02/11/2015 | Yazar: Murat Kandemir

Hatırlıyorsanız sinema ve edebiyat tutkunları Demirkubuz’un "Bulantı" filmini merakla beklemişti. Film gösterime girmeden film üstüne çokça yazılıp, çokça çizilip, çokça konuşulmuştu.

Hatırlıyorsanız sinema ve edebiyat tutkunları Demirkubuz'un "Bulantı" filmini merakla beklemişti. Film gösterime girmeden film üstüne çokça yazılıp, çokça çizilip, çokça konuşulmuştu.

Film gösterime gireli neredeyse bir ay olacak. Hala film hakkında sağlam bir eleştiri getirilmedi. Nasıl olurda çıkmadan üstüne çok konuşulan bir film, çıktıktan sonra insanları susturmuştu?

Neden filmin beklentiyi karşılayıp karşılamadığı konusunda hala sağlam bir eleştiri getirilmiş değil?

Neden film gazete, televizyon ve sosyal medya platformlarında gösterime girmeden önceki şöhretinin altında bir seyirde gidiyor?

Sizce bütün bu olup bitende bir mantık hatası yok mu?

Daha çok konuşulması, yazılması, çizilmesi gerekmez miydi?

Beğenildiyse memnuniyet,

Aksi durumda hayal kırıklığının dile getirilmesi gerekmez miydi?

Mantıklı olan bu değil miydi?

Sizi bilmem ama bu durum benim kafamda iki soru işareti bıraktı.

Ya film çok kötüydü eski filmlerin hatırına seyirci Demirkubuz'u harcamak istemiyor.

Ya da film anlaşılamadığı için arada kaynayıp gidiyor.

Çünkü başka ihtimal aklıma gelmiyor.

Ya bugüne kadar yaptığı filmlerde Dostoyevski ve Camus edebiyatını kadraja başarıyla oturtan yönetmen "Bulantı" da çakozlayınca seyirci geçmişi uğruna mevzuyu absürbe ediyor.

Ya da bu güne kadar seyirci karşısına edebiyat sinema kompozisyonu ile çıkan yönetmen, bu sefer felsefe sinema kompozisyonuyla seyirci karşısında çıktığı için ezberci seyirci filmden bir şey anlamıyor.

İkisi de kötü ihtimal ama üçüncü bir ihtimalde görünmüyor.

Bütün bu negatif ve pozitif olumlamalardan sonra

Bütün bu neden nasıllardan sonra

daha sağlıklı bir çıkarıma varmak için 

isterseniz filme kısaca bir göz atalım:

Döngü öteki filmlerdeki gibi yine iki karakter etrafında.

"Ahmet" ve "Aslı".

Sevgililer ama aralarında enteresan bir bağ var.

"Ahmet" okuyan sorgulayan dünyayı kavrayan yardımsever

Ama vurdumduymaz bir öğretim görevlisi.

Sürekli kafasının içindeki nehrin debisi ve deltasına göre ruh hali değişen biri.

İnsan tabiatı ve kendi gerçeği arasındaki bağı inceltmiş.

Karısı ve çocuğunun trafik kazasında ölmesine rağmen hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam eden,

İçindeki nehrin deltasıyla debisinin akışında.

"Aslı" hem olağanı alışkanlık haline getirmiş,

hem sıra dışına tutkulu biri.

"Ahmet"le ilişkisinin zemin şekil, parça bütün ilişkisine uymadığını ara ara hissetse de

Bu doku uyuşmazlığı bazen midesini bulandırsa da 

Gerek ego ekseninde gerekse de cinsel eksende denge sağladığı için  ilişkinin akışında.

Derken bu bulantıya, bu mide spazmlarına daha fazla dayanamayan "Aslı" bir noktadan sonra isyan eder.

Ve gerçek film o sahneden sonra başlar.

"Bir insan hem bu kadar korkak hem bu kadar acımasız nasıl olabilir,

Sen karısını ve çocuğunu kaybetmiş bir adamsın Ahmet:

Şu halimize bir bak

“Sanki karısını ve çocuğunu kaybeden ben,

Hiçbir şey olmamış gibi davranan sensin" 

diyerek filmi ortadan ikiye böler.

Bu çıkış sığ yaklaşınca ilişki prototipine anlam vermeye çalışan bir kadının isyanı gibi görünse de aslında gamsız ve vurdumduymaz yaşayan insanların ruh halini, yaşam biçimini ve davranış modellerini şekillendiren o içsel nehrin deltası ve debisine bir gönderme niteliği taşıyor.

Bununla da kalmıyor, 

O nehrin deltası ve debisi arasında gidip gelmenin gerçek hayatı nasıl felç ettiğinin de altını çiziyor.

Zaten filmin bu sahnesinden sonra metnin neden "Bulantı" olarak ifade edildiğinin kapıları da aralanıyor.

Filmin sonuna doğru sahnelere viral mayınları döşenmişçesine insan ister istemez  Demirkubuz'un diğer filmlerine küçük küçük yolculuklar yapıyor.

Bir an kader, bir an masumiyet, bir an bekleme odası, bir an yeraltı hissi yapışıyor insanın gırtlağına.

Gırtlağa yapışan o his nedense hep aynı şeyi hatırlatıyor insana:

Mideni bulandıran yaşanmışlıkları kusmazsan, kusamadıkların aklını da bulandırmaya başlar.

Hani evrensel bir yasa vardır ya:

“Miden bulandığında  kusman lazım,

kusmazsan ya zehirlenirsin ya da ölürsün”

En küçük örnekle nefes olarak aldığın oksijeni karbondioksit olarak vermezsen beyin kanamasından ölürsün.

Senaryo eleştirmenleri, sinema eleştirmenler, edebiyat eleştirmenleri filmden ne anlar, ileriki süreçte filme nasıl bir eleştiri getirir bilemem,

Ama benim "Bulantı"dan anladığım şu:

“Midenizi bulandıran yaşanmışlıkları kusun

kusmazsanız bu mide bulantısı aklınızı ve ruhunuz bulandırmaya başlar,

kusmadan üstüne bir daha yaşarsanız karşı tarafın da midesini bozarsınız”

Ama kusup yaşarsanız iştahla yaşarsınız. 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam