05/01/2010 | Yazar: Can Yaman

Yılbaşından önce elektrikli süpürge pazarlama işine giriştim. Bu iş için başvuruda bulundum. Benim için gerekli bir atılım olacağı inancındaydım.

Yılbaşından önce elektrikli süpürge pazarlama işine giriştim. Bu iş için başvuruda bulundum. Benim için gerekli bir atılım olacağı inancındaydım. Elbette işin, kendini pazarlamaktan geçtiğinin farkındaydım. Bu da benim eksik kaldığım bir yöndü. Zaten ilk oturumda fire vermemin nedeni buydu. Benle beraber beş kişinin bir eğitmen tarafından eğitileceğimiz bir odaya yerleştirildiğimizde bunu anlamalıydım. İlerleyen zamanda eğitmenin bizlere, avına kitlenen avcı misali gözünü dikmesi belli ki iyi olduğu bir yöntemdi. Ama bu bana işlemedi. Hatta rahatsız etti. Zaten konu anlatımı boyunca verdiği örnekler beni çileden çıkarmayı bilmişti. O örneklerden biri, hedef kitlemize dairdi. Bir bar kitlesi bunu açıklayan yegâne örnekti: “Gecelik” bir eş bulmak için seçilen kulüpler arasında bir seçim yapmak istersek, kişi sayısı çok olanla işe başlamak gerekliydi. İkinci aşama ise karşıt cinsimize yönelmekti. Çünkü erkeklerle işimiz olamazdı. Hınzır bir gülüşle doğrulamamızı bekleyen gözler, uyanık bir katılımcının taarruzuyla şenlendi. Ona göre hemcinsler de etki alanına girebilirdi. Bunun için gey barlar biçilmez kaftandı. Hangi eşcinsel erkek elektrikli süpürge almak istemezdi ki? Hepimizin birer umutsuz ev kadını olması bundan ötürü değil miydi? Seksist moderetörümüze pes dedirten karşılık, kahkahalarla son bulurken, geylerin potansiyel müşteri portföyüne girişi, yeni bir gerçeği gözler önüne sermişti. Barlar ortak, geyler pazardı! 

Ben işe girmedim. Daha doğrusu eğitimi yarıda bıraktım. Doğru mu yaptım bilmiyorum ama eğitmenimizin son anda bana sorduğu soru anlamlıydı. Ben bu işi ne kadar istiyordum! Elbette istemiyordum ama denemek serbestti. Aynı o açıkgöz pazarlamacı taktiğiyle, geyleri kafalamaya çalışan eleman gibi.
 
Türkiyeli eşcinsellerin metalaşma süreci yeni fark edilen bir durum değildi. Özellikle 80’lerin ortalarından beri İstanbul yeraltı kültürünün beslediği gey mekânlar giderek su yüzüne çıkmıştı. Aslında sadece kabuk değiştirmişti. Eşcinsellere yönelik ayrımcılık gene sürmekteydi. Örgütlenme çabalarında meşru alanların barlar oluşuysa göz ardı edilmemeliydi. Lambaistanbul’un ilk toplantıları böyle bir alanda başlamıştı. 90’larda klasik hale gelen yardım partileri ki kaçırdığım için saçımı yolarım hâlâ, İstanbul gece âlemlerinin vazgeçilmezleri arasına çoktan girmişti. Hatta Lambda deyince akla parti gelmesi, 2000’lerde akıllardan zor silinen bir meseleydi. O dönemin çabaları olmasa, mekân diye tuttuğumuz bugünkü yerleri açamayacağımız bir hakikatti. Belki konuya buradan başlamak gerekliydi.
 
Niçin bir mekâna gerek duyulmuştu? Sadece işlerin karargâh misali tek elden yürütülmesi için mi? Sanmıyorum. Aksine, bar ve kulüp alanları dışında alternatif yaratma gayesi içindi. Eşcinsel bireylere parasız, güvenli, sağlıklı iletişim kurabilecekleri, eşcinsellerin her açıdan faydalanabilecekleri ve kendiyle barışma noktasında kendilerini evde hissetmelerini sağlayabileceğimiz bir alan yaratmaktı. Bunda ne kadar başarılı olundu tartışılır ama denemesi paha biçilmezdi. Hem deherhangi bir kredi kartına gerek kalmadan! Tam bu noktada, Beyoğlu merkezli eşcinsel mekânların artışı gözlenebilen bir gerçekti. Adeta savaş açılmıştı. Hâlbuki amaç, beraber olmaktı. “Müşteri” kapmak değildi!
 
Lambdaistanbul’da mekân görevlisi olarak çalıştığım dönemde mekân gereksinime dair ayrımı çok net gördüm. Hatta eski sevgilimle aynı gün “eşcinsel olmayan” iki ayrı mekândan atılınca, gey harekete neden ihtiyacım olduğunu daha iyi anladım. Bir gey bardan çok, mücadele ihtiyacıyla yanıp tutuşmamın ardında, elbet gey aktivist olmam vardı. Özgürlüğü gey barda aramamamın nedeni metalaşmaya duyulan öfkeydi. Beni kurtaracak olan, alternatif paralı bir mekân olamazdı. Lakin atıldığım mekânlardan birinde görevli olarak çalışan, bana net bir mesaj vermişti. Benim gibiler, ait olduğu yere gitmeliydi. Ve benim ait olduğum yerse ne orası ne de bir gey bardı. Pazarlaşmaya bu kadar düşmanca tavır alırken, yardım partileri yapmamız bir çelişkiydi. Yalnız 2000’lerdeki Lambda partileri, 90’lara göre fazla sönüktü ve bir süre sonra başka kaynak aktarımı düşünüldü. Şimdi işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama en azından birkaç mekân sahibine yaltaklanmaktan kurtulduğumuza seviniyorum. Öldürülen ya da ölen Ceylan Çaplı ve gibilerinin, kimilerimiz için duayen sayılmasında bu gerçek yatmaktaydı. Hareketin üç kuruş için pazarlığa girişmesi bu “önderler” sayesindeydi. Aynı zihniyetle yola çıkanların yeri geldiğinde travestileri, işine gelmedi mi geyleri hatta hiç kimseyi (LGBTT olarak) almamasında, bu aç gözlülük, bu şark kurnazlığı vardı.
 
O yüzden uzun zamandır bara gitmiyorum. Tabii beni barlardan uzaklaştıran sadece kaz misali yolunup, kapı görevlileri tarafından “insan” muamelesi görmemem değildi. Bilgi Üniversiteli bir gencin, herkesin gözü önünde boğazı kesilerek öldürülmesiydi. Arkadaşlarıyla beraber sözüm ona askere gitmeden önceki gün eğlenmek adına seçtikleri bir gey barda, nedeni hâlâ muallâkta olan bir nedenle hunharca öldürülmesiydi. Çocuğun gey olup, olmaması önemli değildi. Bir gencin o şekilde öldürülüp, hiçbir şey olmamış gibi müziğe devam edilmesi, dehşet vericiydi. Bu, “başımıza her ne gelirse gelsin, hayat devam ediyor” klişesine sığdırılamayacak kadar trajikti. Bu bir cinayetti. Ama buna tek bir disco komutu verilmişti: Eveybody dance now!
 
İşte o gün benim için bir milattı. Bar eğlencelerinin sonlandığı andı. Alternatif bir mekân oluşturalım derken, o alanları putlaştırdığımız zamandı. O süreçten bugüne, dünya ne kadar kapalı hale geldiyse, mekânlar da o kadar içine kapandı. Gey barlar da bundan nasibini aldı. Daha ayrımcı, daha paracı, daha şekilci ve daha seçici oldu. Böylece eskiden bazı gey barlara travesti alınırken, travestiler artık giremez oldu. Lezbiyenler daha korunmacı geçinerek, erkek sinek bile mekâna sokmamaya karar verdi. Travesti barlara da sadece potansiyel “müşteri” olanlar alındı. Ayrışmanın böylesi, kimileri için güvenliydi. Herkes yerini bilmeliydi. Yerini bilmeyen alınmadı, içeriye sokulmadı. Bu cehennemi yaratan bizler için bu cennet mekânlar, aslında bir tampon süreçti. Heteroseksizm ortadan kalkana kadarki süreçte, bekleme yerleriydi. Hâlbuki işler beklediğimiz gibi yürümedi. Mekânlar olduğundan daha bir sahiplenildi. Herkes kendi yerini bildi. Şimdi bir mekâna giderken, nasıl ve ne şekilde girmem gerektiğini düşünüyorum. Cebimdeki meteliklerle bakarak ne kadar para ettiğimi görüyorum.


Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret