06/01/2009 | Yazar: Erinç Seymen

iktidar kategorilere ihtiyaç duyar.

iktidar kategorilere ihtiyaç duyar. bireylerin ve kitlelerin amaçlanan toplum düzenine uyarlanabilmeleri ve bu düzen içinde arzulanan biçimde işlerlik kazanabilmeleri için sınıflandırılmaları, kategorilere bölünmeleri, arşivlenmeleri gerekir. iktidar sahipleri ve düzen kurucular (devlet, dinsel örgütlenmeler ve tüm diğer üst kurumlar) toplumun yönetimi için nüfus sayımının yeterli olmadığını gayet iyi bilirler; elbette ki özne cinsiyeti, yaşı, mesleği vs. nin toplamından biraz daha fazlasıdır.

yine de bireyler, düzenin korunması adına her biriyle teker teker "uğraşılmasını" gerektirmeyecek şekilde geniş kategoriler içinde gruplanmalıdır: iktidarın perspektifinden bakıldığında toplum, yan yana gelmeyi seçmiş insanlardan çok, bir "tipler tiyatrosu" olarak görünür. ancak "tipleri" toplumun kendisi icadeder.burada tıpkı hedef kitlesini belirleyen bir reklamcı gibi düşünmeliyiz: tipler (örneğin maden işçileri, anneler, eşcinseller...) bireylerin diğerlerine göre daha çok önem atfedilen niteliklerine (örneğin meslek, ailevi rol, cinsel pratik) indirgenmesiyle oluşturulur.1 iktidara düşense bu tipleri kendi lehine (ama aslında onların refahı için) gereçselleştirmek, denetlemek, onlar adına toplumsal misyonlar seçmek ve hatta işine gelmediği zaman onlara karşı tedbir almaktır. toplum normlar, ideolojiler, ahlaki dogmalar türetir, iktidar odakları da bunları alıp mutlaklaştırır, stratejik yönetim aygıtlarına dönüştürür ve propaganda yoluyla istismar eder.2 bu noktada toplumun icadettiği ve kodladığı tipler iktidarın zayıf hedefleri haline gelir. çoğu birey, toplumun onu "onun adına" tarif etmesine ve böylece iktidar tarafından konumlandırılmaya elverişli bir form almasına karşı direnmek şöyle dursun, kendi kendini bu tip modellerine uygun şekilde yontar. bu kendini benzer kılma işlemi, bireyi özgün bir kimlik inşa etme yükünden ve hiç bitmeyecek içsel keşiflerden, iktidar ve toplumu da yaşadığı sürece az ya da çok değişen özneyi tanıma zahmetinden kurtarır. kopyalamalar bazen o kadar başarılı olur ki, icad edilmiş insan tiplerini doğrularcasına stereotipik bireyler ortaya çıkar.

toplumda "eşcinsellik" bir cinsel kategori olmanın ötesinde bir yaşam tarzını çağrıştırır. "eşcinsel" tarihaşırı bir insan tipidir; ete kemiğe bürünmüş stereotip olarak mumyalanır, o hep ne olduysa yine o olarak kalacaktır, herkes eşcinsellerin ne olduğunu bilir. şüphesiz ki cinsel kimlik herkesin yaşamındaki birincil belirleyicilerden biridir, ancak eşcinsel bireyin yaşamındaki tek belirleyici öğenin cinsel kimliği olduğu farzedilir ve biyografisi cinsel kimliğinden ibaret bir varlık olarak yazılır. yaşamı ne denli başarı öyküleriyle süslenmiş olursa olsun o, tipler tiyatrosundaki trajik figürdür. eşcinseller değişmeyen imgelerine o kadar mahkumdur ki, yaşayan insanlardan çok birer görüngü gibi algılanırlar, "aramızda" gezinip durmalarına alışılmış hayaletler, maddeleşmiş fantazmaları anımsatırlar. bir rönesans tablosundaki eşcinsel ne ise sokakta karşılaşılan eşcinsel de sanki odur; ikisi de uzakta ve gerçekdışıdır.nasıl olup da ortaya çıktıklarına akıl sır erdirilemeyen, halkların şurasına burasına belli sayılarda serpiştirilmiş mitolojik yaratıklara benzerler. her ne kadar mevcudiyetlerinden yakınıp dursa da, eşcinseller kötücül ikonlar olarak iktidar için gayet faydalıdırlar. toplumun eğitilmesi uğruna birkaçının insan içine karışıp boy göstermesine destek bile verilir; zira eşcinselin yaşamı öğreticidir. bu nedenle yaşam öykülerinin halk arasında -tıpkı fabllar gibi- kulaktan kulağa anlatılması kamusal ahlağın sağlamlaştırılmasına katkıda bulunacaktır.iktidar bir anlamda, ne kadar önlem alırsa alsın toplumun fire verebileceğini kabul eder ve ibretler aracılığıyla çoğunluğu etkisi altında tutmaya çabalar.

insanların cinsel yönelimleri genelde iki kategoriye ayrılarak ele alınır: heteroseksüalite ve homoseksüalite. ancak bu ayrım ne davranışbilimsel ne de kültürel anlamda bireylerin cinsel kimlikleri ve cinsel pratikleri hakkında pek bir şey söylemez; örneğin heteroseksüel birey iflah olmaz bir sodomist olarak yaşamını sürdürebilir. keza bu dualist ayrım kendi "normallik" ve "anormallik" öğretilerini oluşturmakta da yetersiz kalır. temelde hemcinse yönelimin bir patoloji, karşı cinse yönelimin ise sağlık belirtisi olduğu varsayılsa bile, heteroseksüel birey hazza ulaşmak için penetrasyona başvurmaksızın (örneğin sado-mazohist pratikler dahilinde) sayısız yol seçebilir. haz ilkesini reddeden ve cinselliğin yalnızca üremeye yönelik bir biyolojik faaliyet olması gerektiğini savunan ortodoks bilim adamı ise her hangi doyuma ulaşım yöntemine sapkınlık tanısını koyar. öyleyse cinsel cinsel açıdan tam olarak sağlıklı birey "üreyen bireydir".3 iktidar işte tam da bu haz ilkesini dışlayan tezi benimseyerek toplumu yönlendirir: kadınlar ve erkekler zamanı geldiğinde aile kurmalı ve çocuk sahibi olmalıdır, yaşamın amacı ve bireyin hazzı araması gereken düzlem budur, zaten tanrı ve doğa da bizden bunu talebeder. iktidar (gelin artık şunun adını koyalım: devlet) insan cinselliğinin haritalanması ve farklı cinsel pratiklerin çözümlenmesiyle falan ilgilenmez. onu ilgilendiren kişilerin sistem içindeki rollerini nasıl oynadığı ve cinselliklerinin bu rolleri nasıl etkilediğidir. aile yapısında erimesi bireyin yönetilmesini kolaylaştırır.kabile, aşiret ya da devlet, her hangi hiyerarşik sistemde sıkı bağlarla bütünleştirilmiş bireyler, yığınlar halindeyken teker teker olduklarından daha kolay kontrol altında tutulurlar. çiftlerin çocuk sahibi olmaları önemlidir; ne anne ne de baba çocuğu kolay kolay terketmeyeceğine göre aile yapısının çözülmesi nispeten zordur. bu nedenle aile kurumu devlet tarafından tekrar tekrar yüceltilir. başka toplumsallaşma alternatifleri (örneğin komünler) kendi inisiyatiflerini ve kolektif yaşam metodolojilerini yaratarak bağımsızlaşma tehdidi taşıdıkları için aile nihai ortaklık modeli olarak gösterilir: her şey ailede başlar ve ailede biter, her şey aile içindir.4 eşcinsel birey bilindik anlamda bir aile kurmaya ve çocuk sahibi olmaya açıkça uygun görülmediği için düşman ilan edilir. o sadece bencil zevklerinin peşinden koşan bir bireyci değil, aynı zamanda sürdürdüğü "tuhaf" yaşam pratiğiyle bir toplum karşıtıdır. biseksüalite ise eşcinselliğin tersine doğal bir eğilim değil de, eğilimlerden birinin diğerine baskın gelemediği bir cinsel kimlik kimlik kargaşası olarak değerlendirildiği için pek tartışma konusu edilmez. biseksüel birey "kronik kararsızdır", ne öteki ne beriki tarafta yer almayı becerebilmiştir. olsa olsa bir geçiş sürecindedir, evrimini tamamlayarak heteroseksüelliğe ya da homoseksüelliğe ulaşacaktır.5

erkekegemen dünyada tarih boyunca eşcinsel erkekler inceleme ve seyir nesnesi olarak eşcinsel kadınlara kıyasla daha çok ilgi gördü. eşcinsellik halk arasında ve tıpta erkek eşcinselliği üzerinden açıklanmaya çalışıldı.kaldı ki kadın eşcinselliği, ortada bir phallus olmaksızın cinselliğin yaşanamayacağına dair yaygın inanç nedeniyle tam bir muammadır, hatta kimilerince ciddiye bile alınmaz: phallus yoksa haz da yoktur, o halde kadınlararası cinsellik konudışıdır. kadın ona maledilen niteliklerle, ikincilliği, güçsüzlüğü, edilgenliği, muhtaçlığı itibariyle zaten garip ve acınası bir yaratıktır. bir erkeğinse "gerçek bir erkek" gibi kadınları arzulamaması onu bir karikatüre dönüştürür ve kadının "seviyesine" indirir. jargondaki sıradan bir sözcük iken küresel ölçekte neredeyse bütün dillerde kabul gören "gay" terimi, eşcinsel erkeğe dair stereotipik imgeyi pek güzel sembolize eder. toplumda erkek güç ve iktidar sahibidir, dolayısıyla bir despot gibi ciddi görünerek korku uyandırmalıdır. neşe dişil bir duygulanım olarak kabul edilir, neşenin ölçüsüz bir şekilde ortaya konması ancak kadınlar için caizdir. bu durumda eşcinsel erkek yalnızca kadınlardan değil iktidardan da vazgeçmiştir: "neşeli erkek" belli ki artık mütehakkim değildir, eril güç erkeğin kadınlar ve diğer erkekler üzerinde kurduğu tahakkümle ölçülür.erkek insanları dize getirmeye çalıştığı sürece gülünç olmaktan kurtulabilir, her daim gücünü gözle görülür biçimde sergilemekle ilgilenmelidir- dozu kaçmış bir neşe erkeğin itibarını düşürür. genel kanıya göre eşcinsel erkek olsa olsa ereksiyon yeteneğini kaybettiği için kadınlara yönelmeyi bırakmıştır, bu nedenle erkek eşcinselliği yalnızca güç ilişkileri dahilinde değil cinsel anlamda da edilgenlikle özdeşleştirilir- eşcinsel erkek zararsızdır.

eşcinsellik her ne kadar cinsel sapkınlık değerlendirmesiyle ötekileştirilse de, hemcinsler arasındaki ilişkilerin de yaygın kadın-erkek ilişkisi modelinin dinamiklerine sahip olduğu varsayımıyla partnerlerden birinin diğerini her anlamda domine ettiği sonucu çıkarılır. bu önyargı şüphesiz ki, çiftlerin ortak yaşamlarını ancak eşlerden birinin üstünlük sağlayarak diğerini egemenliği altına almasıyla sürdürebileceği dogmasından kaynaklanır. her toplumsal yapıda olduğu gibi burada da bir yöneten (erkek) ve bir yönetilen (kadın) olmalıdır. aynı anlayış çevresinde eşlerden birinin daha kadınsı ötekinin de daha erkeksi olması beklenir. eşcinsellik sık sık bireyin "karşı cinse dönüşme" idealiyle açıklanmaya çalışılır.6 burada bir çelişki söz konusu değil: eşlerden ikisi de karşı cinse özenir, ancak güç dengesinin korunması adına bir taraf diğerine oranla karşı cinse daha çok benzemeye başlar.

erkeksi kadınlar ve kadınsı erkekler tedavi olmak üzere kliniği boylarlar, zira kadının ve erkeğin doğası sözde pozitivist bir yaklaşımla teorize edildi ve yasalaştırıldı. sözde pozitivist diyorum çünkü kadın ve erkek psikanaliz ve darwin'den önce de aşağı yukarı bugünkü tanımlanıyordu. doğadaki diğer hayvanlara dair gözlemlerden hareketle kadının ve erkeğin profilini çıkarmak hatalı değilse bile eksiktir; insan en başından beri, yani toplumsallaştığı andan itibaren kurallar, tabular, kanunlar yazdı ve kendini bunlara tabi kıldı. uygarlık yapaydır, yani insan yapımıdır ve sonsuz farklı şekil alabilir. burada büyük bir ikiyüzlülükle karşılaşıyoruz: insanlık ne kadının ve erkeğin "aslında olduğu şeye" dair tezlere, ne de herkesin eşit hak ve özgürlüklere sahibolduğu demokratik toplumsal düzene uygun olarak yaşamaktadır. bugün uygarlık, sınıfların, ulusların (ya da konu çerçevesinde erkeklerin) iktidar sahibi olmalarını kolaylaştıran bir gerece dönüşmüştür, bizi "yasasızlığın tehlikelelerinden" koruyup mutlu kılma vaadi boşa çıkmış, yalnızca ayrıcalıkları adaletsizce dağıtan bir sömürü sistemi yaratmıştır. uygar kadın ve uygar erkek de düpedüz ilkel kadın ve ilkel erkek gibi eşitsizlikleri üzerinden formüle edilir. bu formüllere paralel biçimde statüler belirlenir; herkesin eşit gibi gözüktüğü ama aslında önceliklerin ve iktidarın daha baştan tartışmasız erkeklere hediye edildiği bir düzenek içinde toplumsal roller biçilir. dişilik ve erillik- tıpkı heteroseksüellik ve homoseksüellik gibi- olabildiğince tezat tarif edildiği için kadın ve erkek birbirlerine yabancılaşarak yaşar. oysa kadınlar ve erkekler doğanın değil, içinde yaşadıkları toplumun ürünüdürler, kısmen içgüdüleri, büyük oranda ise toplum tarafından yönlendirilirler. dolayısıyla kadınlığın ve erkekliğin kriterleri doğal değil kültüreldir. kadın kadınlığını, erkek erkekliğini yalnızca toplumun belirlediği koordinatlar dahilinde kanıtlayabilir. sözkonusu olan, doğada verilen yaşamkalım savaşı değil uygarlık sahnesinde sergilenen performanstır. dişil ve eril davranış normları kültürel olduğu halde, birey karşı cinse "özgü" jestlerde bulunduğunda hasta olarak yaftalanır. hastalık bireyin istemediği bir duruma işaret eder, oysa ki davranışsal bağlamda karşı cinsle benzeşim bir kültürel çatışma sorunudur; bireyin istekleri toplumun beklentileriyle örtüşmemektedir.7 toplum kararlı ve matematiksel kesinliklerle planlanmış yapısını karı/kocalar, anne/babalar, norm-al kadın ve erkeklerle korur, normal bir toplumsal sistem ancak normal bireyler tarafından işletilebilir. o yüzdendir ki atipik bireyler sağlıklı bir organizmadaki kanserli hücreler gibi gözükürler. birey doğumundan ölümüne kadar kendi davranış ve görünüm gramerini oluşturmadan, normal kadın ve erkek rollerinin aktörü olarak pekala rahatlıkla yaşayabilir. credo quia absurdum, ve diğer normal vatandaşlar nasıl yapıyorsa siz de öyle davranır ve görünürsünüz. bu sayede ne kendi başınıza ne de toplumun başına dert açmış olursunuz. ancak tabloyu bozan bir şeyler hep vardır, çünkü bireyler ne kadar normalleştirilse de istisnalar ortaya çıkar ve kendilerini var etmenin bir yolunu bulurlar.

"queer" tıpkı lezbiyen ve gey gibi eşcinsel jargonuna ait bir terimdi. ancak lezbiyen ve gey araştırmalarının çoğalması ve çeşitlenmesiyle sözcüğün anlamı genişledi, eşcinsellerle beraber birçok başka minör grubu kapsayabilme potansiyeline ulaştı. queer'ın ingilizcde tuhaf, acayip gibi anlamlarda kullanıldığını göz önünde bulundurursak sözcüğün bu potansiyele ulaşmış olması şaşırtıcı değil. queer her ne kadar eşcinsel terminolojisine eklenmişse de doğrudan bir cinsel pratiğe gönderme yapmaz, normalleşmemiş her birey queerdır ve queer çalışmalarının ilgi alanına girebilir. eşcinseller aslında sabitlenmiş imgelerinde, düzcinsellerin anti-tezi gibi normalleştirilirler. anormalliklerinin evrensel bir profili çizilir ve her eşcinsel birey bu profilde karakterize edilmeye çalışılır, birey bu profile uyduğu ölçüde ona rezerve edilmiş sahada normalleşir. dolayısıyla queer'ın net net bir tanımı yoktur- bilakis bireyaşırı tanımlamalara direnmenin ifadesidir. bireyin başta cinselliği olmak üzere, görünümü, davranışları, biçemi ve yaşam pratikleriyle normları reddini imler. queer onu çevreleyen sosyal örgüyle uyuşmazlık gösteren ya da gösterebilen bireydir, ne o ne de budur- öznenin biricikliğinin ve kendiliğinin savunusudur. kişi kendileştiği (yani stereotipleşmediği) ölçüde tuhaflaşır. her birey ancak tek tek etüd edilerek tanınabiliyorsa, bireyin cinselliğinin referansları da yine onun kendisinde aranmalıdır.kategorileri kesinleştirmek ve damıtmaktan hoşlanan rasyonalitenin kararsızlığa, belirsizliğe tahammülü yoktur. eğer kategoriyle uyuşmuyorsa birey değişmelidir. bu tür bir rasyonalite bireye inanmaz;ona göre adeta temsiller bireylerin değil, bireyler temsillerin uzantılarıdır. queer ise temsillerin değişmezliğini ve doğruluğunu bozar, kendi içkin nitelikleri dışında temsil edilmesi mümkün olmayandır. iktidar için, toplumun kendisinin bile acayipliklerine terk ettiği bu bireyler sosyolojik fenomenler olmak dışında yokturlar, zira sistem temsil edilebilenler için vardır. queer toplumsal gerçekliğin kıyısındaki gri alanların sakinidir, istatistiksel bağlamda % 99luk dilime karşı % 1lik "ve diğerleri" payında yer alır. queer majör kimlik (identity) baz alınarak oluşturulmuş birer karşıt kimlik (contra-identity) değildir. majörle (x) özdeşleşimin negatifi alınarak (-x) oluşturulmaz, ancak bir kimliksizlik (non-identity) ve nötrlük durumu da değildir. queer özne ayrıksı ve otantik bir yapıdır, kendi kendini teorize eder ve yalnızca kendini temsil eder. bireyler ortak kimlik bileşenlerine sahip olsalar da, bir bütün olarak birbirlerine eşitlenemezler. bu anlamda queer bir kategori değil, kategoridışı bireylerin, benzemezlerin teşkil ettiği öbektir. queer varoluş merkeze göre pozisyon almamanın mücadelesidir, o yüzden de iktidar odaklarının birey üzerindeki denetimini zayıflatır. tanımı tamamlanmadığı ölçüde gücünü koruyan bu kavram bireye dair hep daha fazla veri edinme ilkesinden beslenir. toplumsal işbirliği ancak bireylerin birbirilerini yüz yüze ve dolaysız olarak tanıması yoluyla adil ve verimli kılınabilir, o halde etik açıdan doğru olan bireylere ait verileri genelleştirmemektir. queer varsayımlara alerjiktir: eğer her bireyin kendi yaşam pratikleri içinde incelenmeyi hakeden. eşsiz bir varlık olduğuna inanıyorsak, bireylerin cinselliklerinin de biricik ve öngörülemez olduğu sonucuna varırız.

çocukların, henüz cinsiyet kodlarının kesinleşmediği, cinsel yönelimlerinin halen kendi keşif menzillerinde olduğu protoseksüel dönemin, queer kavramına en yakın durumlardan biri olduğunu iddia ediyorum. bu dönemde çocuk henüz eğitimden geçmemiş haliyle normları ihlal etmeye son derece yatkındır. yırtıcılığıyla, kendisine dayatılan tüm alışkanlıkları püskürtmeye ve kendi isteklerine sadık kalmaya çabalar. zamanla kadınlık ve erkekliğin neleri gerektirdiğini öğrendikten, cinsel eğilimlerini kavradıktan sonra, isyan etmeyi bir yana bırakır ve yalnızca hayatını kolaylaştırmanın yollarını aramaya, adapte olmaya başlar. yetişkinlik birçok bakımdan özgürlük savaşının gerilemesi anlamına gelir.

