22/11/2010 | Yazar: KAOS GL

Queer kuramı akademide gerçekleştirilen çalışmanın quee

Queer kuramı akademide gerçekleştirilen çalışmanın queer'lerin olduğu kadar heteroseksüellerin de gündelik hayatlarını etkileyeceğini vaat ediyor. Queer kuramcıları, tarihsel kişilikleri queer olarak yeniden etiketlemenin veya dilin doğasını soruşturmanın sadece entelektüel alıştırmalar olmadığını; bunların herkes için daha büyük bir cinsel özgürlüğe ve eşit haklara doğru atılan bir adım olduğunu okuyucularına kanıtlamaya çalışıyor. Gey, lezbiyen, biseksüel ve trans insanların mevcudiyeti ve eylemleri özellikle ABD'de daha önce hiç olmadığı kadar aleni artık. Ama öte yandan, queer kuramı hâlâ beşeri bilimler bölümlerinde sıkışıp kalmış durumda.
 
Queer kuramı akademiden dışarı, sokaklara sızmaya başlayınca, queer kuramcıları çalışmaları için başka hangi uygulayımların varolduğunu kendilerine sormak zorundalar. Queer kuramının edebiyat ve tarih dışında başka uygulayımları var mıdır? Queer kuramı, iktisadi politikaları değiştirebilir mi? Queer kuramı mevcut şehir planlama kavramlarını değiştirecek mi? Quuer kuramının sadece queer mazisini kazanmakla kalmayıp daha queer bir geleceği yeniden tanımlaması mümkün müdür?
 
Bir queer akademisyen olarak, transgender kuramın pedagojiye çok şey sunacağına inanıyorum.
 
Tuvaletlerden Öğrenmek
1992'de, Kuzey Carolina-Greensboro Üniversitesine yüksek lisans öğrencisi olarak girdim. Aynı zamanda, İngilizce bölümünde öğretim asistanı (ÖA) olarak çalışmaya başladım. ÖA bürosu İngilizce öğretim üyelerine ait büroların bulunduğu kattaydı. Katta dört tuvalet vardı. Bir erkekler tuvaleti, bir kadınlar tuvaleti, ayrıca fakültenin erkek çalışanları için bir tuvalet, kadın çalışanları için bir tuvalet vardı. Öyle tahsis edilmemiş olsa bile basitçe "Erkekler" ve "Kadınlar" için oldukları belirtilen tuvaletler açıktır ki öğrenciler tarafından kullanılacaktı. Fakültenin ayrı ayrı tuvaletlere neden gereksinim duyduğu sorusundan öte, diğer ÖA’ların ve benim hangi tuvaleti kullanacağı sorusu vardı. Öğretim üyelerinin kadınlar tuvaletini kullanacak olsaydım kuralları ihlal mı etmiş sayılacaktım? Sorulduğunda tuvaletlerin birinden birinde bulunmamı izah edecek stratejilerim yoktu ama öğretim görevlilerinin tuvaletini kullanırken elimde sınıf defteri olacaktı, öğrencilerinkini kullanmaya karar verdiysem de yanımda bir ev ödevi bulunduracaktım. Durumu daha da zorlaştıran şeyse kadın üreme organlarına sahip olduğum için kadınlar tuvaletini seçmek zorunda olduğumu biliyor olmamdı. Ama bir ÖA olarak, üniversitenin ve meslektaşlarımın benden hangi tuvaleti seçmemi beklediklerinden emin değildim.
 
Çoğunlukla erkek giysileri giyen erkeksi (butch) bir kadın olarak, kadınlar tuvaletinde bulunmama itiraz edilmesine alışkınım. Bazen alenen sözlü olarak yapılan bir itirazdır bu; bazen de diğer kadınların kuşkulu bakışlarını görürüm. Tuvalete girer, bana bakar, sonra kapıya dönüp "Kadınlar" yazıp yazmadığını veya kapıda asılı şeklin üçgen etekli olup olmadığını kontrol eder (ikimiz de etek giymediğimize göre belki de ikimizin de orada bulunmaması gerektiğini ileri sürmemek için kendimi tutarım). Artık eskisi kadar sık başıma gelen bir şey değil bu, ama queer kuramının yukarıda bahsettiğim taahhüdünün bir sonucu mudur yoksa artık daha itirazlar başlamadan savuşturmayı öğrendiğim için midir bilmem. Son günlerde ne zaman bir genel tuvalete gitsem göğüslerim görünsün diye daha dik duruyorum, aynı anda saçımı düzeltiyorum. Eğer mümkünse tuvalete girerken konuşuyorum, çünkü sesim fazla kalın olmadığı için, başta cinsiyetimden emin olmayanlar konuştuğum zaman kadın olduğum sonucuna varıyorlar.
 
Katı erkek/kadın ayrımıyla tuvalet, belirsiz ya da üçüncü cinsiyetin bozguncu yanlarını öne çıkaran bir mekândır. Ama cinsiyet, tuvalette altüst olan tek ikilik değildir. Genel tuvaletlerin cinsel kimlik ikiliğine karşı çıkılan yerleri imlemesi gibi, benim devlet destekli üniversitemdeki tuvalet bolluğu da öğretim asistanlarının benzer ikililik durumuna tekabül ediyor.
 
Queerleşen Öğretim
Amerikan eğitim sistemindeki temel kanaatlerden biri öğretmenlerin ve öğrencilerin ayrı kategoriler olduğudur. Genel erkekler ve kadınlar imgesinde olduğu gibi; her bir kimliğin farklı rolleri, farklı özellikleri ve farklı değerleri vardır. Herkes, sınıfta olsun dışarıda olsun bir öğretmeni bir öğrenciden bakar bakmaz ayırt edebilmelidir. Öğretmenlerin bilgili olması gerekir; bu nedenle öğrencilerin önünde durup bilgiyi tebliğ etmelidir, bu da genellikle dersler aracılığıyla gerçekleşir. Öğrencilerin bilgisi yetersizdir; bu nedenle öğretmenin önünde sessizce oturup, dinleyerek, not alarak bilgiyi özümsemeleri gerekir. Öğrenciler öğretmenlerin yazdıklarını (kitaplar) okur, öğretmenler öğrencilerin yazdıklarını (ödevler) okur.
 
Paulo Freire'nin, Ezilenlerin Pedagojisi'nde bankacı eğitim olarak adlandırdığı şeyin özellikleridir bunlar. Bu yansımalı eşleşmenin (diğer öğrencilerin ödevlerini okuyan öğrenciler ve gürültülü sınıflar) dışına çıkan her şey kötü eğitim olarak adlandırılır. Öğretmenler Mars'tan gelmiştir, öğrenciler de Venüs'ten. Peki üniversite, bir gün içinde hem sınıfın önünde ders verip hem de arkada oturup not alan ÖA'yla nasıl baş edecek?
 
Queer kuramı, özellikle transgender kuramı çerçevesindeki marjinalleş(tir)me konusunda benzer sorulara değinir. Transgender, halihazırda bütünü kapsayıcı bir terim olarak iş görür. Travestiler, transseksüller, erkeksi (butch) (hem heteroseksüel hem de queer) kadınlar, interseksüeller, drag queenler, kadınsı eşcinsel erkekler ve kendi biyolojik cinsiyetini yansıtmayan bir cinsiyet sergileyen diğer herkes transgendered olarak tanımlanır. Leslie Feinberg, Kate Bornstein ve Patrick Rice-Califia gibi kuramcılar bu yeni transgender tanımına temel oluşturan eserler yazmış, transgender kuramıyla aydınlığa kavuşan önemli kuramsal düşünceleri vurgulamışlardır. Bu çalışmalar, öncelikli olarak, kendilerini transgender olarak tanımlayan kişiler tarafından gerçekleştirildiği için, kuramsal olanla kişisel olan çoğunlukla sıkı bağlar içindedir. Belki de queer kuramı, bireyin yaşamını iyileştirmek için kuramdan faydalanma vaadine, kişisel ve politik olanın bu düzenlemesi içinde yakınlaşmaktadır.
 
Bu türden çalışmalara bir örnek, Marjorie Garber'ın karşı cins giysileri giyenlerin (cross-dresser) toplumsal rollerini ve giysiler, cinsiyet, kültür arasındaki bağları araştırdığı kitabı Vested Interests'dir. Garber, karşı cinsin giysilerini giymenin ikili cinsiyet düşüncesine karşı çıktığı kadar, cinsel rollerin kabullenilmiş içkin niteliğine de meydan okuduğunu ileri sürer. Geleneksel, ikici (dualist) cinsiyet fikrine yönelik bu meydan okuma, genel tuvaletler konusundaki çekişmeye benzer bir şekilde, bir "üçüncü" kategorisi meydana getirir. Bu üçüncü mekan, bir aykırılık konumuna işaret ettiği için potansiyel olarak devrimcidir, radikaldir.
 
Garber, bu üçüncü mekanı işgal eden bireyleri, arasında kaldıkları ikili aşırılıkların her birinin özelliklerini taşımalarıyla tanımlar. Bu iki aşırılık birbirinden ayrı ve bağımsız oldukları için, söz konusu üçüncü konum, ikiliğin kurulu, yapay özelliğini su yüzüne çıkarır. Bu nedenle, üçüncü olan, harmanlanmış bir orta yerdir, kendinde, ayrı bir kimlik değildir. Üçüncü olan, ikiliğin her iki tarafının özelliklerini yarım yamalak taklit eder sadece. Örneğin, Amerikan kültürü erkek travestileri ne gerçek erkek ne de gerçek kadın olarak görür; her iki cinsiyetin sefil taklitleri olarak betimlenirler, ne gerçekten erildirler ne de gerçekten dişi. Travestiler de diğer transgender bireyler de, cinsiyet ikiliği içinde imledikleri krizi gizlemek için istikrarlı bir kimlik üstlenmeyi reddederler. Bu kimlik reddi, üniversitelerin, öğretim asistanlarıyla uğraşma şekline benzer. ÖA’lar da geleneksel biçimde karşıt olarak tanımlanan iki kimliğe sahiptir. Bu her iki konuma birden sahip olmak, eşzamanlı bir biçimde bu pedagojik ikiliğin yapay özelliğini ortaya çıkarır.
 
Bazı açılardan, üniversiteler ÖA’lara diğer öğrencilere davrandıkları gibi davranırlar. Örneğin, derslere kayıt yaptırırken ÖA’lar diğer öğrencilerle aynı işlemleri gerçekleştirirler. ÖA olarak statüleri kayıt sürecine daha erken veya özel bir erişimde bulunmalarına izin vermez. ÖA’lardan işlerini sınıflarında yapmaları beklenir. Bir yarı yıl içinde iki ders öğretiyor olmaları makale, test ve sunumlardan onları muaf tutmaz. Üstelik, aldıkları derslerle ilgili olarak ÖA’lardan yayımlanabilir nitelikte makaleler yazmaları istenir çoğu kez. Makale yayımlama, eskiden sadece kadrolu öğretim üyeleriyle sınırlıydı. Bugün beşeri bilimler dalında başlangıç mevkileri için başvuruda bulunanlardan, lisansüstü eğitimi boyunca yayımlanmış makalelerinin tarihçesini sunmasının yanı sıra yayımlamaya devam edeceğini taahhüt etmesi de beklenir. Elbette hiçbir öğretim üyesi, her dönem için üç-dört makale yazmaz ama lisansüstü öğrencilerinin aldıkları her dersle ilgili yayımlanabilir bir makale yazmaları olağan bir beklentidir. Bu yolla, ÖA’lardan öğrencilik meziyetlerini sergilemeleri beklenir, fakat ortaya çıkardıkları işten beklenen mesleki meziyet onları sade öğrenci kimliğinden mahrum bırakır.
 
