05/08/2024 | Yazar: Defne Güzel

Otuzuna bir kala AIDS’li bir travestinin çocukluğu bana benden değil, Babaannemden miras kaldı. Beyaz erik çiçeklerinin ve denizin tuz kokusu...

Çocukluğuma mektup: Benimle en çok Babaannem gurur duyardı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Gözlerimdeki sevecen utanç ve bu üslubum çocukluktan yadigâr. Ne eksik, ne fazla. Tamamen bana has, tamamen çarpıcı… Balkonları zakkum sarmış bir akşamüstü Haziran’ında havayı benden daha iyi kim koklayabilir?

Babaannemin kızıyım ben. Evdeki sürahiyi kırdığımda Annemden korkup, koşarak üst kata, yanına kaçtığım Babaannemin kızıyım. Göğsünde bir kız çocuğunu yedi evladın ardından tamamen zahmetsizce büyüten… Kanından, canından bir lubunyaya sorgusuzca dayanak olan, bir kedi yavrusunu sever gibi beni kolayca koynunda ufaltan Babaannemin…

Bir akşamüstü Haziran’ında pembe zakkum çiçeklerini topaç gibi döndürerek bıraktım balkondan aşağı. Saçlarım kumral kumral düştü gözlerimin üstüne. İki elimin arasında kocaman bir karpuz dilimi, üstümde Babaannemin hırkası… Öfkemi yok eden yaşlı bir gülümseme, meraklı gözlerimin üstünde güven kokan yaşlı bir çift el…

Yaşadığım bütün kayıplara verdiğim tepkinin başlangıcı Babaannem. Ama her şeyden önce söylemem gerekir ki, severmiş büyüyü, kuvvetliymiş hisleri. Fasulyeler patladığında, onlar gibi patlayacakmış sevmedikleri. İnsan olmak güç, insan olmak kötülük ve dirayet gerektirirmiş. En kötü yanlarını, günahlarını sindirmiş içine Babaannem. Çoğu zaman çaresiz, felç içinde ve yedi çocuklu. Ama kocasının öfkesinin karşısında sırtına vurabileceği bir bıçak, dilinden dökülemeyen isyan hikayesi, taş çatlatan sabrı ve yüreğindekilere sonsuz sevgisi var.

Erik ağaçlarının tepesinde ben, balkonunda iki eksik pembe fırıldak çiçeğiyle Babaannem ve Babaannemin felçli ağzından bir türlü dökülemeyen, dökülse de anlaşılamayan kaygılar… Başıma bir şey gelecek kaygısı. Benim için kaygılanan son kişinin, ben erik ağacının tepesindeyken gördüğüm felçli ağzı…

Beyaz bir çarşaf var üstünde. Cam açıkmış. Rüzgarlı bir gecede, karnında tir tir titreyen bir bıçakla, boşlukta safi feryat salınırken öğrendim. Anlamadım. Nefesim kesildi. Sabunlu sudan yaptığım baloncuğum kestane ormanına gitti. Beraber bulacaktık… Zakkumların önünde aynı akşam, insanların korku dolu gözleri üzerimdeyken ağladım. Koruyup kollanmayı, mevlüt şekerlerini, Sarıyer’den Şifa’ya kestane ağaçlarının arasında elimden tutulurken yürümeyi, bir göğse bastırılmanın şefkatini yitirdim. Başımın çaresine bakmayı Babaannem öldüğünde öğrendim.

Kısa şortlar, kedi kulağı, kedi gözü makyajlar… Kontrol edemediğim günleri alkolle bastırdım. Cinnet ve insan hakları savunuculuğu arasında bir yerde. En kötü anımda bile bi tarzım olmasını öğrendim. Çünkü bazı güçler miras kalır. Kulağımdaki kirazlar, vitrindeki kristal kesim bardaklar, üst üste döşekler, başkası için kaygılanmak, çaresizlik… Otuzuna bir kala AIDS’li bir travestinin çocukluğu bana benden değil, Babaannemden miras kaldı. Beyaz erik çiçeklerinin ve denizin tuz kokusu... Bütün öfkemle, heyecanlandığımda tutmayan ağzımla, çocukluğumu karşıma oturttuğum ve onunla girdiğim laf dalaşıyla, öfkeli, duygusal, kırılgan yani tutkulu halimle yedi tane olmasa da büyüttüğüm bir çocukla buradayım. Kendime gösterdiğim şefkat karşısında benimle en çok babaannem gurur duyardı.

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam, aile, yorum
İstihdam