14/02/2022 | Yazar: Anjelik Kelavgil
Aşkın özgürleşmesinin yolunun renklerden ya da aşk vıcık vıcıklığından geçmediğindense eminim. Aşkı norm kılmaya çalışmayı bıraksalar belki biraz özgürleşebilir aşk diye düşünüyorum.
Ben hiç Sevgililer Günü kutlaması yapmadım, ömrümün 31. Sevgililer Günü olan bugün de dahil. Bunun birçok nedeni var ama en temel nedeni 14 Şubatlarda sevgilimin olmaması tabii ki. Bugüne kadar 14 Şubat’a dair o kadar çok eleştiri yaptım ki, eleştirmekten yoruldum diyebilirim. Yeri geldi kapitalizmin bir oyunu olarak işaretledim, yeri geldi heteronormativitenin gerici tahakkümünü sağlama almasının bir aracı dedim. Bazen “bana her gün sevgililer günü” diyerek kutlayanlara dönük hasedimi gizledim, bazen de “sevgiliye 1 gün mü yani” gibi ılık yorumlarda bulundum. Ama tüm bu yorumlarıma rağmen - hiçbirini bir sevgiliyle geçirmediğim Sevgililer Günü’ne dair söylediklerimin hepsini bir kenara bırakıp - tüm klişeleriyle bugünü kutlamaya dair bir uhdem olduğunu da itiraf etmeliyim. Klişe benim için role-play potansiyeli taşıdığından, gullüme de fazlasıyla alan açacağından eminim. Sevgililer Günü’nün işaret ettiği ve norm kılmaya çalıştığı makbul ve makul sevgililik ancak klişelerin gullümüyle çekilebilir sanırım. Bir yerde sevgilisi olanların sorunu tabii ki 14 Şubat’a dair bir duruş göstermek, ben de hevesimi aldıktan sonra o etik duruşu illaki gösteririm diye düşünüyorum ömrümün bir 14 Şubatında.
Makbul ve makul olan heteronormatif sevgililiğin kutsandığı 14 Şubatlarda lubunya dostlarının meseleyi “love is love”dan öteye taşıyamamasından da sıkıldım mesela. Cis-hetlerle temas ettiğimiz karma alanlarda “renk, renklilik, renklerimiz” olarak işaretlenmekten sıkıldığım kadar sıkıldım hem de. “Love is love” makamının “renkler” mertebesine çıkarıldığım her an sözümün kıymetsizleştirildiğini hissetmişimdir mesela. Bu söylemlerden yükselen pandalama kokusundan ise hiç bahsetmiyorum. Lubunyaların heteronormatif topluma “yalnız biz de aşık oluyoruz” demeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum; meselenin aşkla anlatılabileceğini ya da heteronormatif toplumun aşk ponçikliği içerisinden lubunyalara “hoşgörü” devşirebileceğini de sanmıyorum. Lubunyaları bu toplumun kurucu bir parçası olarak göstermenin yolunun cishet kalabalıkları “[renkli kalpler] aşk aşktır abiiiğ [renkli kalpler]” koduyla hoşgörüye çekerek başarılabileceğini de sanmıyorum. Cishetlerin “vicdanına” seslenerek onları “hoşgörü gösteren” noktada görmenin kendisini de bir hayli problematik buluyorum. Lubunyaların aşkını ve ilişkilerini normatif cishetlerin aşk ve ilişkilere baktığı yerle empatiye çekmenin de yersiz ve yararsız olduğunu düşünüyorum. Cishet kütlelerin değişim ve dönüşümünün onların hoşgörüsünü okşamakla olacağını zannetmeyi de bir hayli safça buluyorum.
Aşk, sevgililik ve ilişkiler üzerine de türlü normlar kurarak kendi normlarını inşa eden heteronormativite açısından lubunyaların varoluşunun yıkıcı etkisi ortadayken; heteronormativitenin aşkında lubunyalara yer açmaya çalışıyor olmak bana en basit tabiriyle lubunyaları hiç anlamamak gibi geliyor. Herhangi bir normativitenin olmadığı dünyaya giden yolun normatif olanın hoşgörüsüne sığınmaktan geçmediğindense neredeyse eminim.
Makbul ve makul aşkı heteronorm bir ahlak cenderesinden geçirerek bizlere pompalayan düzenin aşkla kurduğu ilişkiyi de bir hayli sorunlu buluyorum. Şarkılara bakmak yeterli sanırım bu sorunlu ilişkiyi tanımlamak için; aşkla ölümü, aşkla yok olmayı, aşkla onuru, aşkla yıkımı tarifliyor tüm aşk şarkıları. Aşkla kaygıyı ve kaybetme korkusunu o kadar iç içe işliyor ki tüm şarkılar, insan günün sonunda aşktan korkarken bulabiliyor kendini. Aşkı bu kadar tanrısallaştıran ve oyunkurucu hale getiren aklın, heteroluğu norm kılan akılla aynı akıl olduğu bu kadar ortadayken özgürleşmiş bir aşktan ne derece bahsedilebilir, pek emin değilim. Aşkın özgürleşmesinin yolunun renklerden ya da aşk vıcık vıcıklığından geçmediğindense eminim. Aşkı norm kılmaya çalışmayı bıraksalar belki biraz özgürleşebilir aşk diye düşünüyorum.
Aşkı tanımlamaya çalışmak beyhude bir çaba aslında. Sözcük kendi varoluşu gereği hepimizde bazı anlarda bazı duygulara işaret etmekten öteye gitmezken, ki bazılarımızda öyle bir etkisi de yok; aşkı, herkesi kesen bir genel geçer tanıma sokmaya çalışmayı gereksiz buluyorum. Aşkı bir zorunluluk gibi işaret etmek, aşk şudur demek ve aşık insan şöylediri buyurmak tam da heteronormativitenin işi gibi değil mi?
Her şeyin, herkesin, her ilişkinin ve her aşkın biricikliğine kaldırıyorum kadehimi, fonda Hande Yener - Bugün Sevgililer Günü, dinlemediyseniz mutlaka dinleyin.
Anj. <3
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam