10/02/2022 | Yazar: Hayat Çelik
Transların varoluşunda gibi görünen “kusuru, yanlışı, uyumsuzluğu”, A’dan Z’ye her ifademizde, devlete havale etmenin vakti gelmedi mi? Ben transların sürecinin, bir “Cinsiyet Uyum Süreci” olarak kodlanmasını oldukça yanlış buluyorum. Bu ifade, tıbbın ve özellikle psikiyatrinin translara yönelik geliştirdiği (“uyumsuz kimlik”) geleneksel yaklaşımın uzantısı, devamıdır.
Türkiye’de yaşayan transların sorunlarına kim olarak, nereden, nasıl bakıyoruz? Türkiye’deki trans politikalarının dili, kimlerin ağzıyla konuşuyor? Atanmış ismimize karşın kendi ismimizi koyma kudretimiz, kendi sürecimizi adlandırmaya da yetiyor mu? Cinsiyet kimliği sürecimize ilişkin yaşadığımız sorunlar, bu alandaki sosyal politikaya, yeterince ve doğru bir şekilde yansıyor mu?
Yukarıdaki sorular, transların sürecine ilişkin cevaplanması gereken temel sorulardan birkaçı. Türkiye’de yaşayan transların sorunlarına kim olarak, nereden, nasıl baktığımız; sorunları tanımlama şeklimizi ve sorunlara yaklaşımımızı belirliyor. Yaklaşımın, yaşanılan sorunu, doğru işaret etmede ne derece önemli olduğunu, engelli hak mücadelesi örneği üzerinden görebiliriz.
Türkiye’deki tek trans öz örgüt olarak kurulan Pembe Hayat dahil olmak üzere, LGBTİ+ sivil toplum örgütlerinin, transların sürecine atadıkları “uyum” ifadesini sorunsallaştırıp, cinsiyet kimliği süreci temelinde transların değil, devletin sağlaması gereken uyuma işaret edilmesi gerektiği yönündeki politik eleştirimi dile getirmiştim. Ancak maalesef ya yeterince derdimi anlatamadım, ya da gözlerden kaçtı. Bir ihtimal daha var ki, orası arı kovanı gibi çomak sokarsam işin içinden çıkamayabilirim. O ihtimal, kimin kime tabi kılındığıyla ilgili, kimin söz söyleme, ad koyma kudretine ne kadar sahip olduğuyla ilgili. Kimin trans özne olup, karar mekanizmalarında ne kadar aktif rol aldığı ile ilgili. Kimin istihdamda, kendine ne kadar yer bulduğuyla ilgili. Kimin akademiye, kimin uzmanlık gerektiren farklı disiplinlere yön verdiğiyle ilgili. O yüzden, o ihtimali bu yazıda sadece güç ve otorite olarak ele alacağım.
Türkiye’de yaşayan transların sorunlarına kim olarak, nereden, nasıl bakıyoruz sorusuna ben: Türkiye’de yaklaşık on yıldır transların sürecine ilişkin gönüllü emek veren, alt sınıfa mensup, işsiz, isyankar, feminist, çocuk da kariyer de yapamayan trans aktivist bir kadın olarak cevap veriyorum.
Engellilik günümüzde bir bakım ya da rehabilitasyon sorunu olarak değil; insan hakları, yurttaşlık ve eşitlik sorunu olarak görülmektedir. Engelli hareketinin talepleri ve sesleri bu yaklaşım değişiminin temel nedenidir. (1)
Neden engelli hak mücadelesi?
Çünkü engelli bireylerin hak mücadelesinde kat ettikleri yolun, trans mücadelesinde de çok işlevsel olacağını ve aralarında, yaşanılan sıkıntılar açısından benzerlik olduğunu düşünüyorum. Zira engellerimiz ortak. Engellerimiz var oluş biçimlerimizde değil, egemen toplumsal zihniyette ve devletin politikalarında.
Engellilere yönelik sosyal politikalarda gelişen yaklaşıma benzer bir sürecin, translara yönelik sosyal politikalarda da, A’ dan Z’ye bir dil olarak geliştirilmesi gerekiyor.
Eskiden engel, kişiye özel bir kusur olarak görülürken; artık toplumların kusurlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan ayrımcılık sorunu olarak değerlendirilmekte.(2) Örneğin yürüme engeli olan bir kişinin, hayata eşit katılımının önündeki engeller, önceden salt onun bedeni üzerinden işaret edilerek, buz dağının altındaki sebepler görünmez kılınıyordu. Engelli bireylerin yaşadığı sorunlar, kendi bedenlerinin “eksikliğine” indirgeniyordu. Devletin, sokakların, binaların, kurumların engelli erişimine ne kadar uygun olduğuna yönelmiş bir politik yaklaşım egemen değildi.
Daha sonraları, konunun öznesi olan engelli bireylerin, kendi bakış açılarının, deneyimlerinin, kendi sözlerinin sosyal politikalara taşınmasıyla birlikte; soruna yaklaşımda, sorunu ifade ediş biçiminde, saf değiştirir gibi bir farklılık oluştu. Çünkü kusur, engelli bireyin bedeninde değil, sağlamcı toplumun, devletin organlarındaydı. Değişen yaklaşımla birlikte, sorunun kişiye özgü bedensel bir sorun olmaktan öte, bir ayrımcılık biçimi olarak ele alınması gerektiği vurgulandı ve sorun kamusallaştı.
İşte aynı yaklaşımı, transların cinsiyet kimliği sürecine de kazandırmalıyız. Transların süreçte yaşadığı sorunları cinsiyet disforisine indirgeyen geleneksel yaklaşımı terk edip, sorunu doğru açıdan ifade etmeliyiz artık.
Türkiye’de yaşayan biz transların sorunu, salt bir cinsiyet disforisi sorunu olarak değil; insan hakları, yurttaşlık ve eşitlik sorunu olarak ele alınmalıdır. Trans hareketinin talepleri ve sesleri bu yönde oluşturulacak olan sosyal politikalara taşınmalıdır.Soruna bakış açımız, konunun özneleri safından olmalıdır.
Evet, çoğunuzun zaten bildiği şeyleri söylüyorum ancak mesele tam da sorunu ifade ediş biçimimizden cereyan ediyor. Transların varoluşunda gibi görünen “kusuru, yanlışı, uyumsuzluğu”, A’dan Z’ye her ifademizde, devlete havale etmenin vakti gelmedi mi?
İşte bu sebeplerle, burada bir daha gür bir sesle tekrar etmek istiyorum:
Ben transların sürecinin, bir “Cinsiyet Uyum Süreci” olarak kodlanmasını oldukça yanlış buluyorum. Bu ifade, tıbbın ve özellikle psikiyatrinin translara yönelik geliştirdiği (“uyumsuz kimlik”) geleneksel yaklaşımın uzantısı, devamıdır. Ayrıca süreci bir “uyum süreci” olarak kodlayacaksak, öncelikle transların değil; aile başta olmak üzere, toplumu inşa eden politikaların, yasaların translar için uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Transların değil, devletin ve toplumun tepeden tırnağa, cinsiyet kimliği çeşitliliğine uyumlu hale getirilmesi gerekiyor.
Burada, her ne kadar, trans öznenin kendi cinsiyet kimliği beyanı yönündeki uyum kastediliyor olsa bile, ben bunu sadece iyi niyetli bir yaklaşım olarak görüyorum. Çünkü cinsiyet kimliğimiz yönünde, kendimizi gerçekleştirmemize engel olan şey, cinsiyet disforimizden önce, içine doğduğumuz ikili cinsiyet rejiminin kendisindedir. Bedenlerimizi uyumsuzlayan cinsiyet disforisi sorunu da zaten, içine doğduğumuz ikili cinsiyet rejiminden bize yansıyor.
Bazı translar, cinsiyet kimliği ile bedensel cinsiyet özellikleri “uymadığı” "örtüşmediği" için hoşnutsuzluk duyup bir sürece ihtiyaç duyabilir. Ancak bu hoşnutsuzluk halinin şiddeti, başlı başına kişisel değildir ve ne kadarının toplumsal ne kadarının kişisel olduğu da görecelidir. Dolayısıyla buradaki hoşnutsuzluğun oluşmasında, ikili cinsiyet normlarını esas alan ailenin-toplumun-devletin payı oldukça fazla olduğu halde; devletin/toplumun cinsiyet kimliğine yönelik sağlaması gereken ‘uyum’a işaret etmiyor. Oysaki transların sürecinde, yaşadığı zorlukların çoğu da, devletin cinsiyet kimliği odaklı göz ardı ettiği, kendi uyumsuzluğundan kaynaklanıyor. Devletin cinsiyet kimliği uyum sorunu var, biz transların değil. İlla sorunu, uyum süreci olarak kodlayacaksanız, devletin uyum sürecine bizden daha çok ihtiyacı var. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ve cinsiyet kimliği çeşitliliğine uyum sağlamış bir devlet, biz transların sürecini oldukça kolaylaştıracaktır.
Dolayısıyla trans öznelerin cinsiyet kimliği hoşnutsuzluğuna değil, trans var oluştan hoşnutsuz olan toplumun ve devletin sağlaması gereken uyuma işaret edelim sorunu. Konuya neden sonuç ilişkisi içinde yaklaşmamız gerekiyor. Çünkü çocukluğumuzdan itibaren biz translara, “uyumsuzluk” atayan, bu egemen cis normatif yapının kendisidir. Bizlere lütfettiği “cinsiyet uyum süreciyle”, bizleri makbul ve makul bireyler olmaya mı davet ediyor? Neden cinsiyet kimliğimiz tabi kılınıyor? Cinsiyet kimliğimiz değil midir tabi olunması gereken?
Öte yandan ben, trans bir özne olarak yaşadığım sorunların cinsiyet disforisine indirgenmesinden oldukça rahatsızım. Hem politik düzlemde hem de psikolojik açıdan. Sorunun kaynağı olarak işaret ettiğimiz yer; bedenlerimiz değil, bedenlerimiz üzerinde tahakküm kuran cis-hetero normatif erkek egemen devletin kendisi olmalıdır.
Dolayısıyla cinsiyet disforisi de dahil, yaşadığımız sorunlara yönelik sosyal politikalar, cinsiyet kimliği ekseninde trans öznelere değil; ekonomik, sosyal ve politik koşullar kapsamında, devletin sağlaması gereken bir uyuma işaret etmelidir.
Translara yöneltilen “Cinsiyet Uyum Süreci” ifadesi, daha çok psikiyatrik bir yaklaşımın ifadesiyle örtüşmektedir.
Bedensel cinsiyeti ile cinsiyet kimliği arasında uyumsuzluk yaşayan, karşı cinsiyette olma arzusu taşıyan kişilerin hissettikleri sıkıntı cinsiyet disforisi olarak adlandırılmaktadır (3).
Cinsiyet disforisi DSM-5’te (APA 2013) en az 6 ay süre ile doğumda belirlenen cinsiyet ile deneyimlenen/ifade edilen cinsiyet arasında belirgin bir uyuşmazlığın oluşu şeklinde ifade edilmektedir ve Türkçeye çevirisinde söz konusu tanı “cinsel kimliğinden yakınma (hoşnut olmama)” şeklinde çevrilmiştir (Amerikan Psikiyatri Birliği 2013)(4).
"Cinsiyet Uyum Süreci" ifadesi, transların sürecinde yaşadığı zorlukların tümünü, cinsiyet disforisine indirgeyen bir ifadedir. Oysaki translar süreçlerinde, atanmış cinsiyet temelli, ikili cinsiyet rejiminin, cinsiyet kimliği uyumsuzluğundan kaynaklı sorunlar yaşıyor. Cinsiyet disforisi, bu sorunlardan sadece bir tanesidir. "Cinsiyet Uyum Süreci" dediğimiz zaman, bu sorunların yükünü de, trans öznelerin omuzlarına yıkmış oluyoruz. Cinsiyet disforisi buzdağının görünen kısmıdır; buzdağının görünmeyen kısmındaki, devletin cinsiyet kimliği kusurlarına iade edelim bu uyum sürecini. Biz transların tabi kılındığı “Cinsiyet Uyum Süreci” ifadesinin akışını tersine çevirelim ki, asıl bu sürece tabi olması gerekenler iyice ortaya çıksın!
Onu desek yanlış, bunu desek yanlış, peki ama nasıl ifade edeceğiz?
Transların yasal süreci, bir cinsiyet kimliğinin gelişim sürecinin devamıdır. Bu sürece, ayrıca bir isim atamak, geçmişten bugüne hep tartışma yarattı ve hep sorunlu oldu. Çünkü, öncelikle bu süreci tanımlayanlar trans deneyimin öznesi değillerdi ve hep cis normatif otoriteler referans alındı.
Halihazırda, trans öznelerin her biri süreçlerini farklı şekillerde ifade ediyor. Translar arasında hiçbir zaman bu konuda bir uzlaşı olmadı. Mesele de zaten trans öznelerin sürecini nasıl ifade edeceği meselesi değildi. Buradaki mesele trans olmayanların süreci ne şekilde ifade etmesi gerektiği ve bu sürece adını koyma iradesini, kimin ne şekilde kullandığıdır. Bu iradeye, kimin ne şekilde dahil olduğudur.
Benim, transların cinsiyet kimliği sürecine ilişkin, alandaki sivil toplum çalışanlarına, ruh sağlığı uzmanlarına, hukukçulara, sosyal hizmet uzmanlarına önerim şu: Süreci genel olarak ifade ederken, olabildiğince nötr bir dil ile ifade edebilirsiniz. Herhangi bir “uyuma, geçişe, değişime, dönüşüme” vurgu yapmak gerekmiyor. Böyle bir vurguyu tercih ettiğinizde, danışanlarla karşı karşıya gelme riskiniz her zaman var. Daha da önemlisi, tercih ettiğiniz vurgu, danışanlara kendini iyi hissettirmeyebilir. Örneğin; “Cinsiyet uyum süreci” ifadesi bana iyi hissettirmiyor. “Cinsiyet değiştirme süreci” çoğu transa iyi hissettirmiyor. O cepte, kesin bir bilgi olarak kenarda dursun.
“Cinsiyet kimliği süreci, trans (-ların) süreci, trans kimlik süreci” gibi nötr ifadeler herhangi bir çatışma yaratmayacağı gibi, politik olarak da sorun yaratacak çağrışımlarda bulunmuyor. Zaten hukuki,medikal süreçleri ifade ederken herhangi bir zorluk yaşanmıyor.
En başta sorduğum şu soruyu hatırlayalım: Atanmış ismimize rağmen kendi ismimizi koyma kudretimiz, kendi sürecimizi adlandırmaya da yetiyor mu? İşte bu yazı, trans bir öznenin politik iradesidir. Ne kadar karşılık bulacağı, tamamen sizlerin bu iradeyi ne kadar ciddiye alacağınıza bağlı. Türkiye’nin tek trans örgütünün bu politikayı ne kadar sahipleneceğine bağlı. Karar mekanizmalarında yeteri kadar transların yer almadığı, LGBTİ+ örgütlerin insafına bağlı. Ama ruh sağlığı uzmanlarının, sosyal hizmet uzmanlarının, avukatların, akademisyenlerin vb insafına kalmayacak kadar da politik!
(Bu yazıya katkılarından dolayı L. Alp Akarçay’ a sonsuz teşekkürlerimle)
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
* Bu yazı, Avrupa Birliği'nin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla KAOS GL’ye aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.
Kaynaklar:
1. Engellilere Yönelik Sosyal Politikalar / Doç. Dr. Şenay GÖKBAYRAK
2. Engellilere Yönelik Sosyal Politikalar / Doç. Dr. Şenay GÖKBAYRAK
3. Türk Psikiyatri Dergisi 2018;29(1):11-21/Cinsiyet Disforisi Olan Bireylerde Cinsiyet Değiştirmenin Ruh Sağlığı ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkileri 2/11
4. Türk Psikiyatri Dergisi 2018;29(1):11-21/Cinsiyet Disforisi Olan Bireylerde Cinsiyet Değiştirmenin Ruh Sağlığı ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkileri 2/11
Etiketler: insan hakları, yaşam, sağlık