14/11/2017 | Yazar: Melika Vivian

Kendimi suçlamamalıyım biliyorum ama kimi suçlayacağım? Bu sevgisiz dünyanın suçlusu kim?

Son zamanlarda yazmaya korkar oldum. Yazmak yüzleşmek demek çünkü. Yazmak kabul etmek zorunda kalmak demek bunca zamandır kaçmaya çalıştığım bütün o duyguları.

Kendimi suçlamamalıyım biliyorum ama kimi suçlayacağım? Bu sevgisiz dünyanın suçlusu kim?

Bu yazıya başlamadan önce genç bir kadının babasına yazdığı bir şarkıyı dinledim. Şarkıda kadın babasıyla arasındaki kopuk ilişkiden bahsediyor ve babasının onu hayatının dışına itmesine sitem ediyor. Ne zaman dinlesem beni çok etkiler o şarkı. O şarkıda kendimi bulurum çünkü. Aslında bence o şarkıyı kim dinlese aynı şekilde hisseder. Çok az insan vardır dünya üzerinde babası tarafından sevildiğini hisseden. Ama bunun sebebi babalar değil, biliyorum. Onlar da sever aslında, hepsi değil elbet ama çoğu, çoğu sever, biliyorum.

Sadece göstermeyi bilmiyorlar. Hani bir kalıp vardır sevmeyi bilmemek diye, işte öyle bir şey. Sevmeyi biliyorlar elbette, hissediyorlar o duyguyu ama o duyguyla ne yapacaklarını bilmiyor birçoğu. Tamam bütün suçu babalara atmak pek adil değil sonuçta bütün bunlar ataerkil sistemin bir sonucu; babalar güçlü olmalı, aileye bakmalı, çocuklarını korumalı filan filan. Birçok erkek kaçamaz bu baskıdan, ne yazık ki. Ataerkil duyguları zayıflık olarak görür bu nedenle erkekler göstermemelidir duygularını. İlginçtir ki ataerki aynı zamanda sevmeyi de sadece erkeğe bahşeder, kadın da sevilen olacaktır bu durumda. İnsanlar kadın ve erkek diye ikiyi ayrılır ona göre ve cinsiyetinin hakkını vermen gerekir. Kadının sevmesini bilmediğini söyleyen ataerkinin, eşcinsel ilişkiyi desteklememesinin bir diğer sebebi de budur; erkek seven kadın sevilen olmalıdır her zaman.

İllustrasyon: Daniel Stolle

Nereden başladım nerelere geldim yine. Komik değil mi? Ne zaman kendime karşı dürüst olmaya başlasam ataerkiyi suçlayarak bitiriyorum. Bir bakımdan doğru aslında birçok şeyin sebebi ataerkillik ama şunu da kabul etmek gerek ataerkilliği hayatta tutan da bizleriz. O zaman buradan işe başlamalıyım. Bir parçası olmamalıyım bu sistemin.

Heh bu kısma da geldiğime göre sanırım umutsuz hissetmeye başlamalıyım. Çünkü ne yapacağım ki, ne yapabilirim? Sistemden kopmak mümkün değil ki. Sistem giysimizde, yemeklerimizde, dilimizde, zihnimizde… İşte böyle bir labirentin içinde dolanıp duruyorum sürekli. Sıradaki kısımda elimden geleni yapmaya karar vereceğim kısım. Elimden geldiğince parçası olmayacağım sistemin. Kabullenmeyeceğim. Biliyorum bu yüzden asla ait hissetmeyeceğim hiçbir yere ama bu his yeni olmayacak nasılsa. En sonunda kendimi yine atacak bir yerler arayacağım umutsuzca; zor gelecek yaşamak. Ve bulamayacağım o yeri biliyorum. Ama bulmak belki de yoktur kaderimde. Kader dedim evet, şaşırdınız mı?

Kadere gerçekten inanıyorum ben. Ama kader dediğim şey sizin o zannettiğiniz gibi hayatımın ben doğmadan bir tanrı tarafından yazılması ve benim üzerinde hiçbir söz hakkına sahip olamamam değil, aksine kader her zaman değişen bir şey benim için. Evrenin sana doğru şeyleri getirmesi diyelim. Eğer bir şey doğruysa zamanı geldiğinde senin olacaktır.

Bu da böyle bir rahatlama yazısı. Ne yapalım elimden gelen bu, bu seferlik bununla yetininiz.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam