13/05/2013 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Analar ağlamasın sloganı etrafında bir ülke barışa yürürken tekrar savaşı çağıran sloganlar üretenlere kulak asmayıp Ortadoğu’da barışı, demokrasiyi ve en önemlisi eşitliği savunmalıyız…

Analar ağlamasın sloganı etrafında bir ülke barışa yürürken tekrar savaşı çağıran sloganlar üretenlere kulak asmayıp Ortadoğu’da barışı, demokrasiyi ve en önemlisi eşitliği savunmalıyız…
 
Büyük Türkiye lafı genelde benim içime korku salan bir laf. Yakın dünya tarihine baktığımızda büyüme hevesine kapılan tüm ülkelerin Almanya’dan Sovyetler’e aldıkları yenilgileri görmek fazlasıyla kolay. Dahası, Amerika gibi ’’büyük sanılan’’ ülkelerin de büyüme yolunda geniş coğrafyalarda ödettikleri bedeller ortada. Afganistan’da, Irak’ta bugün patlayan bombaların ardında ABD’nin sorumluluğunu görmemek büyük bir körlük olur.
 
Türkiye’nin ’’büyüklüğü’’ ise yeni bir argüman. Her fırsatta hükümetle çatışan partilerden bile Türkiye’nin büyüklüğüne yönelik yapılan vurgular, Cengiz Çandar ’’beyefendinin’’, ki kendisi sol ya da özgürlükçü camiada bile hâlâ ne hikmetse sevilmektedir, Maoculuk yıllarından kalma güç sevdasının tezahürüdür. Başbakan Maocu mu diye soracak olursanız elbette değildir, ama sonuçta bahsi geçen konu emperyalizmdir ve emperyalizm, tüm dünya halkları için en hızlı bulaşan ölümcül hastalıktır.
Bu büyük Türkiye bizim olmak zorunda olduğumuz bir şey midir? Örneğin Başbakan’ın barış kardeşlik projesi dediği Kürt açılımı ve barış süreci sahiden Büyük Türkiye için midir yoksa coğrafyadaki Kürtler için mi? Bu tarz sorularla baş başa kaldığımızda, yeni bir savaşın eşiğinde olduğumuzu da göz önüne alırsak, Büyük Türkiye’nin 0 sorundan mahallenin kabadayılığına yürüyenlerin yeni stratejisi olduğu. Aramızdaki ’’yeni Enver Paşa’ların’’ karanlık Sarıkamış’lar tarihini uzatmak istediğini görmek pek de zor değil.
Büyük Türkiye’yi konuşurken kastedilen elbette yalnızca Suriye değil. Somali’deki açlığı ve kıtlığı bölgenin yer altı kaynakları ve bölgenin Türk stili neoliberalleşmesini sağlamak adına değerlendirip bölgede İngilizlerle moral çatışma halinde olmak da Büyük Türkiye’nin bir yüzü. Geçtiğimiz hafta Yeni Şafak’ta yayınlanan Somali üstüne haberlerden oluşan seri de bunun bir göstergesi. Yakınımızdaki hatta sınırlarımız içindeki bölgelere bile iskân götürmeyi zulümden gören bir hükümetin Somali’ye el uzatmasını sadece İslam’la açıklayacak kadar naif olanlarınız varsa yakın dönemde AKP’li bürokratların yaptıkları Somali açıklamalarına ve yapılan neoliberal dönüşüm adımlarındaki etkin role, Somali’deki İngiltere destekli örgütlerle Türkler’in yaşadığı gerilime bakmaları şart.
 
Türkiye büyümek istiyor. Bu kesin; ama bu ’’coğrafi ve ekonomik’’ büyüme yanında moral bir değer getirmiyor. Vaktiyle Çin’in soykırım yaşayan Sudan’a gösterdiği ilginin binde birini göstermeyen üstüne bir de ülkede diktatör ağırlayanlar, bugün Müslüman Somali’yi keşfediyor. Çünkü tıpkı Çin’in Sudan’a olan ilgisi gibi Türkiye’nin Somali ilgisinin de ekonomik olarak okunması elzem.
Tam da bu noktada yanıbaşımızda süren savaş, süregelen barış süreci, Fırat Dicle su kardeşliği vs. derken ’’büyüyen Türkiye’’ için ölülerin istatistikleşmesi ve dahi kimi liberallerin ölüleri bedelleştirmesi hiçbirimizi şaşırtmamalı. Çünkü korkmalıyız ve bu korkuya göre konum almalıyız. Analar ağlamasın sloganı etrafında bir ülke barışa yürürken tekrar savaşı çağıran sloganlar üretenlere kulak asmayıp Ortadoğu’da barışı, demokrasiyi ve en önemlisi eşitliği savunursak ne Baas rejimlerine ne de kendi otoriter kapitalizmimize mecbur kalırız. Türkiye’nin büyük olmasından ziyade Türkiye’nin barış ve adalet duygusuna sahip yurttaşları olan bir ülke olması çok daha ahlaki bir durum olsa gerek. Çünkü büyüklük iş insanlarının, barış ve adaletse bizim yüzümüzü güldürür. Bundan şüphesi olan var mı?

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret