26/05/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Alın teriyle üretenler arasından çıkar, en saygı duyulası kahramanlar.

Alın teriyle üretenler arasından çıkar, en saygı duyulası kahramanlar. Emekçi dünyasında da, bu fazla bilinmeyen destanları yazanların birçoğu, “kara elmas” peşinde koşarken yaşamlarını kaybedenlerdir.

1974 yılında Edward Heath hükümetini alaşağı eden Birleşik Krallık Madenciler Sendikası - National Union of Miners (NUM), bundan on sene sonra Margaret Thatcher Hükümeti ile de BK tarihinin ve de belki de dünya işçi hareketinin en acı mücadelelerinden birini veriyordu. Thatcher Hükümeti, Ronald Reagan’dan aldığı gazla, son 8 senedir Recep Bey Hükümetlerinin hemen hemen aynısıyla taklit ettiği “serbest pazar” politikalarını uygulamaya koymak istiyordu. Bu da “Sosyal Devlet” kavramının ciddiye alındığı, sendikacılığın anavatanı, solun bir anlam ifade ettiği BK’de, özelleştirmek demekti. Sistemin krizlerinin, çalışanın sırtından çıkarılması demekti. İş güvenliğinden taviz verilerek, işsizliği arttırarak; “rekabet piyasası” palavrası ile zengini daha zengin yapmak, fakiri, işçiyi canından bezdirmek demekti. Kömür madenciliği gibi, bilgi birikimine, tecrübeye, özel koşullara dayanması gereken bir işkolunu devletin elinden çıkarıp, sadece ve sadece kâr motifiyle yanıp tutuşan patronlara satmak demekti.

Ben o günlerde, Engels’in de birçok makalesini kaleme aldığı, Manchester Katedrali’nin yanındaki kütüphaneden erkenden çıkar, eve yatmaya giderdim. Çünkü gece yarısını biraz geçe kalkıp, o zamanki evime en yakın kömür madeni olan Lancashisire’ın Güney Batısı’ndaki “Sutton Manor” kömür madeninin, sabah saat 3.30’daki vardiya değişimine yetişirdim. Madencilerin, sarı sendikalı veya sendikasız işçilerinin polis desteği ile grev kırıcılığı yapmalarını önlemek için diktikleri barikatlardaki, grev gözcüsü madencilere destek olabilmek için. Bu acı, ama şanlı direniş, Thatcher Hükümeti’nin ve o günlerdeki sömürücü kapitalist sistemin zaferi ile sonuçlandı. Hemen hemen bir sene süren grev sonunda yenilmiş, ama başları dik maden işçilerinin birçoğunun madenlerinin bandolarının başı çektiği yürüyüşler ve ailelerinin papatya yağmuru ve gözyaşları arasında, vakur bir şekilde sona erdi. NUM dize getirildi. Ardından 18 senelik özelleştirme, ülkenin doğal zenginliklerinin patronlara peşkeş çekilmesi, işsizlik ve zenginin daha zengin, fakirin ise daha fakir olduğu dönem başladı.

Memleketimizdeki, Karadon’daki son verdiğimiz 30 kurban da aynı mantalitenin kurbanı. Basınımızdaki kömür madenciliği konusunda, büyük bir kısmı kasıtlı olan bilgi kirliliğini ve cehaleti biraz temizleyerek ve aydınlatarak duruma bir bakalım: Karadon, Zonguldak bölgesinin bütün maden havzalarında olduğu gibi farklı ve çıkarılması o kadar da kolay olmayan kömür zengini bir maden. Bu bölge, yılları kapsayan bir kömür madeni çıkarma birikimine sahip. Özal döneminden, 83’te; önce misafirhanelerden başlayarak günümüze gelen ve Recep Bey Hükümetleri döneminde hızlandırılan bir özelleştirmeden başlamamız lazım. Bu özelleştirme, giderek yeraltı galerilerinin kurulmasından tutunuz da, bir zamanlar bu bölgede kaçak kömür çıkarıp satanların, maden sahibi patronlar haline dönüşmesine kadar geldi. Zonguldak bölgesinin bütün kömür madenciliği kültürünü öldürdü, özel sektöre peşkeş çekti. Havzada hem mühendis hem de işçi kalitesinde ciddi ve artan bir düşüş var. Bir zamanlar kendi bünyesinde “başçavuş” denilen eksperleri yetiştirebilen Zonguldak bölgesinde, artık böyle kalifiye elemanlar yetişmiyor. Güya bugünlerde “başçavuşlar”, akademik enstitülerimizde yetişiyor. Bu da tabii ki biraz, Brezilya karnavallarına, Konya’da sambacı yetiştirmeye benziyor!

Türk Basını’nın büyük bir kısmı aşağıdaki soruları sormayarak, Recep Bey Hükümeti’nin ekmeğine yağ sürmüştür, vebaline ortak olmuştur:

1) Neden Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda (TKK), özelleştirdikleri madenleri gerektiği sıklıkta denetleyebilecek yeterlilikte iş güvenliği uzmanı ve teknik nezaretçi yok?
2) Devlet adına, maden kanuna göre Çalışma Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü ve TKK’nın sorumluluğunda olması gereken denetleme işi, ancak 6 ayda veya senede bir yapılabiliyor; Karadon ve Zonguldak Havzası’nın diğer madenlerinde yeterli denetimi yapacak büroları var mı? Yoksa neden?
3) Ülkede istihdam sorunu da varken, bir zamanlar 60.000 işçiye kadar ulaşan kömür madeni sektöründe, neden bu günlerde bu sayı 10.000 civarında? Emekli olan işçilerin yerine, neden sadece emekli olan sayının yüzde 10’u istihdam ediliyor?
4) TTK, neden işçi statüsünde mühendis işe alıyor?
5) AKP’nin yandaş atama furyasının, kömür madeni sektörünün içine düştüğü durumdaki sorumluluğu nedir? Mesela babası da geçmişte bir grizu patlaması kurbanı olan, sektörün en deneyimli isimlerinden eski TKK Genel Müdürü Rıfat Dağdelen’in hem de kömür madeni kazalarının arttığı bir dönemde kızağa çekilerek, yerine yeni bir atama yapılmasının nedeni nedir? Yeni Genel Müdür’ün AKP bağları ve sempatisi nedir?
6) Sektördeki sendikalaşma oranı nedir? Hükümet politikası olarak bu hükümet, sendikalarla, maden mühendisleri odasıyla, neden iş güvenliği konusunda ortak çalışma yapmıyor? Bu tehlikeli işkolunda, neden sendikalaşmayı yüreklendirmiyor, maden mühendisleri odasının raporlarını yok sayıyor?

Benim gibi sizler de gözümüzün önünde, ekranlarımızdan takip ettiğimiz içler acısı faciayı, basının verdiği şekilde takip edip izlediyseniz, bir basın mensubu olmaktan neden utandığımı anlamışsınızdır. Yukarıdaki soruların hiçbirini dillendirmeyen basınımız, benim gördüğüm kadarıyla, Karadon’da hayatını kaybeden çoğu işsizlik kurbanı garibanların kaç tanesinin sendikalı olduğunu sormadı bile. Her zamanki gibi ekranlarına, oradan buradan eksperler çıkarırken, bu işleri en iyi bildiğini sandığım Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nden bir akademisyeni göremedim, dinleyemedim. Bu kazaların bir numaralı sorumlusu olan, sahipleri oldukları madenlerin deneticilerinin de maaşını veren, bir tane bile patron veya mesela Karadon madeninin galerilerini yapan özel firmanın herhangi bir sorumlusunu, TV ekranlarında herhangi bir açıklama yaparken gördünüz mü? Basınımızda ülkede her ıvır zıvıra bile biber olup ekilirlerken, bir tane yürekli araştırmacı gazetecinin bu patronların, firmaların peşine düştüğünü duydunuz mu?

Bir de şikâyet ediyor. Recep Bey, Türk basınını tam da istediği yere getirmiştir. Dinci basından, en ufak bir ihmal şüphesi yok! Damadının gazetesinin “her daim iktidar” yazarı, bakan beye telefon etmiş; ihmal yokmuş! Varsa yoksa Karadon’da sonuna kadar kalmaları konusunda talimat verdiği, iki tane ağlamaklı suratlı Bakan ekranlarımızda. Genel Maden İşçileri Sendikası’nın ne düşündüğünü duydunuz mu, kamuoyu biliyor mu?
Ekranlarımızı monopolleri altına almış iki bakandan tarikat sakallısı, kendini sadece “enerji” Bakanı zannediyor, ülkenin tabii kaynaklarını ve bu kaynaklardan yararlanmadan doğan sorunları unutmuş. Karadeniz’de, neredeyse her evden bir kanserli çıkarmış, dünyanın en tehlikeli nükleer teknolojisine sahip Rusya ile anlaşma yaptı ya! Karadon’a gelir, özelleştirme kurbanı,  para ve kâr hırsı yüzünden hayatlarını kaybetmiş işçilerin ailelerine 10’ar 1000 liralık sadaka sunar, oldu da bitti maşallah!

Bu ülkenin emekçilerinin, yoksullarının iki Bakan’ın sadakasına değil, yukarıdaki soruların cevaplanmasına, Karadon’daki facianın tekrar etmemesi için, hükümetlerinin her şeyi yaptığına ikna olmaya ihtiyacı var.

Devlet kesesinden verdiğiniz sadakanız sizin olsun, milletin malını “özelleştirmenin” yanlış bir politika olduğunu kabul etmenizi duymaya ihtiyacımız var, nükleer enerjinin bu ülkenin insanlarının menfaatine olmadığını itiraf ettiğinizi duymak istiyoruz, böyle bir facia karşısında bile bunları yapamıyorsanız, onurlu şey, istifa etmektir.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam