kötülüğe göğüs geren LGBTİ+’lardır. İstenmedikleri her alanda var olmuş olan ve kendilerini kabul ettirmiş lubunyalardır. O yüzden enternasyonel olarak kuirlerin neler yaşadığını bilmek önemlidir.
Türkiyedeki lubunyalar olarak omzumuzdaki dert yumağını bir elekten geçirmeliyiz ve cis-heteronormatif dünyanın dertlerini onlara iade etmeliyiz. Mahkemeye çıkıp, bir hâkimin “penisi var mı, vajinası var mı?” diye doktor raporu istemesinin gayet olağan olarak kabul edilmesini bir sorgulamalıyız mesela. Orada koskoca senatör sorunca madileniyorlar mesela.
Birleşik Devletler’deki akranlarımızdan öğrenmemiz gereken şey şu ki: Haklarımızı bilmemiz gerekiyor ve hak temelli argümanlarımızı konuşmamız gerekiyor. Tüm LGBTİ+ hareketinin amacı sadece Onur Yürüyüşü yapmak ve her siyasi olayı devralmak değil. Stonewall’un nedenini Birleşik Devletler’deki akranlarımız çok iyi biliyorlar ve hatırlatıyorlar: “Daha fazla kriminalleştirilmek istemiyoruz, haklarımızı biliyoruz ve eşitlik istiyoruz” çıkış noktasından “eşit yurttaşlık mücadelesi” olarak konumlanmıştır.
Yeni ve genç lubunyalar olarak öncüllerimizin, bizden önce gelenlerin neyi, neden ve nasıl yaptığına sahip çıkmamız gerek. Birleşik Devletler’deki mücadelenin aynısını veremeyiz benzerlik var diyorum da aynı olmadığımızın da farkındayım. Fakat ne için mücadele ettiğimizi ve nasıl bir siyasi konjonktürde olduğumuzu bir hareket olarak görebiliyor olmamız gerek. Mevcut eksikliklere göre haklarımız için mücadele etmemiz gerek. Hala yasal bir zemin varken her hukuki yönteme başvurmalıyız.
Ne yazık ki her meseleyi sırtlayan bir konumdan bunu yapamayız. Deprem, salgın, ruh sağlığı epidemisi, bağımlılık, fakirlik ve daha nice sorunla tek başımıza mücadele edemeyiz. Bunları yaşayan tek biz, çaresi de tek biz gibi tekil bir yerden de hak savunusu yapamayız. İşte bir hareket olarak benimsememiz gereken ikinci şey, kesişimselliği benimseyip köprüler kurabilmektir.
Türkiye’de genç intiharları ile ilgili son dönemlerde bir hayli haber okuyup, yakınlarımdan duyduğum kayıplar oldu. Bunların bazıları lubunya idi, bazıları değildi. Psikolojik yardıma ulaşma hakkı hayati bir haktır, sağlık hakkıdır. Lubunyaların buna karşın bir dezavantajı vardır evet ama tüm bu fenomenayı yalnız biz yaşıyormuş gibi davranma lüksümüz de yoktur. Kesişimsellik yalnız kendi komünitemize dönmek değildir, ortak dertlerin köprüsünü kurmak ve herkese ihtiyacı olan yardımı götürebilmektir. Bazılarının kimlikleri yüzünden daha çok ya da farklı ihtiyaçları olabileceğini görmektir. Açıkçası bir hareket olarak bunu başarabildiğimizi düşünmüyorum. Feministlerle köprülerimiz zayıf, ırkçılığa uğrayan azınlıklarla köprülerimiz zayıf, benzer ekonomik sorunları yaşayan gençlerle bağlarımız kopuk. Homofobik veya transfobik olsa dahi barınamama sorununu anlayabilecek ve bunun üzerinden özdeşlik üzerinden köprü kurabileceğimiz bir nesil doğdu. Özel gün ve haftalarda, anma törenlerinde isim anmak, haksızlık gördüğümüzde sosyal medya paylaşımı yapmak yetmez.