queer kavramı muğlaklıklar, melezlikler, karmaşık göstergeler ve her çeşit kendiliğindenlikle barışıktır. bu yüzden bireyin mutlakçı ve otoriter sistemlere karşı mücadelesinde son derece etkili bir silah olabilir. bana kalırsa -ne kadar liberter olursa olsun- kadınların ve erkeklerin "ne olduğuna" dair yazılmış her öğreti kaçınılmaz olarak cinsiyetçidir. aynı şekilde farklı cinsel eğilimleri katışıksız sınıflandırmalara maruz bırakarak, soyağacı çıkarmaya çalışan öğretiler de ayırımcıdır, çünkü her bireyin cinsel pratiği zaten biricik ve farklıdır. eğer özgürleşmek istiyorsak toplumu kategorilere ve sınıflara değil, geriye yalnızca bireyler kalana dek bölerek parçalamalıyız. ancak bu sayede temsiliyetlerden kurtulup kendimizi gerçekleştirebiliriz. hedef herkesin kendi rotasında tuhaflaşarak birbirini sevmesi olmalı.


Notlar:

1 örneğin iktidar açısından eşcinsel bir maden işçisinin bu iki "belirgin" özelliğinden biri greve gittiğinde, diğeri sokakta sevgilisiyle elele dolaştığında önem kazanacaktır.

2 anti-semitizmi hitler icadetmedi. o, alman halkında zaten varolan yahudi düşmanlığını "keşfetti"; zekice manevralar ve ajitasyon yeteneğiyle ırkçılığı körükledi ve bir ideoloji olarak ulusallaştırdı. zaten yahudi soykırımı alman halkının işbirliği ve isteği olmaksızın gerçekleştirilemezdi.

3 aynı ortodoks bilim adamı rahatlıkla şu sonuca varabilir: tarih boyunca üreme yeteneği olduğu halde çocuk sahibi olmamış ya da en azından çocuk sahibi olmayı istememiş her birey patolojikti.
muhafazakarların ünlü totolojik savunusunu hatırlayalım: "herkes eşcinsel olsaydı insan soyu nasıl devam edecekti?"

4 biraz daha ileri giderek, ötekini yadsımanın ilk önce ailede öğrenildiğini ileri süreceğim. kan bağını ele alalım. kan bağı menfaat sıralamasını kökten değiştirir: öncelik ailededir, onu bireyin akrabaları, dostları, hemşehrileri, soydaşları ve son olarak ait olduğu ulus izler.menfaat gözetiminin en uç sınırı ulustur. bireyin, yaşamının başında ailede edindiği kan bağı bilincinin ulusal yayılımı ırkçılığın kökeni konusunda bir fikir veriyor. bireyin aynı ulus içinde yaşasa dahi, farklı ırklara karşı düşmanlık geliştirebilmesi bunun kanıdıdır. kan bağı bilinci dindaşlık bilincini de geride bırakabilir, zira tarih aynı dini benimsemiş uluslar arasındaki savaşların örnekleriyle doludur. ulusal mitlerin hemen hepsi "aynı soydan gelenlerin" kahramanlık hikayeleriyle başlar. aile kavramının soyutlanarak ulusçu ideolojiyi nasıl beslediği, "vatan evlatları" bir komut üzerine başka vatan evlatlarını gözlerini kırpmadan öldürdüğünde görülebilir.

5 biseksüellerin kimi eşcinseller tarafından "hainler" gibi görülmesi pek de şaşırtıcı değil bana kalırsa, nitekim heteroseksüel-homoseksüel kutuplaşması fanatizm üretmekte. tıpkı heteroseksüel birey gibi homoseksüel birey de cinsel yönelimini övünç kaynağı ("gay pride") haline getirerek misilleme yapma ihtiyacı duyar. her iki taraf da saflaşmanın peşindedir, biseksüel ise şüphe uyandırıcı bir melezdir.

6 belki de bu nedenle transseksüellik eşcinselliğin kristalize olmuş hali ve madden gerçekleşmesi biçiminde algılanır.

7 unabomber şöyle bir saptama yapar: "toplumumuz sisteme uymayan her hangi düşünce ya da davranış şeklini "hastalık" olarak addetmeye meyillidir ve bu makul bir tutumdur, çünkü birey sisteme uyum sağlamazsa bu onun acı çekmesine sebep olduğu gibi sistem için de sorunlar çıkarır. nitekim bireyin manipüle edilerek sisteme uydurulması "hastalığa deva" gibi görülür." unabomber manifesto, 155. paragraf.

Kaynak: Siyahî Sayı 3 Mart – Nisan 2005, s. 60-65


Etiketler: yaşam, cinsellik
İstihdam