02/02/2011 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu
Bu yazıyı sizler için Pazar günü kaleme alıyorum. Çarşamba günü yayınlanacak.
Bu yazıyı sizler için Pazar günü kaleme alıyorum. Çarşamba günü yayınlanacak. Sizler bu yazıyı okurken, 30 senedir Mısır’ı idare eden Başkan Mübarek’in hala Mısır’ın başında olup olamayacağını; hatta Mısır’da olup olamayacağını bilemiyorum! İnternetten gelen haberler; iki oğlunun, 19 zengin Mısırlı aile ile birlikte ülkeyi terk edip Londra’ya gittikleri yolunda.Devlet kontrolündeki Nil Televizyonu, olayları hafife almaya çalışıyor. Ordu bu sefer insanları sokaklardan evlerine sokamıyor, sokmuyor. Bizim TRT sizlere duyurmuyor ama insanların en önemli itirazlarından bir tanesi şöyle özetlenebilir: “Ekonomimiz fena değil, dış yatırımlar rekor seviyede ama işsizlik yüksek, halkın %95’i açlık sınırına yakın yaşıyor. Kozmetik değişiklikler yetmez, Mübarek gitmeli!”
Resmi adı “Mısır Arap Cumhuriyeti” olan, kâğıt üzerinde yarı başkanlık sistemiyle idare edilen bu eski Osmanlı, sonra İngiliz, son zamanlarda da ABD sömürgesi diyebileceğimiz bu Mısır’ı, ben biraz bilirim. Adı demokrasi olan bu memleketi, 30 senedir Mübarek isimli bir başkan seçilerek idare ediyor! Mısır’ı biraz takip edenler bilecekler; Mübarek zaten yaşlandı, 30 senelik diktatörlük, Başkan’ı yordu! İktidarı, zaman zaman hakkında “eşcinsel” dedikoduları çıkan oğluna devretmeye hazırlanıyordu ki; halkı isyan etti.
Ne adındaki Cumhuriyet lafına, ne 30 senedir yapılan seçimlere, ne de onbin senelik şanlı tarihine kanmak lazım. Bugünün Mısır’ı; insan haklarının hiçe sayıldığı, demokrasi kelimesinin politik kandırmaca olarak kullanıldığı, zenginlerin çok zengin olduğu ama halkının büyük bir kısmının işsizlik ve fukaralıktan kırıldığı, ABD’nin dümen suyunda, halkının büyük bir çoğunluğunun Müslüman olduğu 80 milyonluk bir ülke. 30 senedir ülkeyi sıkı yönetimle idare eden Başkan Mübarek’in Mısır’ına; insan hakları ihlallerini incelemek ve bu ihlallere karşı yapılan milletlerarası kampanyaların parçası olmak için gittim. İlk gidişim; Mübarek Rejimi’nin bütün milletlerarası standartları hiçe sayarak, “hür sendikalara izin vermeyip, sendikacıları hapislerde çürüttüğü” şikayetlerinin, dünya kamuoyunun dikkatini çekmesiyle gerçekleşti. İkinci ziyaretim ise; meşhur “Queen Boat” davası ve onu takip eden tutuklamalar ve hukuki süreci takip etmek ve bu dava etrafında tutuklanan insanlarla görüşüp, onlara destek olmak içindi. Bu ziyaretler bana bir rejiminin adını ne koyarsanız koyun, demokrasinin ve insan haklarına saygının olmadığı yerde, hukuk devletinin de olamayacağını ilk elden gösterdi.
Türk basını, birçok milletlerarası konuda sıkça yaptığı gibi Mısır isyanını önce ciddiye almadı, önemsemedi. Artık yok sayılabilecek noktayı geçince, basınımızın yandaş kısmı ve omurgasız kısmı başladılar propagandaya: Yok efendim “batı ve ABD, Türkiye’yi Arap ülkelerine örnek” gösteriyormuş da. Başkaldıran Mısır halkları, Türk liderler lehine sokaklarda slogan atıyorlarmış da. ABD Başkanı, bizimkilere akıl danışmış da. Bu gibi başkaldırılar, Türkiye’de düşünülemezmiş bile! Benim sizlere tavsiyem; eğer imkanınız varsa, Arap dünyasını saran başkaldırı hareketlerini yabancı basından takip etmeniz. Bırakın El Cezire veya BBC’yi; ABD’li CNN bile bizim TRT’den daha yansız ve tarafsız haber veriyor. Dinlediğim bütün yorumlar, bizim TV kanallarından çok daha objektif ve cesur. Bu imkanınız yoksa, olayları internetten takip etmenizi öneririm. Ben sadece son Mısır isyanında değil, taa başından beri, Tunus’ta başlayan olayları ve diğer Arap ülkelerine sirayetlerini böyle takip ediyorum. Benim gözlemlerime göre; insan haklarına önem vermeyen, demokrasinin kurallarını kendilerine göre uygulayan, hukuk devleti ile dalga geçen ve işsizliğin böyle yüksek boyutlarda olduğu Türkiye, bal gibi de Mısır haline gelebilir.
Benim sizinle asıl paylaşmak istediğim konu ise; yine bu yukarıda bahsettiğim Mısır ziyaretlerinde gözlemlediğim: Demokrasisi oturmamış, ülkesinde sık sık askeri darbeler olmuş, insan haklarını toprakları üzerinde yaşayan insanlar hak ettiği için değil de, Batı’ya hoş görünmek için yapan, ekonomisi liberal kapitalist sermayenin güdümünde, “ben yaptım da oldu” yaklaşımında, ‘her şeyi yandaşlarım kontrol etmeli, hür sendikalar, hür basın da neymiş’, “beni desteklemezseniz, kökten dinciler idareyi ele geçirir” denilen, halkının çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, başkanlık sistemi uygulanınca ne olduğu.
Başta ABD olmak üzere Batı’nın desteği ve alkışlarıyla bu koşullar, Mısır Halkları’nın başına 30 sene çekmek zorunda kaldıkları bir diktatörlük getirdi. Dünya değişiyor tabii, ABD kendi iç dinamiklerindeki değişiklikler nedeni ile artık bu diktatörleri eskisi kadar rahat destekleyemiyor. Bu yazıyı sizler okurken; Obama, Mübarek için yıllardır ABD Başkanlarının verdiği geleneksel destekten ya vazgeçmiş ya da vazgeçmek üzere olacak! Halk isyanlarından devrim çıkar mı bilinmez ama diktatörlerin başını yediği bir gerçek. Mısır halklarının çektikleri, yanlarına kâr kalacak. 30 senelik “Başkanlık” deneyi ülkeye, baskı ve geri kalmışlık getirdi.
Mısır ve Türkiye’nin, demokrasisi az gelişmiş pek çok ülkede olduğu gibi bir diğer ortak yönü de; güçlü liderlere tapınma derecesinde kitle desteğinin sıkça görülmesi. Bu liderler de eğer hakiki bir devlet adamı değillerse, insani zaaflarına yenik düşüp bu kitle desteğini demokrasinin, halkın yararına kullanmaktan ziyade, iktidar için, gittikçe artan ve eğer mümkünse “mutlak iktidar” için kullanıyorlar. Bugün isyan halindeki Mısır Halkları, Mübarek’i çok sevdi, yıllarca destekledi, onun iş, aş, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü vaatlerine inandılar. En azından inananlar vardı; taa ki bıçak kemiğe dayanana kadar. Bu tip liderler, bu gibi ülkelerde artık sistem içinde çıkabilecekleri nokta kalmayınca, hemen yeni bir sistemi, halklarının tartışmasına açmak istiyor!
Turgut Özal ömrünün sonuna doğru, gittikçe artan bir dozda “başkanlık sistemi” taraftarı olmamış mıydı? Politik kimliği, bence Türkiye’de bugün iktidar olan liderlerden çok daha demokrat olan Süleyman Demirel de artık ülkede seçilebileceği bir makam kalmayınca, başkanlık sistemini tartışmaya açmak istememiş miydi? Ama bu çok akıllı, son derece de kurnaz liderlerin bütün bu üstün zeka ve becerileri bile hep birşeyi atlıyor. Bizler, onları seçecek olan halk, o kadar da aptal değiliz. Bugünlerde Başbakan, her “halkımın başkanlık sistemini tartışmasını istiyorum” dediğinde, onu “ben başkan olmak istiyorum ama öyle şimdiki Cumhurbaşkanı gibi değil, ABD başkanı gibi” diye anlıyorum. Cumhurbaşkanı da her “başkanlık sistemi hakkında çekincelerim var” meyalinde laflar ettiğinde, “e ben ne olacağım” diyor gibi geliyor bana! AKP’nin, yeni anayasa yazma işinin başını çekmesi için bizzat Başbakan tarafından görevlendirilen politikacısının da, bir başkanlık sistemi sempatizanı olması tesadüf olabilir mi?
Dünyada başkanlık sisteminin, tam bir diktatörlüğe dönüşmeden istikrarla işleyebildiği yegane örnek ABD. O da demokrasi yönünde sorunlarla dolu dikenli bir yoldan geçti ve bu, ülkenin kendi özel koşulları ve tarihi gelişmesi içinde zar zor mümkün olabildi. Akdeniz’in karşı kıyısındaki, Mısır’daki çalkantılardan, bence ülkemiz için çıkaracağımız en önemli ders yani “ders-i Mübarek”: Başkanlık sistemi, bizim gibi demokrasisi az gelişmiş ülkelere diktatörlük getiriyor.
Etiketler: yaşam, siyaset