25/03/2010 | Yazar: Kaos GL
Anayasa Mahkemesi Raportörü Can: Türkiye’de yargı yok, mevcut sistemin amacı adalet değil, darbe ideolojisini korumak.
Anayasa Mahkemesi Raportörü Can: Türkiye’de yargı yok, mevcut sistemin amacı adalet değil, darbe ideolojisini korumak.
Son dönemlerde yargıdaki statükoya karşı cesur çıkışlarıyla tanınan ve YARSAV’a alternatif olarak kurulan
Demokrat Yargı Derneği’nin eş başkanlığını yürüten
Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can,
Türkiye’de yargının ideolojik bir silah olarak örgütlendiğini belirterek,
“Bu açıdan Türkiye’de ideal anlamda bir yargının varlığından söz edemeyiz” dedi.
Taraf gazetesinden Melih Altınok, Doç. Dr. Osman Can’la Hükümet’in hazırladığı Anayasa değişiklik paketini konuştu.
İlk olarak AKP'nin kamuoyuyla paylaştığı Anayasal değişikliği paketi üzerine genel bir değerlendirmeye başlayalım. Sizce gerçekten önemli bir adım atıldı mı, öngörülen reformlar yeterli midir?
Biz reformları yetersiz olarak değerlendirmiyoruz. Sonuçta bir darbe sistemi içerisinde, demokratik iradenin etkin olmadığı bir siyasal sistemde yaşıyoruz. Anayasası darbe anayasası, yasaları darbe yasaları olan bir sistem. Özlediğimiz değişim öyle bir anda olacak bir şey değil. Bir ideal peşinde koşturmak hapishane koşullarına takılıp kalmak anlamına gelebilir. Darbe koşullarının yapısal koşullarını kaldırmaya yönelik atılan her adımı, demokratikleşmeye dair her girişimi önemsemek, beslemek ve desteklemek zorundayız. Türkiye’de çok ciddi anlamda bir adım atma ortamı oluşmuştur ve bu adımın ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Bu hayati bir görev, çünkü Türkiye’de yargı yok.
Nasıl yok? Bizleri kim yargılıyor, partileri kim kapatıyor, yasaları kim iptal ediyor? Bu gördüğümüz mekanizma nedir o zaman?
Tamam mahkemeler, yüksek mahkemeler, HSYK var, bunları görüyoruz. Ancak bu yapıların varlığı, yargının temel işlevi olan toplumsal adaleti yerine getirdiği ve tek görev alanı olan hukuk çerçevesinde hareket ettiği anlamına gelmiyor. Türkiye’de yargı ideolojik bir silah olarak örgütlenmiş. Yargı kavramını kullanırken özellikle yargı ile politika arasındaki ilişkiyi değerlendirirken, sözü edilen yüksek yargı, HSYK ve bunların aktörleridir. Bugünkü yapı, özellikle yargının darbe ideolojisi savunuculuğu yapması üzerine kurulu. 27 Mayıs yargılamalarından hatta İstiklal Mahkemeleri’nden bu yana yargı başka bir şey yapmadı. Yargının temel hak ve özgürlüklerle demokrasiyle hiçbir ilgisi yok. Yargının temel kritik siyasal konularda demokrasi ve özgürlüklerden yana bir tavır takındığına dair elimizde bir örnek yok. Kimi özgürlükçü gibi görünen kararlarda da, taraflarının kim olduğuna ya da bu kararların nasıl bir konjonktürde verildiğine baktığımızda, özgürlüklerin değil başka şeylerin korunmasının amaçlandığını görebiliyorsunuz. Bu açıdan Türkiye’de ideal anlamda bir yargının varlığından söz edemeyiz. Anayasa değişikliği adımlarının niteliğindeki temel sorunu konuşmalıyız. Çünkü temel sorun o.
Temel sorun ne?
Şöyle, bizler Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin tanımlanmasının çözüm olmadığını yıllardır deneyimlerimizle gördük. Bugüne değin 82 Anayasası’nda 16’ya yakın değişiklik yapıldı bu değişikliklerin hiçbiri yapısal sorunlara ilişkin değil, temel hak ve özgürlüklere ilişkindi. Ama bu hakların hayata geçirilmesini sağlayacak yapısal unsurlardır. Ve bunların başında yargı geliyor.
Peki son Anayasa paketindeki yargıya dair düzenlemeler bu yapısal reformlara mı denk düşüyor? Daha önceki girişimlerden farklılığı ve sizin de bunları önemsemenizin sebebi bu mu?
Evet, ilk defa darbe mantığının, darbe siyasetinin ve darbe hukukunun yapısal unsurlarına dokunuluyor, ilk defa. Zaten gürültü de bu yüzden çıkıyor.
Darbenin yapısal unsurlarının başında da Anayasa Mahkemesi'nin ve HSYK'nın yapısı geliyor öyle mi?
Bugün için iki önemli adım Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın yapısına dair atılan adımlardır. Bu kurumlar, bugüne değin bizi hiç şaşırtmadılar. 367 kararında da, Eğitim-Sen’in kapatılmasında da, Hrant Dink’in ölüm fermanı anlamına gelen Ceza Genel Kurulu’ndaki kararların alınmasında da, Baskın Oran kararlarında da... Darbe ideolojisiyle çelişiyorsanız, ‘size bütün hakaretlerin yapılması doğaldır’ mesajları verdiler bize. ‘Kürtlerin öldürülmesi meşrudur’ yönündeki beyanatlar halkın aydınlatılması şeklinde yorumlandı. İşte bu son paket, yargının darbe ideolojisinin koruyucusu ve kollayıcısı olmaktan çıkartılması yolundaki ilk adımdır, ama içeriğinin netleştirilmesi gerekiyor. Kuşkusuz, bu kadarla da yetinmemeli. Yargıtay’ın ve Danıştay’ın yapısının düzenlenmesi, Askerî Yargıtay’ın ve askerî yüksek idare mahkemelerinin kaldırılması, hatta bütün askerî yargıçların ve savcıların, özellikle vurguluyorum, sivilleştirilmiş ve demokratikleştirilmiş bir HSYK’ya bağlanması... Bunlar, darbe ideolojisinin yapısal unsurlarının etkisizleştirilmesi için elzemdir.
Peki bu son paket 'ideale' varan yolda ne gibi somut katkılar sağlayacaktır.
Anayasa Mahkemesi’yle başlayalım. Üye sayısı 19’a çıkarılıyor. Üç üyeyi Meclis, gerisini de Cumhurbaşkanı atayacak. Bir defa bu pakete muhalefet edenlerin “Efendim Cumhurbaşkanı’na fazla inisiyatif tanınıyor” demeleri doğru değil. Çünkü mevcut halinde tüm üyeler zaten Cumhurbaşkanı’nca atanıyordu. Şimdi tek fark üç üyenin Meclis tarafından atanmasının öngörülmesi. Cumhurbaşkanı seçilmiş bir iradenin temsilcisidir ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin atanmasında söz sahibi olması doğaldır. Elbette buna itirazımız yok. Ama unutulmamalı ki Cumhurbaşkanı tek kişi. Halk tarafından seçiliyor olsa da tek kişi. Burada önemli olan şu: Cumhurbaşkanı müzakere yapmaz. Ama parlamento müzakereyle yürür. Parlamentoda çok farklı görüşler bir araya gelir. Ortak akla ulaşılabilme imkânı vardır. Bu yüzden, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan atayacağı yedi üyenin parlamentonun önerileri arasında atanmayacak olması beklediğimiz bir değişiklik değil. Parlamentoya daha fazla güç ve imkân tanınması, adayların halkça seçilmiş Meclis tarafından müzakereler sonucunda öneriler adaylar arasından Cumhurbaşkanı’nca seçilmesi ideal olandır.
Avrupa'da durum nedir? Mesela Almanya'da Anayasa Mahkemesi'nin bütün üyeleri parlamento tarafından atanıyor sanıyorum.
Doğru, ama orada da parlamentonun ikili bir yapısı var ve denge gözetiliyor. Çünkü federatif bir yapı. Ama neticede siyasi irade söz sahibi. Mahkeme üyelerinin yarısını Meclis, yarısını eyaletlerin yönetimlerinden oluşan bir Meclis atıyor.
Yani yürütme de söz sahibi...
Evet, sonuçta ulusal irade söz sahibi. Zaten Avrupa’da bütün demokratik kurumların işleyişinde bir denge unsuru var. Meşruiyetini halktan almayan kurumların söz sahibi olması olanak dışı. Ama bizdeki yapı tam tersi, bir korporatizm söz konusu ve açıkça söylüyorum bu yapı faşizmi getirir. Avrupa, halk iradesini parlamentolar aracılığıyla düzenler ve bu parlamentonun denetimini sağlayacak Anayasa Mahkemesi’nin parlamentodan bağımsız bir yapı olması hiçbir suretle düşünülemez. Yani Anayasa Mahkemesi’nin parlamento karşısında bir denge unsuru kuracak şekilde ama parlamentodan bağımsız olmadığı bir yapı söz konusudur.
Madem Anayasa Mahkemesi'nin yapısında çok fazla değişiklik olmayacak o halde bazı kesimler niçin sürece bu denli temkinli? "Rejim dinamitleniyor" diyenlerin tepkisi Cumhurbaşkanı hakkındaki tavırlarından mı kaynaklanıyor?
Şöyle; darbe sistemi, kurduğu kurumların darbe ideolojisini devam ettirecek şekilde işlemesi için çalışır. Böyle olunca, halkın egemenliğine karşı çıkmak zorunda, çünkü varlığını sürdürmesini buna borçlu. Yani şu an gösterilen tepkiler darbe ideolojisinin bekasını gözeten tepkilerden başka bir şey değil. Ama şunu eklemek istiyorum. Darbe ideolojisi parçalanırken bunu yerine müzakere ortamına zemin hazırlayacak demokratik bir işleyişin hâkim kılınması gerekiyor. Yoksa, kontrolsüz bir egemenlik de tehlikelidir.
"Sivil vesayet" şeklinde tanımlanan itirazlardan mı söz ediyorsunuz?
Hayır, sivil vesayet tanımı, darbe sistemiyle seçilmiş siyasilerin tolere edilebilir aşırılıklarını eş değer tutan indirgemeci bir yaklaşımdır. Asla bunu kastetmiyoruz. Biz, darbe ideolojisi karşısında demokratik, özgürlükçü mekanizmalar devreye giriyor olsa da, bir kesimin sürekli hegemonyasının engellenmesi gerekliliğine dikkat çekiyoruz.
Bunun yolu da yüksek mahkemede siyasi çoğulculuğun sağlanmasından geçiyor o halde.
Evet ama müzakere sürecinin etkin kılınması şart. Gerginliklerin aşılmasının tek yolu budur. Bu noktada şu saptamayı yapabiliriz. Yargının demokratikleşmesi siyasetin normalleştirilmesinin en önemli faktörüdür. Bugüne değin Türkiye’deki siyasi krizlerin nedenine bakın yargıyı görürsünüz. Yargı ideolojik bir araç olmaktan çıkarılsa, sadece yargıyla uğraşsa, o andan itibaren yargı üzerinde politikanın etkisi sınırlanır.
Taslakta bir de Cumhurbaşkanı'nın vatandaşlar arasından yüksek mahkemeye ataması öngörülüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yüksek öğrenim görmüş iki vatandaşın mahkemeye üye atanması konusu da mevcut duruma göre olumlu. Ama Anayasa Mahkemesi, anayasa hukukunun ve siyaset biliminin metodolojik uygulandığı bir mecradır. Buraya hukuk alanında formasyon sahibi üyelerin atanması daha uygun olur. Kaldı ki şu anki yapısıyla Anayasa Mahkemesi, anayasa hukukçusu olmayan bir mahkemedir. Bu konuda şimdiki düzenlemede pek bir şey yok.
Hukuk formasyonuna sahip olmayan Danıştay ve Sayıştay üyeleri yüksek mahkemede yer alırken, yurttaşların olması niçin uygun değil?
Vatandaşlar HSYK’da olmalı. Avrupa’daki örneklere bakıldığında durumun böyle olduğunu görüyoruz.
Bireysel başvuru hakkı da mahkemenin yapısal dönüşümünde teknik bir adım mı? Muhalefet mahkemeyi kilitlerler gerekçesiyle buna da karşı çıkıyor.
Teknik değil tarihî bir adımdır. Almanya’ya bakalım. Alman Anayasası’nın hazırlanmasının ardından, sanırım 1952 yılında, Anayasa Mahkemesi, anayasa şikâyetleriyle ilgili çalışmaya başladı. Bu girişimin amacı parlamenter sistemi güçlendirmek, onu bürokratik saldırılar karşında korumaktı.
Peki yasamayı demokrasi adına hangi organ kontrol altında tutacak?
Bizim vatandaşlar olarak yanlış yasalardan kendimizi koruyacağımız kurumların varlığı şart elbette. Ama tehdidin kaynağı açısından bir sıralama yapıldığında parlamento en altta yer alır. Demokratik hak ve özgürlüklerin tehlikeye girdiği yerde yüksek yargı devreye girer. Dünyanın anayasa şikayetinden anladığı budur işte.
Parlamento tehdit olarak en altta yer alıyor diyorsunuz ancak muhalefet birinci tehdit olarak bunu gösteriyor ve bugün kamuoyundaki tartışmaların temel ekseni de bu.
Eğer Türkiye’ye şeriat (bugün bu tanıma yüklenen anlamda kullanıyorum) gelecekse, bunu getirecek olan bürokrasidir. Anayasaları ortadan kaldıran, siyasi partileri kapattıran, militarist bir yapı inşa eden, totaliter bir yapıyı güler yüzlü maskelerle devam ettirenler parlamentolar değil, bürokrasidir, yargıdır, ordudur.
HSYK'daki değişiklikleri nasıl yorumluyorsunuz?
Bakın HSYK’da yargıçlar ve parlamento arasında bir denge oluşturmak elzemdir. HSYK’nın yarısını yargıçlar, yarısı ya da üçte birini de parlamento seçmeli. Yargının homojenizasyonunun bozulmasının tek yolu parlamento üzerinden atama hakkının düzenlenmesidir.
Adalet Bakanının HSYK'daki varlığına karşı değilsiniz o zaman?
Bence bugünkü koşullarda Adalet Bakanı’nın orada olması bir güvencedir. Ergenekon, Erzincan ve daha nice basına yansımayan olayda bunu gördük. HSYK, bugün ideolojik tutumuyla bağdaşmaz ne kadar hâkim ve savcı varsa onlara karşı bir kıyım makinesi olarak çalışıyor.
Peki son soru. Anayasa'nın değiştirilemez maddelerini kimse konuşmuyor. Başka ülkelerin anayasalarında da böyle maddeler mevcut mu?
Tabii onlarda da var. Ama bizdekinden farklı içerikte; bireylere yönelik maddeler bunlar. Bence anayasanın değiştirilemez iki maddesi olmalı. Biri insan onurunun korunmasını diğeri de vatandaşların tercihlerine hiçbir şekilde müdahale edilmemesini güvence altına almak için.
Etiketler: yaşam, siyaset