Hem yurtdışındaki akranlarımızın hem de bizim yaptığımız bir hatayı daha söylemek istiyorum: Herkesten fedakarlık beklemek. Kimliklerin zaaflarını görmemek ve her kimlikten aynı performansta bir yoldaşlık beklemek, bu dayanışmanın zemini oturtulmadan ve paydaşlardan zoraki fedakarlık istemek ancak köprülere zarar verir. Eğitim hakkı elinden alınmış, zor hayat şartlarına mecbur bırakılmış bir trans özneden örneğin veganlık beklemek, kesişimsellik beklemek abestir. Güvenliğinden endişe eden translardan sert siyasi mesajlar ve sinyaller istemek abestir. Önce gidip, daha çok gücü ve temsiliyeti olan, toplum sempatisi ve desteği gören cis-hetero’lar cesaretle çıkıp elini taşın altına koyacak, ondan sonra LGBTİ+’lardan içerisinde cis-hetero’ların da bulunduğu homojen gruplar için fedakarlık yapması istenecek. Öyle bir iki mebusun arada derede soru önergesi vermesi, muhalefetin bizi desteklediği anlamına gelmiyor. Neden Türkiyeli translar bir anda her toplumsal olayı sırtlar bir pozisyona geldiğini artık aklım almıyor.
Birleşik Devletler’de, o duruşma salonlarında ve yasama görüşmelerinde translar kadar cis-heterolar da içeride dolu. Aileler dışında, dostlar, iş arkadaşları ve sadece demokrasi için endişeli vatandaşlar. En muhafazakar eyaletlerde bile canhıraş çalışıyorlar. Bu eyaletlerin nüfusları bazen yüz bin kişi etmiyor. Öğrenmemiz gereken en büyük derslerden biri bu. 2022 senesinde Utah valisi Spencer Cox Cumhuriyetçi muhafazakar bir vali olmasına rağmen “trans kızların spor müsabakalarından men edilmesi” yasasını veto etti. Özetle açıklaması şu oldu: “Dört çocuk sadece arkadaş edinmek ve bir şeyin parçası olmak istiyor… Nadiren bu kadar az kişiye böylesine kalabalık bir öfke duyulur.” Biz bu kadar azız ve her şeyle tek başımıza mücadele etmeye çalışıyoruz. Orada o dört birey için hareket eden çoklar var, Utah’ta da Birleşik Devletler’de de var. Söyleyin şimdi Türkiye’de LGBTİ+’ları önemseyen kaç kurum var?
Bunun tek nedeni homofobi ve transfobi olamaz. Bizler de belki de “zaten kimse dinlemiyor” diye laf anlatmayı bıraktık. “Zaten bizi istemiyorlar” diye ne kapıdan ne bacadan girer olduk. 550’den fazla yasa tasarısının çoğunu defetme gücü, senelerdir kurulmuş köprüler ve bu köprüler yalnızca kuir komüniteler içerisinde homojen kurulmamıştır.
Bugün biz ne zaman dernekler kapanacak, ne zaman yasaklar üstümüze yağacak diye bekliyoruz ve kimsenin desteğine sahip olmadığımızın farkındayız. Her şeyimizi verdiğimiz güya “müttefikimiz” ve güya “köprüler” olan ortak paydaşlarımız gerçekten bize destek oluyor mu? Verdiğimiz oylarla fobikleri meclise sokan bir ana muhalefet partisi var. Ya da kesişimsellikten anlamıyorsa, toplumun çoğunluğunun bir yansıması olan kimsesiz trans kadınları sırf kapsayıcı değil veya politik doğru dile hakim değil diye alanlarımızdan atarak kendi eko odamızı yaratmıyor muyuz? Kendi komünitemize el uzatmıyor ve bize el uzatmayan güya özgürlükçü grupların ekmek kırıntılarına neden razı oluyoruz? Bu ülkedeki hiçbir siyasi hareket LGBTİ+ dostu değilken neden birbirimize kalkan olmuyor, başka odakların amaçlarını dayanışma ağlarımıza zorluyoruz? Bugün kaçımız önemli LGBTİ+ davalarını takip ediyoruz, aslında hukuken birçok başarı elde ediyoruz.
Daha fazla başarı elde edebileceğimiz ve yeni mücadele zeminleri oluşturabileceğimiz bir siyasi konjonktür var. Velakin bunu yalnız yapamayız. Artık samimi ve hakiki köprülerle hareket etmemiz şart. Çünkü bizleri hedef alan siyasi odaklar ülke, din ve ırk ayırt etmeden birleşiyorlar. Küreselleşen bir dünyada münferit fobiklerle değil, tüm dünyada hayatımıza burnunu sokmak isteyen bir muhafazakar dalga ile karşı karşıyayız. Ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar, yanlış ve yalnız olmadığımızı hatırlamamız gerekiyor.
*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
*Bu yazı, Türkiye Avrupa Vakfı’nın yürüttüğü SAHNE projesi kapsamında Avrupa Birliğinin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.
Etiketler: insan hakları, aile, siyaset, dünyadan, sahne projesi, inceleme, yorum