10/07/2024 | Yazar: Jasmin E Duraner
Nasıl ki queer çalışmalar, çeviri alanında yeni ve eleştirel bir perspektif sunuyor ve belki de daha kapsayıcı bir çeviri pratiğine katkıda bulunuyorsa, çeviribilim de kültürel ve dilsel normları sarsmak ve alternatif anlatılar oluşturmak için farklı ve çeşitli araçlar ve yaklaşımlarla queer çalışmalara zenginlik katabilir.
“Çeviri kültürler arasında bir köprüdür.” Bu basit çeviri tanımı da bu tanımdaki köprü de yıkılalı çok oluyor. Artık çeviribilimde farklı sosyo-ekonomik bağlamlar, kültürel yapılar, öznellikler aktarılırken yeniden şekillenen ve yeni bağlamlarda hayat bulan kavramlar, eserler, fikirler ve ayrıca bunların yeni bağlamlardaki etkileri çalışılıyor. Çeviribilim araştırmacıları çevirinin, güç ilişkileri ve ideolojilerle nasıl şekillendiği ve bunları nasıl yansıttığı üzerine çalışmalar yaparken öte yandan çeviri sürecindeki eyleyenlerin ve çevirinin kendisinin kültürel kimlik temsillerindeki rollerini de irdeliyor. Dolayısıyla, çevirinin telif esere göre ikincil pozisyonda sıkışıp kaldığı, çevirmenin görünmez olduğu ve olması gerektiği, çeviride sadece tek bir karşılığın olabileceği bir norm yok artık karşımızda. Çeviri, doğası gereği akışkan olan, çevirmenin bilhassa görünür olmayı seçebileceği ve tabii ki politik bir eylem olarak karşımıza çıkarken çeviribilim de bu paradigma değişikliği ile beraber anlamın tekilliğini ve kaynak metin-çeviri metin ikiliğini sorunsallaştırıyor. Bu da çeviriyi queer ile bir anlamda buluşturuyor ve bize çevirideki queer imkanları sorgulatıyor.
Peki normatif cinsiyet ve cinsellik anlayışlarını sorgulayan ve bu anlayışlara meydan okuyan bir alan olarak queer çalışmaları, çeviribilimle kuramsal ve pratik olarak nasıl birleşir ve queer çeviri haline gelebilir?
Queer çeviri, çevirmenin metindeki normatif anlayışları sorguladığı bir eylem diyebiliriz
Queer çeviri denilince belki de ilk akla gelen queer kimliklerin temsil edildiği metinlerin çevirisidir. Tabii ki yanlış değil, ama oldukça eksik. Queer çeviri, çevirmenin metne eleştirel bir gözle yaklaştığı ve metindeki normatif anlayışları sorguladığı bir eylem diyebiliriz. Yalnızca metinlerin dilsel olarak çevrilmesi süreci değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet ve cinsellik normlarının nasıl yansıtıldığının ve nasıl ters yüz edileceğinin tartışıldığı bir zemin. Bu bağlamda queer çeviri heteronormatif ve heteroseksist dil ve kültürel normları sorgulayan ve bunlara karşı çıkma amacı güden ve hatta çeviri sürecinde bu söylemleri dönüştüren politik bir araç olarak görülebilir.
Çeviribilimin içerisinden bakınca çeviriyi queer yapan sadece bu özellikler değil elbette. Çeviribilimci Brian James Baer[1] çeviriyi performatiflik kavramıyla ilişkilendirerek, diller arasında yıkıcı bir belirsizlik alanı olduğuna dikkat çeker ve bu alanın da kolayca ya da doğrudan çevrilebilirliğe ilişkin her türlü normatif fikre meydan okuyan queer bir alan olduğunu öne sürer. Baer'e benzer şekilde, queer çeviriye odaklanan pek çok akademisyen queer ve çeviribilim arasında bir benzerlik kurma eğilimindedir. Baer ve Klaus Kaindl, Queering Translation, Translating the Queer[2] adlı kitaplarının "Giriş" bölümünde, queer çalışmaları ve çeviribilim arasındaki benzerliklerle ilgili olarak, queer çalışmaların öteki olma durumunun nasıl temsil edildiği konusunda araştırmalar yaptığını, çevirinin ise temsile içkin olarak bulunan ötekiliği ortaya koyduğunu öne sürmektedir. Bir başka örnek de çeviribilimci Pauline Henry-Tierney'nin hem çeviribilimi hem de queer çalışmaları performatif, akışkan ve yıkıcı olarak tanımlamasıdır.[3] Aaron Lacayo, çeviri ve queer pratikler arasında bilinmeyen olasılıklar açısından bir başka benzetme yapar. Lacayo, kaynak metin ve çevirisine atıfta bulunarak, metnin kendisi ile henüz ortaya çıkmamış sonsuz sayıda olasılık arasında queer bir karşılaşma olduğunu söyler ve çeviriyi queer bir pratik olarak kavramsallaştırır.[4] Queer çeviri üzerine yazılmış ilk kapsamlı kitap olan Queer in Translation'ın[5] “Giriş” bölümünde Brett Jocelyn Epstein ve Robert Gillet, queer ve çevirinin belirsizlik, kayganlık ve iktidar ve cinsellik konularını ele almak gibi birtakım benzer özelliklere sahip olduğunu söylemekte ve kuramsal açıdan çevirinin doğası gereği queer bir pratik olduğunu ve queerliği irdelemek için olanak sağladığını iddia etmektedir. Bu bağlamda queer çeviri, queer kimliklerin temsil edildiği, queer yazarlarca üretilen ya da çevrilen metinlerin çevirisinin ötesinde olan ve normatifliğin hegemonyasıyla mücadele eden politik bir duruşla yakından ilişkili bir pratik anlamına geliyor.
Kaos GL Dergisi’nin çevirileri
Bahsettiğim bu araştırmalar queer çalışmaları ve çeviribilim arasındaki paralel perspektiflerin ve bağlantıların son on yılın konusu olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki çeviribilim çalışmaları için ise oldukça yeni bir alan ve imkan. Dolayısıyla kendi doktora çalışmamda[6] “queer çeviri” kavramının sınırlarını belirlemek benim için zorlu olduğu kadar da ufuk açıcı oldu. Araştırmam sırasında inceleme fırsatı bulduğum Kaos GL’nin ilk sayılarında yer alan edebiyat dışı metinlerin çevirilerini de queer çeviri kapsamında ele aldım. Kaos GL Dergisi’nin bilhassa ilk yıllarında yayımlanan çeviri ve telif metinlerin konularına bakarken şöyle tematik bir gruplandırma ortaya çıkmıştı: LGBTİ+ hakları, aktivizm, kimlik, sağlık, LGBTİ+ hareketinin tarihi, küresel ve yerel güncel gelişmeler, cinselliğin politikası, fetişizm, arzu, erotizm, pornografi, ırk ve sınıfla ilgili konular. Peki bu metinleri queer ya da bu çevirileri queer çeviri yapan neydi? Metnin başında bahsettiğim gibi queer çeviri tabii ki cinsel kimlikler, cinsiyet ifadeleri, cinsel yönelimler, cinsiyet politikaları ve LGBTİ+ haklarıyla ilgili konuları irdeleyen metinlerin çevirilerini kapsıyor. Ancak sadece bundan ibaret de değil. Queer çeviri dediğimizde sosyal kurumların cinsellik, kimlikler, arzu ve cinsel pratiklere ya da varoluşlara uyguladığı baskıları ve söylemsel müdahalelerini sorgulayan ve bunları ters yüz eden, toplumdaki normatif yapılara direnen metinlerin çevirisini anlıyoruz. Kaos GL Dergisi’ndeki temaların seçimi de bu alanlarda bilgi üreterek, aktararak ve yaygınlaştırarak hegemonik rejimlere ve baskılara müdahale etmeyi ve bunları yıkmayı amaçlıyor aslında. Bu anlamda queer çeviriler sadece temel insan hakları açısından LGBTİ+ aktivistlerin davalarını ileri götürmekle kalmıyor, aynı zamanda cinsellik, cinsiyet, arzu, gibi konulardaki normatifliğe de direniyor. Bu nedenle queer çeviriye, LGBTİ+'ları baskı altında tutan ve ötekileştiren ana akım egemen anlatıya karşı çıkan ve onu bozguna uğratan, queer ittifaklar oluşturabilmek için Türkiye kültür repertuarına yeni seçenekler sunan ve aynı zamanda Türkçede queer bir literatür oluşturan çeviri metinleri dahil ederek, Kaos GL Dergisi’nde bu temalar çerçevesindeki edebiyat dışı bilgilendirici metinleri ve akademik yazıların çevirilerini queer çeviri olarak adlandırdım.
Çeviri faaliyetlerinin oldukça yoğun olduğu 1994-1995 yıllarında dergide yayımlanan çevirileri incelediğimde, bilhassa bu dönemde Kaos GL bünyesinde örgütlenen, yazan, çeviri yapan aktivistlerin siyaset, temel haklar, tarih, sağlık konuları ve LGBTİ+’ların ilişki kurabileceği kişisel hikayeler ve deneyimler de dahil olmak üzere LGBTİ+ meselelerine ilişkin bilgiyi paylaşma ve yayma sorumluluğunu üstlendiğini gördüm. Türkçe bir queer repertuarın ve literatürün henüz ortaya çıkmadığı bir zamanda, çeviriler sistemsiz ve amatör olsa da bu tür yeni temaların, bilgilerin, fikirlerin ve kavramların Türkçeye taşınmasında merkezi bir rol oynuyordu.
Anlatının hegemonyasını yıkmak üzerine yapılan bir çeviriyi queer çeviri olarak adlandırmak yanlış olmaz
Metinsel incelemelerde ise dergideki çevirilerde temel amaç metni eksiksiz olarak Türkçeye aktarmak gibi görünüyor, ancak çeviriyi kaynak metinden farklılaştıran birtakım ortak çeviri pratikleri de göze çarpıyor. Aktivist çevirmenler italik ve kalın yazı biçimleri, altını çizme, çeviride öne çıkarılan bazı alıntılar ve yanmetinsel araçlarla (dipnotlar, metin içi notlar, çevirmen notları, editoryal notlar gibi) makaleleri bir ölçüde yeniden yapılandırıp düzenlemiş. Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinde önem arz eden temalar, bilinmesi gereken tarihsel ya da güncel olaylar ya da LGBTİ+’ların yaşadığı benzer deneyimlere bu şekilde dikkat çekilerek Türkçeye aktarılmış ve yeni oluşan Türkçe queer literatürün bir parçası haline gelmiştir.
Çeviri metinlere yapılan bu müdahalelerle birlikte öne çıkan bir diğer konu ise, Kaos GL Dergisi aracılığıyla bu çevirilerin kaynak metinlerinden farklı bir külliyatın parçası olması. Örnek vermek gerekirse; AIDS üzerine yazılan ve ilk çevirisi yapılan makaleler (Sontag, 1989; Ero, 1991, Fasikül 10)[7][8] cinsellik ve sağlık konulu bir ansiklopedide yayınlanmış ve bu da bu metinleri aslında sağlık ve tıpla ilgili makaleler külliyatı içerisine yerleştirmiştir. Bu metinlerin Kaos GL Dergisi’nin 1994 tarihli 3. sayısında yayınlanması ve az önce bahsettiğim müdahaleler çevrilen metni yeni bir çerçeveye oturtmuş, bu sayede sadece hedef okuyucu kitlesi değil, aynı zamanda makalelerin odak noktası ve parçası olduğu külliyat da değişmiştir. Bu müdahalelerle Kaos GL bu yazıları / makaleleri yeni oluşmaya başlayan queer literatüre dahil etmiştir. Belki daha da önemlisi, LGBTİ+’lara karşı kamusal anlatının hegemonyasını yıkan alternatif bir anlatının da parçası haline gelmiştir. Yine aynı makalelerden örnek vermek gerekirse; AIDS hakkındaki makaleler bir sağlık ansiklopedisinde bilgilendirici metinlerken Kaos GL Dergisi’nde o dönemde AIDS’i eşcinsellikle ilişkilendiren egemen “bilimsel” anlatıya direnen bir karşı anlatıya dönüşmüştür.
Bu çevirilerin derginin “Sunuş” bölümlerinde tanıtılması, dergideki benzer konulardaki diğer telif eserlerle ilişkilendirilmesi de alternatif bir anlatının örüldüğüne işarettir. Bu stratejiler, yönlendirmeler dolaşıma girecek ve mevcut kamusal anlatıyla mücadele edecek bu çeviri metinlerin meşru hale gelmesini ve güvenilir birer kaynak olmasını da destekliyor. Normatif olmayan cinsel kimliklerin, cinsel yönelimlerin ve cinsiyet ifadelerinin vs. medikalize ve izole edildiği, periferiye itildiği bir ortamda egemen kamusal anlatıya direnmek tabii ki güçlü ve güvenilir kaynakların olmasını gerektiriyordu. Makale ve yazar seçimleri, editoryal notlar, çevirmen notları ve çeviri eserlerin telif olanlarla desteklenmesi bu meşruiyeti bir anlamda sağlıyordu. Queer çeviri meselesine gelince, AIDS üzerine yazılan bilimsel bir makale tek başına queer çeviri olarak adlandırılmayabilir. Ancak anlattığım bu bağlam içerisinde, queer kimlikler üzerinde baskı kuran ana akım “bilimsel” anlatının hegemonyasını yıkmak üzerine yapılan bir çeviriyi queer çeviri olarak adlandırmak yanlış olmaz.
Sonuç olarak doğası gereği aktivist bir amaca hizmet de eden queer çeviriler LGBTİ+’ları toplumun çeperine iten kamusal anlatılara direnmek, bunları ters yüz etmek ve siyasi ve toplumsal değişim sağlamak için kullanılan bir pratik ya da bir araç haline de geldi. Zaman içerisinde hem akademi hem de taban hareketi queer çevirilerin de aracılığıyla küresel tartışmalara aşina olmakla kalmadı, bu tartışmaların ve hatta bilgi üretiminin de bir parçası oldu. Doktora çalışmam da queer çeviri pratiğinin, Türkiye’de yaklaşık 30 yıldır gönüllüler tarafından entelektüel aktivizm aracı olarak kullanıldığını, aktivist çevirmenlerin kaynaklarını, zamanlarını, enerjilerini ve motivasyonlarını toplumda bir dönüşüme yol açmak için kullandıklarını açıkça göstermiştir. Dahası, Türkiye bağlamında çeviri ve queer aktivizmi arasındaki görünmez bağı aydınlatmış ve ortaya koymuştur. Ancak bahsettiğim üzere, queer çalışmalar ve çeviribilim arasındaki paralelliklere, queer çeviriye dünya çapında akademik çalışmalarda gecikmiş ancak artan bir ilgi olmasına rağmen, Türkiye’de bu iki alanın araştırmacıları birbirlerinden habersiz kalmıştır. Türkiye’den çeviribilim araştırmacıları yeni yeni çevirideki queer imkanları sorunsallaştırmaya başlasa da bildiğim kadarıyla, queer çalışmalarla ilgilenen araştırmacılar çeviriye halen sadece bir araç olarak yaklaşmakta ve olası kuramsal katkılara odaklanılmamaktadır. Nasıl ki queer çalışmalar, çeviri alanında yeni ve eleştirel bir perspektif sunuyor ve belki de daha kapsayıcı bir çeviri pratiğine katkıda bulunuyorsa, çeviribilim de kültürel ve dilsel normları sarsmak ve alternatif anlatılar oluşturmak için farklı ve çeşitli araçlar ve yaklaşımlarla queer çalışmalara zenginlik katabilir. İnanıyorum ki queer çalışmalar ve çeviribilim arasındaki kesişim noktası, araştırmacılara yeni sorular sorduracak, yeni perspektifler sunacak ve bu sayede her iki alanın da daha kapsayıcı ve adil bir dünya yaratma çabasına önemli katkılar sunacaktır.
[1] Baer, B. J. (2021). Queer theory and translation studies: Language, politics, desire. New York: Routledge.
[2] Baer, B.J. and Kaindl, K. (Eds.). (2018). Queering translation, translating the queer: Theory, practice, activism. New York: Routledge.
[3] Henry-Tierney, P. (2020). At the confluence of queer and translation: Subversions,
fluidities, and performances. In L. von Flotow and H. Kamal (Eds.), The Routledge handbook of translation, feminism and gender (ss. 255-265). New York: Routledge.
[4] Lacayo, A. (2014). A Queer and Embodied Translation: Ethics of Difference and Erotics of Distance. Comparative Literature Studies 51(2), 215-230.
[5] Epstein, B.J. and Gillet, R. (2017). Introduction. In B.J. Epstein and R. Gillet (Eds.), Queer in translation (ss. 1-7). London and New York: Routledge.
[6] Duraner Dikmen J.E. (2022). Queer translation of non-literary texts as activism in Turkey. (Yayımlanmamış doktora tezi). Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul.
[7] Ero (1991). Fasikül 10. İstanbul: Boyut Yayın Grubu.
[8] Sontag, S. (1989). AIDS and its metaphors. New York: Farrar, Straus and Giroux.
Bu yazı, Türkiye Avrupa Vakfı’nın yürüttüğü SAHNE projesi kapsamında Avrupa Birliğinin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.
Etiketler: kültür sanat, sahne projesi, inceleme, yorum