"Öğrenci meziyeti" yerine "öğretmen meziyeti" standartlarına bağlı kaldığı halde, bir ÖA yine de öğretmen kimliğinden mahrumdur. ÖA’lar, tam kadrolu öğretim üyeleri kadar derslik standartlarına uygun olmalıdır. Diğer öğretim üyeleriyle aynı minvalde, ÖA’lardan da üniversite düzeyinde bir ders tasarlamaları ve yürütmeleri, öğrencileri bu ders çerçevesinde değerlendirmeleri istenir. Bütün bunlar kadrolu öğretim üyelerine yönelik beklentilerle aynı olsa da, üniversite, onların diğer yönlerden öğretim üyeleriyle eşit konumda olduklarını kabul etmemek için elinden geleni ardına koymaz. ÖA’lar başlangıç seviyesinde gerekli dersleri öğretmekle sınırlanırlar. Onlara tahsis edilen derslerin kendi ilgi alanları ve branşlarıyla çok az bağlantısı vardır. Bu türden dersler için gerekli metinler, arada sırada müfredat gereği olduğu gibi, çoğu kez bir komite tarafından önceden belirlenmiştir. Öğretim üyeleri toplantılarına katılamazlar, öğretim üyelerinin sahip olduğu diğer ayrıcalıklara sahip değillerdir. Örneğin, kütüphanede ödünç alma süreleri genellikle daha kısadır; ÖA’lar odalarını en az bir kişiyle paylaşırlar; park etme ayrıcalıkları ve ücretlerde öğretim üyelerine daha cömertçe davranılır. Tekrar edecek olursak, ÖA’lardan bazı profesyonel öğretim üyesi özelliklerini göstermeleri beklenir fakat kendilerini tamamıyla bu grupla özdeşleştirmelerinin önüne geçilir. ÖA’lar öğretim üyesi özelliklerini taklit edebilirler fakat üniversite onları gerçek öğretim üyeleri olmadıklarına inandırır.
 
Sahte İkilikler ve Yeni Pedagojik Kimlikler
Üniversiteler ÖA’ları sadece öğrenci veya sadece öğretmen olarak tanımlamak için çok çaba sarf ederler, fakat onlara karşı davranışlarında ÖA’ların her ikisi de oldukları yönünde bir beklenti sergilerler. Aynı zamanda, üniversiteler ÖA’ları "gerçek" öğrenci veya "gerçek" öğretmen kimliğinden yoksun bırakırlar. Çünkü ÖA’lar aynı anda her ikisinin de özelliklerine sahiptir, öğretmen ve öğrenci arasındaki sahte ayrıma örnek oluştururlar.
 
Bu ikiliğin yürürlükten kaldırılması pedagoji için ne anlama gelmektedir?
 
Eğer bir kişinin aynı anda hem öğrenci hem de öğretmen rollerini ifa ettiği kabul edilecek olursa, derslikteki uygulamalarda değişiklikler yapılmalıdır. Her bir bireyin bilgiyi mevzubahis ettiği bir derslik, her bir kişiden bu bilgiyi diğerleriyle paylaşması beklenen bir yerdir. Herkesin öğreneceği bir şeylerin olduğu ve herkesin ilgili malumatı masaya getirebileceği bir yer olan derslikte, bilgi, o belirli grup tarafından imal edilen bir ürün olarak kabul edilebilir. Spokane-Washington'daki sekizinci sınıf öğrencilerinin çevre bilimleri hakkında öğrenmesi gerekenler, Savannah-Georgia'daki bir sınıfın aynı konuda bulguladıklarından farklı olabilir. Ulusal ölçütler veya standartlaştırılmış testler gibi genel eğitim uygulamaları dolayısıyla anlamsız kılınmış olacaktır. Bunun yerine, her derslik, o grup için gerekli olan bilgiye dayanan belirli hedefleri gözeterek kendi öğrenim ortaklığı çerçevesinde çalışacak, katılımcıların öne sürdüğü konulara tabi olacaktır. Öğrenciler artık öğretmenlerinin bilgisi tarafından doldurulmayı bekleyen boş fıçılar olmayacaktır.
 
Bu değişiklik birçok başka değişikliğe yol açacaktır. Örneğin, derslik görevlendirmeleri daha etkileşimli daha bireyselleşmiş olacaktır; sınıf mevcudu azaltılmak zorunda kalacaktır; her bir kişinin durumuna ve özgeçmişine daha fazla önem verilmesi gerekecektir. Bu değişikliklerin hiçbiri eğitimin önündeki mevcut sorunları çözmeyecektir, fakat üniversitenin ÖA’lara bahşettiği harmanlanmış üçüncü tanımını kabul etmiş bir pedagojik sistem, onları dönüşümlü olarak öğrencileri ya da öğretmenleri taklit edenler olarak tanımlayan bir sistemden köklü biçimde farklı olacaktır.
 
Mevcut transgender kuramı, transgender öznelerin harmanlanmış üçüncü tanımına alternatifler de ileri sürmüştür. Judith Butler, toplumsal cinsiyeti kurgulanmış bir temsil olarak tanımladığı Cinsiyet Belası adlı kitabında bu diğer tanımlara katkıda bulunmuştur. Butler bütün bir toplumsal cinsiyetin, biyolojik cinsiyetle toplumsal cinsiyet temsili arasındaki doğal bir tekabüliyet olmaktansa, sadece bir gösteri (performance), kopyanın kopyası olduğunu ileri sürmüştür. Butler'ın çalışmasının vardığı sonuçlardan biri de, özellikle toplumsal cinsiyet kimliği alanındaki yaftalara ve kategorilere yönelik derin kuşkudur. Cinsellik ve toplumsal cinsiyet içindeki ikili kimlikler konusunda kuşkuya düşmek, bütün kimlik kategorilerinin sınırlayıcı ve indirgemeci olduğu varsayımına yol açar. Buna tepki olarak, Judith Halberstam Dişi Erilliği (Female Masculinity) adlı çalışmasında, yaftaların kendileri ille de özcü olmadıkları için, kategorilerin daha da çoğaltılması gerektiğini öne sürer. Halberstam yeni yaftaların bulunmasının, çoğu kez adlandırılmadan ve farkına varılmadan kalakalmış konumlar için kimlikler yaratacağını ileri sürer. Eril toplumsal cinsiyet ifadelerine sahip kadınlar gibi yeni kategoriler oluşturmak sadece varolan toplumsal cinsiyet kimliklerine meydan okumakla kalmaz, aynı zamanda bir kültürde kabul edilebilir olma kavramının sınırlarını genişletir. O halde, toplumsal cinsiyet olasılıklarını adlandırmak, bir kültürü bu kimlikleri onaylaması ve bünyesine katması için teşvik eder. Örneğin, erkekler için kız gibi giyinmek kuşanmak (tomgirl) belli bir yaşa kadar kabul edilebilir. Bunun için kimlik yaftaları vardır, bu nedenle anlaşılır, kabul edilir ve bazı açılardan da teşvik edilir. Oysa, ergenlikten sonra sürdürülen tomgirl kimliği, onaylanamaz, tarif edilemez ve kabul edilemez. Dişi erilliğini kabul edilebilir bir kimlik olarak tarif etmek tomgirl'e esinlenebileceği ve isterse yönelebileceği bir kimlik sağlar.
 
Halberstam'in yeni kimliklerin onaylanması yönündeki ısrarı, marjinalleştirilmiş konumlar için bir tanım gerektirir, bu konumlar kültürel bir kurgunun yapaylığını öne çıkarsa dahi. Yeni bir kimliğin onaylanması bu durumu meşrulaştırır ve yeni kimliğe olanak sağlamak için kültürel ya da toplumsal değişimler talep eder. Halberstam için bu, eril kadınların lezbiyen tarih tarafından onaylanması, yasal, tıbbi, eğitsel vesair sistemlere dahil edilmesi gerektiği anlamına gelir. ÖA’ların öğretmen ve öğrenci kimliklerine sahip olabileceklerinin onaylanması, üniversitenin onlara Halberstam'in eril kadınına benzer, yeni bir kimlik bahşetmesini gerektirir. ÖA’lara, onların aynı anda hem öğretmen hem de öğrenci olduklarını teslim edecek şekilde yeni bir kimlik bahşetmek, üniversiteleri, hali hazırda çeşitli kurumlarda mücadelesi verilen ücret ve sosyal yardımlar meselesini ele almaya zorlayacaktır.
 
Gerçek Ücretliler için Gerçek Ücretler
Birçok üniversitede, ÖA’lar yaşanabilir bir ücret ve diğer üniversite ücretlilerinin sahip olduğu sosyal hakları talep etmektedir. ÖA’lar geleneksel olarak yıllık bir burs alırlar, sosyal yardım almazlar. Harici başka bir iş veya destek olmadığı takdirde verilen maaşlar çok düşüktür, bu da herhangi bir ÖA’yı yoksulluk sınırının altına yerleştirir. Bir ÖA’nın sözleşmesi genellikle üniversite dışında veya üniversite içindeki başka bir bölümde çalışmasını kısıtlar. Özellikle ders verdikleri, kendi derslerine çalıştıkları, yayın ve sunum yaptıkları, bölüm sınavlarına ya da tezlerine hazırlandıkları zamanlarda çok az ÖA'nın harici bir işte çalışmaya zamanı vardır.
 
Üniversitelerin ÖA’lara yaşanabilir bir ücret vermemeyi veya sosyal yardım sunmamayı savunmak için kullandıkları bir yöntem de onların üniversite çalışanı statüsünde olduklarını yadsımaktır. Kadrolu bir öğretim üyesiyle aynı dersleri aynı koşullarda verebildikleri halde, ÖA’lar "gerçek" öğretmenler değildir. Bunun yerine, ÖA’lar ne gerçek öğretmen ne de öğrenci olmadıkları için üniversite yöneticileri onları çıraklık gibi bir durumla tanımlar. ÖA’lar çalışırken değerli bir eğitim aldıkları için bu kuram geçerlidir, yanı sıra ders verdikleri diğer öğretmenlere verilen ücreti almaları gerekmez. Elbette, piyasadaki doktora yapmış akademisyen bolluğu sayesinde çok az yüksek lisans mezunu kadrolu bir işe girebilmektedir. ÖA’lar bunun yerine 1-3 yıllık sözleşmeli işlere girmekte, yarı zamanlı ek işler yapmakta veya doktora sonrası atamaları kabul etmektedirler. Bunların hiçbiri kadrolu işler değildir, diğer öğretim üyeleriyle orantılı maaşlar verilmez ve istikrarlı değillerdir. Çoğunda sosyal yardım da verilmez. Bu işler başlangıç düzeyindeki gerekli derslerin profesyoneller tarafından verilmesi açısından üniversitelere tasarruflu bir yöntem sağlamış olur. Bir ders için duyulan gereksinimin hızlı bir biçimde artması veya azalması durumunda üniversiteler insanları son dakikada işe almaya veya işten atmaya özgürdür. Çoğu ÖA, 5-7 yılını başka bir düşük ücretli işte, farklı üniversite de olsa tam tamına aynı giriş derslerini vererek çıraklıkla geçirecektir. Oradaki hizmet sona erince başka bir yere gidecektir. Yüksek eğitim, Manpower, Inc. (1948'de ABD'de kurulmuş, 82 ülkede 4.000 şubesi bulunan insan kaynakları danışmanlık şirketi, ç.n.) için gayet de münasiptir.
 
ÖA’ların sadece öğrenci değil öğretmen de olduklarının onaylanması hem onlara yeni bir kimlik bahşeder hem de çıraklık sisteminin hatalarına dikkat çeker. Bunu da bir takım değişiklikler takip edecektir. Öncelikle, ÖA’lar geçici veya kadrolu öğretim üyelerinden farklı gereksinimleri olan meşru öğretim üyeleri olarak kabul edilmelidir. Bu kabul, adil bir ücreti ve diğer öğretim üyelerinin sahip olduğu sosyal yardımlara erişmelerini gerekli kılacaktır. Bu kabulle birlikte diğer modeller teşvik edilmek zorunda kalacaktır. Örneğin, daha da doğru bir modelde, araştırma ve yayınlama gerektiren yüksek ücretli kadrolu mevkilere az kişinin yükseleceği kabul edilmekle birlikte ÖA’ların ders vermesine olanak tanınacaktır. Bu model ÖA’ları hem öğretim üyesi hem de öğrenci olarak kabul eder. Öğretmen olarak, adil ücret ve sosyal yardım hakkına sahip olacaklardır. Öğrenci olarak da profesyonel değil yüksek lisans standartlarına bağlı olacaklardır. Kadrolu mevkilere gelmek isteyen ÖA’lar ilgili öğretim üyesiyle eşgüdüm içinde kendi ilgi alanlarıyla örtüşen konularda yayımlanabilir nitelikte sunumlar üretmeye yönelik hedefler belirleyebilecektir. Geçici görev mevkilerinde kalmak isteyen ÖA’lar ise derslere ve eğitim vermeye odaklanabileceklerdir. Üniversitenin geçici görevdeki öğretim üyelerine yönelik muamelesinde de değişiklikler yapılması gerekmektedir, fakat ÖA’ların bu yeni kimliğinin tanınması sistemde başka değişiklikleri körükleyecektir; bunun ardından da başka düzeylerde gerçekleştirilecek olan değişiklikler gelecektir.
 
Bence, queer kuramı ve pedagojisi ilk önce tuvalette karşılaşırlar, fakat bu kesişimin kişisel uygulayımları çabucak yaygınlaşır. Bir gün ÖA’lara ait ortak odada konuşurken, bir grubumuz, "-miş gibi yapan" diye adlandırdığımız bir olguyu paylaştığımızı keşfettik. Öyle bir inanış içindeydik ki, bölümünüz sizin uygun bir akademik çalışma yapmadığınızı, berbat bir öğretmen olduğunuzu, bölüme hiç başvurmamış olmanız gerektiğini, asistanlığı zar zor hak ettiğini keşfetmek üzereydi. Gerçekten birkaçımız, ilk yılımızı bölüm başkanının odasına çağrılıp kovulmayı beklemekle geçirdiğimizi itiraf etti. Adını koyduğumuzda bu korkuyu alaya alabildik ve bu konuda birbirimize yardımcı olabildik. Başka bir ÖA’ya, az önce bir makale teslim ettiğinizi ve miş gibi yaptığınızı itiraf edince ardından mutlaka bir empati ve güven verme sağanağı gelir.
 
Hepimizin, öğretmen ve öğrenci olarak kendimizi biraz dolandırıcı gibi hissetmemiz pek şaşırtıcı olmasa da, sanki ait olmadığımız bir alanı ihlal ediyormuşuz gibidir. Öyle bir rol üstlenmişizdir ki bizzat akademinin bu rolü tanımlamasında bile yapmacık ve taklit vardır. ÖA’ların akademi içinde yeniden tanımlanması, yaptıkları işi hali hazırda karakterize eden maskeli balo hissinin yok edilmesine yardımcı olacaktır. Kabul edilmiş kültürel standartlara ne kadar karşı koysa da, toplumsal ikilikleri ne kadar önemsemese de, herkes kendini evinde hissedeceği bir tuvaleti hak etmektedir. Bir cross-dressed pedagojisini tam da oradan yaratabiliriz.
 
Tanya Olson halen Durham, Kuzey Carolina'da yaşamakta, Vance-Granville Community College'da Gelişimsel İngilizce dersleri vermektedir. Doktorasını 2001 Mayıs'ında tamamlamıştır, fakat UNC-G'de (Kuzey Carolina, Greensboro Universitesi) hangi tuvaleti kullanacağından hâlâ emin değildir.
 
Kaynak: BAD SUBJECTS, Sayı 59, Şubat 2002 (http://bad.eserver.org/issues/2002/59/olson.html)  

Çeviren: Serdar Kara


Etiketler: insan hakları, eğitim
nefret