09/09/2010 | Yazar: Birlik Ateş

"Her modern sosyal harekette olduğu gibi eşcinsel hareket içinde de işçiler ve burjuvalar vardır.

"Her modern sosyal harekette olduğu gibi eşcinsel hareket içinde de işçiler ve burjuvalar vardır. Eşcinsel hareket içindeki bu iki eğilimden ilki yeni müttefikler ararken toplumdaki diğer ezilme ve sömürü biçimlerini sorgulama eğilimi gösterir ve bu giderek sisteme karşı diğer müttefiklerle beraber devrimci bir başkaldırıya yol açar."

Devrim Ufkunda Ortaklaşma: Sosyalist ve Eşcinsel Hareket Tasavvuru

1968 süreci ile yeni toplumsal hareket olarak ortaya çıktığından bu yana eşcinseller, politik arenada dikkate alınır hale geldi. Liberaller, eşcinsel özgürlüğünden demokrasinin gereği olarak söz etmeye başlarken emperyalist güçler eşcinsel sorununu başka ülkeler aleyhinde kullanılabilecek bir gündem maddesi yapıyor. Özgürlük ve demokrasi söylemleriyle kendisini dünyanın jandarması addeden ABD, Küba’daki eşcinsellerin sorunlarını, sayısı 1 milyonu aşan evsiz yurttaşlarının sorunlarından daha kayda değer buluyor. Küba ise emperyalist dezenformasyona ve karalama kampanyalarına karşın eşcinsellerin toplumsal özgürleşmesinin ilerici kanallarını açıyor. 
 
Unutulan ve Unutturulan Yönleriyle Ekim Devrimi
Son on-yıl içerisinde gündeme gelen eşcinsel belediye başkanlarıyla, bakan ve diplomatlarıyla Avrupa Birliği’nin özgürlükler beşiği olduğu işaret ediliyor. Oysa anımsamakta fayda var; ezilenlerin ve işçi sınıfının ilk muzaffer devrimi Ekim Devrimi, eşcinselliğe yönelik yasakları devrim yasalarıyla ortadan kaldırdığında yıl 1917’ydi. Avrupa Birliği’nin totaliterlikle mahkûm ettiği Sovyet Rusya’nın Dışişleri Bakanlığı görevini 12 yıl boyunca yürüten Georgiy Çiçerin1 açık kimlikli bir eşcinseldi ve kendisi Dışişleri Halk Komiserliği görevine seçildiğinde yıl 1918’di. Komünist Parti’de yaptığı eşcinsel özgürlüğü temalı konuşmalarıyla bilinen Inesse Armand, Moskova Sovyet’inde yöneticiydi ve Sovyetler Birliği, Alman faşizminin iktidarı almasıyla kapattığı eşcinsel haklarının ve homofobinin tartışıldığı Berlin merkezli Cinsellik Bilimi Enstitüsü’ne ilk delegesini yolladığında yıl 1920’ydi. Yönetime doğrudan katılım cinsiyet ve cinsel yönelim fark etmeksizin herkes için eşit ve mümkündü. Sinema dehası Eisenstein, piyanist Richter, tenor Lemeshew, ölümü ardından Kızıl Ordu’nun kurucusu Troçki’nin hakkında duygulu bir biyografi kaleme aldığı şair Sergei Esenin ve aynı zamanda Bakan Çiçerin’in ilk sevgilisi olan şair Mikhail Kuzmin Sovyetler Birliği’nde yaşamış ve devlet tarafından türlü destek görmüş eşcinsellerden yalnızca birkaçı. 
 
Yani kimi liberallerin iddia ettiği ve kimilerinin inandığı gibi sosyalizm eşcinseller için bir cehennem olmamıştır. Devrimin kadroları da, eşcinselleri hasta ve rehabilite edilmesi gereken mahlûklar olarak görmemiştir. Bugün eşcinsel bir şairin ölümünün ardından içli bir yazı kaleme alacağı düşünülebilen bir genelkurmay biliyor musunuz? Bununla birlikte de adını andıklarımın dışında sosyalist kültür ve bilimin gelişimine eşsiz katkılar sunan daha pek çok kişinin de aynı zamanda eşcinsel olduğunu bilmek gerek.2 
 
1917 Ekim Devrimi, eşit, özgür, sömürüsüz ve barışçıl bir yaşamı yaratma arzusunun, bu devrimci idealleri dünyanın tüm halkları ve ezilenleri için politik olarak hayata geçirme iradesinin ürünüydü. Fakat devrim, Lenin’in de kaygılandığı üzere Avrupa’ya yayılamadı. Sovyetler Birliği’ni çevreleyen kapitalist hegemonya, Sovyet sosyalizminin yükselişini kesmek için başta Almanya’da olmak üzere faşizmi besledi. Kapitalist hegemonya ve Nazi faşizmiyle mücadelesinde Kızıl Ordu 10 milyon askerini yitirdi; fedakâr Sovyet halkı ise başta Leningrad’da olmak üzere faşizme karşı verdiği onurlu mücadelede 11 milyon insanını yitirdi. Karşılığında kazanılan zafer, dünya halklarına bir armağan olarak milyonlarca Yahudi’nin, yüz binlerce eşcinselin katledilmesinden sorumlu olan Nazi faşizmini tarihin çöplüğüne gömdü. Hitler ve eşi, yenilgiyi kabul ederek intihar etmek zorunda kaldılar. 
 
Devrimin yayılamamasına ek olarak gelen ağır savaş koşulları -ve ardından Soğuk Savaş, kuşkusuz ki Sovyetler’in bürokratikleşmesine ve deformasyonuna yol açtı.3 Bugünün liberal koşullarından ve bugünün tarihsel aklından, Sovyetler Birliği’nin “eşcinselleri baskıladığını” söylemek en kibar tarifiyle tersinden anakronizmdir. Bununla birlikte bu dönemden sonrasını esas sosyalizm diye belleyen sosyalistler içindeki küçük bir azınlığın, eşcinselliği tedavi edilesi bir sapkınlık olarak görmeleri konumlandıkları tarih-dışılığın anlaşılması bakımından önemlidir. Unutmamak gerekir ki tek bir eşcinsel tipinin olmadığı gibi tek bir sosyalistlik de yoktur. 
 
Eşcinsel Hareketin Sol Politizasyonu ve Radikalizasyonu 
Sovyetler’in yıkılmasıyla liberalizm zaferini ilan etti; devletler eğitim, sağlık, ulaşım gibi en temel kamu teşebbüslerini özel şirketlere devrettiler; işsizlik, yoksulluk, evsizlik, sosyal güvencesizlik ve sömürü kapitalizmin tarihinde hiç olmadığı kadar arttı. Yeni dünya düzeniyle insanlık hiç olmadığı kadar mutsuzluk, güvensizlik, yalnızlık, huzursuzluk, yabancılaşma, ruh hastaları ve hastalıkları üretir hale geldi. Yeni insan modeli, varoluşunu depresyon ilaçları ile kişisel gelişim külliyatı arasında anlamlandırmaya başladı. Kurumsal sosyal sorumluluk adı altında şirketler doğaya, eşitsizliklere, yoksulluğa, eğitime, sağlığa olan hassasiyetlerini projeleriyle yarıştırmaya başladılar. Toplumsal hareketlerin devrimci ve radikal ufku, yeni dünya düzeninin sivil toplumculuk anlayışıyla köreltildi. 1968’in devrimci kabarışı içinden çıkan diğer tüm sosyal hareketler gibi eşcinsel hareket de bu sivil toplumcu atmosfer içinde depolitize oldu. Ekolojistler için kurulan milyon dolarlık yeşil pazar gibi eşcinsellere yönelik kurulan milyonlarca dolarlık pembe pazarda geyler kabul edilmenin konformizmini yaşadılar, elbette ücreti karşılığında. Sistem, bekar, yalnız yaşayan, tüketim alışkanlıklarını kendisi belirleyen eşcinselleri tüketici olarak yaratırken gey yaşam kültürü de küresel ölçekte işlerlik kazandı. Bu tarihsel arkaplanın anlamlandırılması, radikal ve politik bir eşcinsel hareketin koşulları aynı zamanda. Bunlar şu başlıklarla somutlaştırılabilir: a-) Ötekilik felsefesinin reddi b-) Burjuva eğilimlerin reddi c-) Gey ekonomi politiğinin reddi d-) Diplomatik araçsallaştırılmanın reddi e-) Homofobiklikle mücadelenin aşılması. Bu kapsamdaki fikirlerimi artık özetleyebilirim. Bir kanundur: ötekileştirmemek mümkün değildir. Tüm ötekileştirmeler reddedildiğinde, ötekileştirmeyi reddetmeyenler ötekileştirilmiş olur. Biz her zaman bir öteki’ye ihtiyaç duyduğu için ötekileştirme diyalektik bir kanundur. Buna karşın eşcinsellerin ötekileştirildiğinden söz edilir, bu ötekileştirmenin gündelik yaşamdaki ya da medyadaki tezahürleri alınıp söylemsel analizler yapılır. Ötekilik üstüne yığınla kitap yazılır, konferanslar düzenlenir, atölyeler kurulur. Öteki olmak ezilmenin metafizik olarak ifade edilmesi haline dönüşür. Herkesin birbirine öteki olduğu bir düzlemde ezilmeye karşı mücadele nasıl tanımlanabilir? Buradaki mesele, politik olarak neyin ve kimin öteki olarak tanımlandığı ya da tanımlanacağıdır. 
 
Politik, sınıfsal, etik, estetik, yaşam tarzı, dünya görüşü, etnik kimlik, renk, dil, din açısından hiçbir ortak yönü olmayan eşcinselleri bir sosyal küme kılan tek ortaklıkları üyelerinin hemcinslerine ilgi duyanlardan oluşmasıdır. Dolayısıyla eşcinsellerin kendi içinde sayısız ötekileştirme dinamiği vardır: Kürtleri ötekileştiren eşcinsellerle Kürtleri ötekileştirmeyen eşcinseller, kadınsı eşcinselleri ötekileştirenlerle kadınsı eşcinselleri ötekileştirmeyen eşcinseller vs., ve bunların sayısız korelasyonları. Bu bağlamda burada politik olarak sorun eşcinsellerin ötekileştirilmesi değil, devrimci bir toplumsal dönüşüm ekseninde eşcinselin nerede konumlandığıdır, sorun bizin kim olduğu sorunudur. 
 
Her modern sosyal harekette olduğu gibi eşcinsel hareket içinde de işçiler ve burjuvalar vardır. Eşcinsel hareket içindeki bu iki eğilimden ilki yeni müttefikler ararken toplumdaki diğer ezilme ve sömürü biçimlerini sorgulama eğilimi gösterir ve bu giderek sisteme karşı diğer müttefiklerle beraber devrimci bir başkaldırıya yol açar.4 Eşcinsel hareket içindeki burjuva eğilimler ise başka ezilme ve sömürme biçimlerini problematize etmez. Burjuva eşcinsel hareketi reformist talepleriyle kapitalist sistemi ideal seviyesine çeker, ona gençlik aşısını vurur. Burjuva eşcinsel hareketinin ufkuna denk düşen karşılığı kapitalizm, pembe ekonomiyi ve gey yaşam kültürünü palazlayarak vermiştir. Bu bağlamda gey yaşam kültürünün geyi ile ayrışmak, bölünmek ve ötekileşmek; eşcinsel hareketin içindeki reformist-burjuva eğilimlere set çekmek sol radikalizasyon için farzdır. İşçi hareketi nasıl ki devrimci işçi hareketine dönüşmesi için toplumun diğer tüm gayri-memnunlarının taleplerini dikkate almak zorundaysa eşcinsel hareket de, eşcinsel hareket olmak için eşcinsel hareket olmaktan çıkmak ve diğer ezilme-sömürülme biçimleriyle rabıta kurmak zorundadır. 
Ötekilik felsefesinin bir başka varyantı da fobik oluşlara dertlenmektir. Homofobiyle, bifobiyle, transfobiyle mücadele edilebilir, ancak bunun politik düzlemde akacağı yer liberalizmin hoşgörü ve çokkültürcülük ideolojisidir.5 İhtiyacımız olan şey hoşgörü değil, varoluş tarzından ve kimliğinden ötürü hiç kimsenin baskı görmeyeceği toplumsal ve siyasal eşitliktir. Eşitlik mücadelesine yüzünü dönmeyen tüm sosyal hareketler depolitize olurlar. Siyasal eşitlik, toplumsal özgürlüğün öncelidir. Bu açıdan, bir psikiyatri terimi olan homofobi politik tasavvurdan çok bir küçük grup rehabilitasyonunu gerektirir, bu da sosyal hareketlerden çok, sosyal psikologların alanıdır. Dolayısıyla homofobiyle mücadelenin aşılması pratikte politizasyon ve radikalleşme anlamına gelir. Türkiye sosyalist solu ile eşcinsel hareket arasındaki kanalların nihayet açıldığını “Yürüyüş” dergisinde yayınlanan heteroseksist yazıya verilen somut tepkilerden gördük. Ancak burada her iki tarafın da kuramsal bir belirsizlik içinde olduğunu belirtelim. Bu belirsizliklerin giderilmesinde eşcinsel hareketin ihtiyaç duyduğu politizasyonun olanaklarını özetlemeye çalıştım. Buna karşılık Türkiye özelindeki sosyalist solun uzun on-yıllar boyunca, -yalnızca eşcinsel hareketle değil, sosyal hareketlerle ilişkisinin zayıf olduğunu ve bunun kuramsal özeleştirisinin yeterince yapılmadığını düşünüyorum. Sosyalistler, programlarını işçilerle ve onların sınıfsal konumlarıyla sınırlarlarsa –yani ekonomizmde kalırlarsa ve toplumun diğer gayri-memnunlarının sorunlarına sırt çevirirse –yani devrimci demokratik görevlerinden kaçarsa, tecrit olurlar. Tıpkı eşcinsel hareketin eşcinsel hareket içinde sınırlı kalıp tecrit olması gibi… Bu anlamda sosyalistlerin görevi, diğer tüm sosyal hareketlerinki gibi eşcinsellerin de sorunlarını programına yazmak ve eşcinsel hareketin içindeki burjuva eğilimlerin karşısına devrimci eğilimleri güçlendirecek kuramsal ve pratik bir karşı duruşu örgütlemektir. En nihayetinde liberalizasyona ve baskıya karşı saflar belirlenmedikçe çıkarlar toplumsal özgürlük ve devrim lehine dönemez.
 
1 Stalin’in iktidara gelmesiyle Çiçerin’in eşcinsel kimliğinden ötürü görev alanının daraltıldığı argümanı ise tamamen uydurmadır, bunun esas nedeni Çiçerin’in yakalandığı talihsiz hastalığın çalışma yaşamını etkilemesidir. Nitekim Stalin, 27 Aralık 1927 tarihinde Politbüro’ya ve Komünist Parti Merkez Komitesi’ne gönderdiği mektupta Radek, Kamanev ve Zinovyev’e karşı Çiçerin’den pek çok defa övgü dolu sözlerle bahseder: “Tüm önemli noktalarda yoldaş Çiçerin’le uyuştuğumu beyan ederim. Önerilerimde yanılmadığım yoldaş Çiçerin’in tasarıma verdiği destekle kanıtlanmıştır. Yoldaş Çiçerin’in iktisadi çevrelerdeki ruh haliyle ilgili olarak herhangi birimizden çok daha fazla bilgi sahibi olduğundan kuşku duymak zordur. Bu nedenle yoldaş Çiçerin’in tavsiyeleri, şimdi alınması gereken böylesi geniş kapsamlı kararlarda muhtemelen en büyük öneme haizdir.”Joseph Stalin, bkz: Stalinizmin Doğuşu, Michal Reiman, Metis Yayınları, 1998, s.183.

2 Ancak bilim, kültür-sanat gibi itibarlı bir alanda üretimi varsa eşcinselliğin meşru görülebileceğini kodlayan kapitalist mekanizmayı anımsayalım. Değişim değeri ile sembolik değerin mutasyon yaşamadığı neoliberal çağdan önce kapitalizm, salt değişim değerini dikkate aldığından işgücünün manevi yuvası çekirdek ailenin baş düşmanı olarak eşcinselliğe psikiyatri, din ve ahlak kurumlarının desteğiyle savaş açmıştı. Ayrıca Sovyet Rusya’daki gündelik yaşam ve toplumsal kültür ölçeğinde eşcinsel yaşamı inceleyen bir çalışma için bkz: Homosexual Desire in Revolutionary Russia, Dan Healey, University of Chicago Press, 2001.
 
3 Bu dejenerasyon ve muhafazakarlaşma sonucunda, Leningrad’da devlet karşıtı faaliyetler içinde olduğu düşünülen bir eşcinsel otonomuna dikkat çekilerek 7 Mart 1934 tarihinde eşcinsellik suç kapsamına alındı. Bu yasanın uygulanılırlığı bir bütünlük arz etmemiş olsa da Sovyetler’in girmiş olduğu dejenerasyonun göstergesi olması bakımından önemlidir.
 
4 Amerika tarihinden iki örnekle bu somutlaştırılabilir: Malcolm X ve Martin Luther King. İlki İslamiyet’ten diğeri Hıristiyanlık’tan yola çıkan bu iki siyahî lider, mücadeleleri içinde başka ezilme-sömürülme biçimleriyle yüzleşip siyahî hareketin ufkunu aşmışlar ve bu radikalizasyon onları devrimci bir programla buluşturmuştu. Örneğin King, öldürüldüğü gün siyahî hareketin önderi olarak bir işçi grevini desteklemeye gitmekteydi.
 
5 Burada eşcinsel hareketin mücadele ufku bakımından lobicilik faaliyetine dikkat çekmek isterim. Lobicilik faaliyetleri, ne siyasal ve toplumsal eşitliği olanaklı kılar ne de ayrımcılıkların engellenmesini. Ancak modern sosyal hareketler içindeki burjuva eğilimler, siyasal ve diplomatik arenada lobicilik faaliyetleriyle küçük hesaplar peşine düşerler. Bunun anlamı net olarak politik ve diplomatik araçsallaştırılmadan ötesi değildir. Lobicilik faaliyetlerinde kazanılan hiçbir zafer, ezilenlerin yaşamında bir değişim yaratmaz. Tarih boyunca da bunun bir örneği görülmemiştir. 
 

Etiketler: yaşam
İstihdam