27/11/2013 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

Devlet Mahallesi, Başbakanlık tarafından ‘riskli’ bulunmuş. Buna ‘bak sen’ diyorum çünkü aynı şeyi Ayrancı ve Esat için de buyurmuş o Başbakanlık.

Tarihi Saraçevleri ya da Devlet Mahallesi, Ankara’nın devlet merkezi olduktan sonraki yıllarda üst düzey bürokratların konut ihtiyacını karşılamak için Alman mimar Paul Bonatz tarafından bitişik nizamda yapılan evler boşaltılıyor.
 
Bu evler, 1944 yılında devlet memuru olarak Ankara’ya gelen üst düzey memurlar için yapıldı. Son yıllarda ise daha lüks konutlara ve şehrin dışına çıkan bürokratlar yerine müdürlük ve şeflik düzeyindeki memurlara konut oludu.
 
Bu evler, bir yükseltinin etrafında bitişik nizamda biraz da Türk evi mimarisini anımsatır nitelikte geniş bahçe içinde, pencereleri birbirini görmeyen yapıda. Özelikle yol kenarındakilerde balkon yok. İki ya da üç katlı olarak tasarlanmış.
  
Özellikle de kış aylarında uzak olan eve gitmek yerine merkezi olan bu evlerin bir dairesinde oturan kardeşimde kaldığım çok oldu. İçeriye adım attığınızda şehrin merkezinde olduğunuz duygusunu terk ediyorsunuz. Pencereler çift kat yapılmış gürültü içeri sızmıyor. Zaten sokağa girdiğiniz de yeşil bir sessizlik başlıyor. Konutların katlarının azlığı kalabalıklardan arındırıyor.
 
Saraçevler’de oturan bürokratlar ve memurlar sadece oturmuşlar o evlerde. Yani bakım, onarım, tadilat işleri her daim devlete bırakılmış. Ön sıradaki evlerin arka pencerelerine, mutfağa geçtiğinizde geniş yeşil bir çalılık vardır. Orası şu anda bile sabahleyin kuşların cıvıl cıvıl oynaştığı ve kendilerine mekân edindikleri yerdir. Yüksek ağaçlar pek kullanılmamış buralarda. Alçak boylu ağaçlarla yabani bir çalılık gibi bırakılmış ya da daha önce yüksek boylu ağaçlar var mıydı? Onu bilemiyorum. O evlerde oturanların çocukları zaman zaman oralardan badem toplar, oynar, köpekleri koştururlar. Evlerin etrafında leylaklar, güller vardır ilkbaharda mis gibi kokan. Sokağa bakan ön kısımlarında (o sokaklar şimdi kim tarafından işletildiği belli olmayan ücretli otopark olarak kullanılıyor ne yazık ki) hâlâ meyve ağaçları var. Organik meyve toplayıp yiyebilirsiniz.
 
Balkonu olmayan evlerin mutfak pencerelerinin önünde tahta çıkıntılar vardır. Tahtaları bayağı eskimiş, kararmış, kırılmış. Buralara kışın tencerelerle yemek koyabilirsiniz. Yani doğal buzdolabı olur. Yazın da kuşlara ekmek kırıntılarını, yemek artıklarını bırakırsınız.  Ben bu evlerin yaşadığını düşünürüm hep. İlk yıllardaki yaşanmışlıkları, kavgaları, tartışmaları, aşkları, hastalıkları, ölümleri, siyaseti, devlet işlerini anlatır.
 
Başbakanlık tarafından “riskli” bulunmuş. Buna “bak sen” diyorum çünkü aynı şeyi Ayrancı ve Esat için de buyurmuş o Başbakanlık. Şimdi sormazlar mı 1944 yılında kurulan bir mahalle... En ufak bir çatlak, patlak, kayma, zemin oynaması yok. O tarihten bu zamana kadar kaç deprem geçirmiş Ankara. Ama en ufak bir izi yok bu evlerde... Demetevler’deki o 9-10 katlı binaları neden görmüyorlar? Evlerin çatlakları hâlâ belli. Denetimsiz, kontrolsüz yapılar, duvarları çatlamış, bodrumları su dolu. Başbakanlık ve Şehircilik Bakanlığı, belediye oralar için “riskli” kararı çıkarmıyor! Neden? Orada rant yok tabi. Zenginlerin istediği merkezde olmak şimdi.  Önce kent dışına kaçıp halkla aralarına mesafe koymak isteyen zenginler, kent çevresindeki ekim alanlarını yüksek, alçak, villa, şato vs. şeklinde betonla katlettiler. Eee olmadı şimdi canları merkezi çekti. O zaman oraların sahiplerini hemen yasadışı yollarla, cebren ve hileyle belediye ile Başbakanlık, Bakanlık, sermaye el ele verip vatandaşı atarız evlerine el koyarız olmazsa Dikmen Vadisi’ndeki gibi özel mafya ile sürüp çıkarırız diyor. Kentsel dönüşüm... TOKİ, Şehircilik Bakanlığı niçin var ki zaten?!
  
İçinde oturanların açtığı dava sonucu yıkım kararı yargıdan döndü. Cumhurbaşkanı olaya el atmış ve şimdi Saraçoğlu ya da diğer adıyla Devlet Mahallesi katledilmekten kurtulmuş görünüyor. Buraya yapılacak olan oteller, AVM’ler, çok katlı binalarla Kızılay nefesiz kalacak. Bu yeşil alandaki kuşlar, kediler, köpekler de sürülüp çıkarılacak. Bu rant, para, sermaye, insani olan her şeye düşman. Canlı, yaşayan ne varsa ona  düşman. Tarihmiş, anıymış, yaşıyormuş, konuşuyormuş, nefes alıyormuş, hissediyormuş, nesine gerek.  Ucunda para var mı yok mu? Yani “risk” faktörü kararını alanların yabacısı oldukları kavramlar.    
 
Ben bu evlerle, bahçelerindeki leylaklarla, sokaklarındaki kocaman meşe ağaçlarıyla, erik dallarıyla fundalıklarıyla, kuşlarıyla zaman zaman gidip halleşeceğim. Şimdi tam mevsimi sonbaharı kent merkezinde hissetmenin... Taş merdivenlere oturun. Ya da meşe ağacının altındaki bahçe duvarına. Dinlenin. Dinlenirken de dinleyin ağaçların, evlerin, pencerelerin, kuşların, salyangozların, palamutların sohbetlerini. Nefes alış verişlerini, fısıltılarını, yorgunluklarını, şikâyetlerini duyar hissedersiniz.    

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret