12/01/2011 | Yazar: Murathan Mungan

Öteki'nin hakkını aynılaşarak koruyamayız. Başkalarının yaşama ve varolma haklarını, farklılıklarımızı korumak pahasına tanımalıyız. Varsın arkadaşımız olmasınlar!

Öteki'nin hakkını aynılaşarak koruyamayız. Başkalarının yaşama ve varolma haklarını, farklılıklarımızı korumak pahasına tanımalıyız. Varsın arkadaşımız olmasınlar! Birarada yaşamanın yolları ancak böyle kurulur. Hem tek tek ayrı hem yan yana birlikte durmayı öğrenip bildiğimizde...

Söylenecek sözün çokluğu, bazen insanı dilsiz bırakır. Tıkanır, kalırsınız. Haklılığın suskunluğu, diğer suskunluklara benzemez; düğümü zor çözülür. Hrant Dink'in öldürüldüğü ilk gün, AGOS'un kapısında, karşı kaldırımda dururken içimden geçenlerle, dilime azalarak, seyrelerek gelenlerin uçurumunda kayboldum. "Gençliğimiz cenaze kaldırmakla geçti," dedim arkadaşlarıma. Benim kuşağım 30 yıldır bunları yaşıyor, bir 30 yılımız daha var mı, belli değil.
Tek başına zaten yeterince trajik ve yaralayıcı olan bu ölüm, aynı zamanda yakın tarihi ürperterek çağrıştırdıkları, hafızadan geri çağırdıklarıyla da kavurucuydu. Her yeni ölüm, diğerlerini de ilk günkü ölümlerin acısıyla diriltir.
 
Kaç kitap yazarsanız yazın, bazen böyle dilsiz kalırsınız.
***
AGOS'un özel sayısı için yazdığım bu yazıda, yalnızca siyasal bir suikast sayılamayacak bu cinayetin anatomisine, sosyal nedenlerine, tarihsel katmanlarına uzun uzadıya girecek değilim. Çok yönlü, çok boyutlu bu olay hakkında kuşkusuz söylenmesi, üzerinde durulması gereken birçok şey var; nitekim bir bölümü yazılıp söylenmeye başlandı bile...
Diğer önemli bir bölümü ise, "öldürülmüş gazeteci kimliği" üzerinden Hrant Dink'le hısımlık, akrabalık ilişkisi kurmaya çalışan; yıllardır yalnızca dili, söylemiyle değil; zihni, ahlakı ve tasavvuruyla da tamamen magazinleşmiş büyük medya tarafından hunharca kirletiliyor, anlam ve değer kaybına uğratılıyor. Bu malum "bir kısım medya"nın, ikiyüzlü, riyakâr tutumu, cinayet sonrasında yaptıkları yayınlar nedeniyle, belki de ilk kez, yalnızca "marjinal gözler" tarafından değil, daha geniş kesimlerce algılanır, kavranır oldu. Olay sonrası tanıklıklarımdan biri budur.
 
Sakin bir kafayla, serin bir tutumla, kuşatıcı, derinlikli çözümlemelere bugün her zamankinden çok daha fazla gereksinim olduğunu bilmekte; perona yeni bir trenin girdiğini fark etmekte yarar var.
***
Öncelikle konuyu doğru seslendirmek gerekir: Hırant Dink bir gazeteci olduğu için değil, bir Ermeni olduğu için öldürüldü. Çok yıldır bu topraklarda sesi onun kadar tok çıkan pek fazla Ermeni yoktu. Dilsizleştirilmiş, sindirilmiş, görünmez edilmiş Ermeni kimliğin haklı ve güçlü bir sesi olduğu için; onlara çizilmiş içinde hareket edebilecekleri dar sınırları geçtiği için öldürüldü. Üstelik bunları şovenizme, fanatizme, ırkçılığa kapılmadan; barışa, kardeşliğe, eşitliğe kucak açan bir dil ve söylemle yaptığı için daha tehlikeli kabul edildi. Hangi milletin taşıyıcısı olursa olsun, "milliyetçilik"ler, birbirini karanlığından tanır çünkü. Bu nedenle birbirleriyle nasıl baş edebileceklerini bilir; birbirlerinin silahlarını, yaralarını ve oyunlarını tanırlar. Sevginin sahtesi olur, ama nefretin olmaz. Nefretin gözleri karanlıkta da görür.
Onlar için Hrant Dink, hem düşmandı, hem bildikleri düşmana benzemiyordu. Onu, daha da "ötekileştiren", yalnızlaştıran bir durumdu bu.
 
Hrant Dink "görüldü". Görülmek, görülebilir olmak önemlidir. Onu hedef tahtası haline getiren şey, en başta bir Ermeni olarak "görülebilir" olmasıydı. Bu ülkede Ermeniler genellikle görünmezler. Göze batmadan yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Adları, soyadları, kimlikleri bir biçimde silikleştirilmiş, karartılmış, kalabalığa karıştırılmıştır. Görülmek, varolmak, çağrıştırmak, hatırlatmak, dolayısıyla da "izlenmek" demektir. 301. maddeyle ya da namluyla.
Azınlıkların hafızası daha güçlüdür. Onlar daha çok hatırlarlar. Yalnızca uzak tarihi değil, 6-7 Eylül olaylarını da. Bu nedenle dilsizlikleri daha koyudur. Kaldı ki, Apo'dan bile "Ermeni dölü" diye söz eden resmi dilin gündelik uyarıları, hafızanın o kadar gerilere gitmesine bile gerek bırakmaz.
***
Hrant Dink, elbette aynı zamanda gazeteciydi. Aydın, muhalif bir gazeteci olduğu için de öldürüldü. Tıpkı diğerleri gibi. Gazetecilere tanınan, içinde hareket edebilecekleri kuşatılmış sınırları aştığı için de öldürüldü. Tıpkı öncekiler gibi, tıpkı sistemli bir biçimde katledilen Kürt gazeteciler gibi, tıpkı kaderini benzer karanlık güçlerin çizdiği benzer bazı ülkelerde de olduğu gibi.
Bu ülkede kişinin söz söylemesinin, düşüncesini açıklamasının bedelinin öldürülmek olabileceği, böylelikle bir kez daha herkese hatırlatılmış, 301. maddeyle yeterince cezalandıramadıklarının, 7,65'lik tabancayla susturulabileceği herkese gösterilmiş oldu.
***
Sisteme yaslananların bunu yaparken kendi güçlerinden başka güvendikleri birkaç temel olgu var: Toplumun hafızasızlığı, kitlelerin yılgınlığı, muhalefetin süreksizliği gibi. Önceki cinayetlerin karartılmış delilleriyle, askeri darbeler tarihinin her şeyin üstünü örten kalın ve kirli örtülerine, unutuşun toplumsal gücüne yaslanıyorlar.
Hrant Dink'in katili yakalanamadı aslında. Yalnızca tetiği çeken yakalanmış oldu. 17 yaşındaki bir genç, Hrant Dink'in öldürülmesini isteyen niceleri adına tetiği çekmiş oldu. Onun çektiği tetikte daha nice elin parmağı var. Olay yerinde belki yalnızdı. Ama yalnız değildi. Arkasında yıllardır sistemli bir biçimde kışkırtılan, kanla ve kinle bilenmiş kitlelerin uğultusunu duyuyordu. Tıpkı bir maçta kendini toplumsal isterinin uğultusuna teslim etmiş bir fanatiğin kör adımlarıyla zaferinin kalesine koşuyordu. Yıllardır töre cinayetlerinde 15 yaşındaki oğulların eline tabanca tutuşturan zihniyete töre indirimi uygulayan hukuka sahip bir "devlet"in elinden nasıl kurtulabileceğini bilmenin özgüveniyle koşuyordu. Yakın tarihte Trabzon'daki her linç girişiminin, devlet yetkililerince nasıl hoşgörüyle karşılandığının bilgisine ve onayına sahipti. Sonunda kurt dişi kana değdi.
***
Katilleri, örgütlerden önce iklim yaratır. Bu cinayette, yıllardır Türk olmayanlara kin ve düşmanlık aşılayan okul kitaplarından beyaz cam reklamlarına, stadyum tribünlerinden asker uğurlamalarına, maşizm ve faşizm propagandacısı "Kurtlar Vadisi" gibi televizyon dizilerinden büyük gazetelerin günlük manşetlerine varana dek egemen kılınan saldırgan üslubun salyalı imzası var. Milliyetçiliğin, liberal politikaların yedeğinde modernize edilmeye çalışılan en "light" biçiminden, hiçbir müdahale kaldırmayacak en ham, en ırkçı, en şoven haline tanınan kültürel imtiyazın doğal ve kaçınılmaz sonuçları bunlar. Gerçeği ve hayalisiyle Abdullah Çatlı'lardan, Mehmet Ali Ağca'lardan, Polat Alemdar'lardan kahramanlık ikonları yaratan, Maraş olaylarının, Lockheed skandalının, Madımak Oteli'nin, yüzlerce faili meçhul cinayetin ve daha nicelerinin hesabını vermemiş bu kültürel iklim ve atmosfer, elbette İstanbul'a uzak herhangi bir taşra şehrinin ışığı kıt internet kafesinde oturup dünyada kendine bir yer, bir ad, bir kimlik arayan birinin ruhunu çabuk ele geçirir.
***
Bu nedenle, Hrant Dink'in öldürülmesinin arkasında belli bir örgütün olup olmamasının tek başına hiçbir anlamı yok. Bir örgütün bulunmamasının devlet yetkililerini niye bu kadar rahatlattığını anlamak mümkün değil. Bu cinayetin arkasında yıllardır kanla, kinle, nefretle, lanetle, düşmanlıkla beslenerek örgütlenmiş, kendinden olmayana yaşama hakkı tanımayan milliyetçiliğin vahşi "dil"i var aslında. Sistemin dili bu, resmi dil bu, büyük medyanın dili bu. En büyük örgüt o. Bu dile teslim ettiğiniz toplum, nasıl olsa katilini yaratmakta zorluk çekmez. Azmettiricisi, bu cinayet için başvurduğu ilk iki kişiyi ikna edemezse, üçüncüsünü eder.
Bizim gibi toplumlarda neden kurbanlarla, katiller, genellikle toplumun yoksul kesimlerinden çıkıyor sanıyorsunuz?
Yoksullar dillerini ararlar çünkü. Öyle ya da böyle.
***
Benim için en önemli şey, Hrant'ın Ermeni değil, buralı olmasıydı. Buralı olmak, bir kültürel iklimin ortak tarihine yaslanmak demektir. Aramızdaki dil, din, cinsiyet ve benzeri tüm farkların hem korunup hem kaynaşması esasına dayanır. Bunun bize yok etmeye çalıştığımız imparatorluk mirası olduğunu düşünüyorum. Toprak kardeşliğiyle birbirimize bağlıyız.
Hepimiz buralıyız. Önemli olan bu. Öğrenmemiz gereken bu.
Yazık ki, kurban vermeden bir şey öğrenmeyen bir toplumuz biz. Eminim, bu ölüm de bize yeni şeyler öğretecektir.
Nitekim Hrant Dink'in cenazesinin yürüyüşüne katılan kalabalıklar, uzun süredir hiç hissetmediğim bir umudu uyandırdı içimde. O sessiz, vakur ve kararlı kalabalık, her şeyin o kadar da kaybolup gitmediğini düşündürdü. Tanımadığım kardeşlerim olduğunu düşündürdü. Çekildiği köşesinde politik bir güce dönüşmeyi bekleyen önemli bir gizil gücün varlığına işaret etti. Bir yerlerde küskün duran bu kalabalığa değmeyi, dokunmayı beceren bir politik hareketin yeni bir imkan yaratabileceğini düşündürdü.
Keşke bu kalabalık 301. maddeden ötürü Hrant'a dava açıldığında, mahkeme kapısına yığılmayı da bilseydi. Neden ölmeden haklı olamıyoruz bu ülkede? Neden ancak ölünce haklı oluyoruz?
***
"Hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeniyiz" sloganıyla kurulmaya çalışılan empatiyi, verilmeye çalışılan iletiyi anlıyorum. Ama bu slogana da, tıpkı bir zamanlar karşı çıktığım "Arkadaşıma dokunma" sloganı gibi içimden itiraz ediyorum. Bilindiği gibi, "söylem"in ardında "ideoloji" yatar. Öteki'nin hakkını aynılaşarak koruyamayız. Başkalarının yaşama ve varolma haklarını, farklılıklarımızı korumak pahasına tanımalıyız. Varsın arkadaşımız olmasınlar! Birarada yaşamanın yolları ancak böyle kurulur. Hem tek tek ayrı hem yan yana birlikte durmayı öğrenip bildiğimizde... Yeni bir dünyanın diliyle...
Yaşarken öğrettiklerinden fazlasını ölümüyle öğreten Hrant Dink, rahat uyu!
 

Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam