16/02/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

AKP, sansürcü zihniyeti yaratmış değil. Ama bu zincirin halkası olarak dini inanç ve cinsellik konularında sansürcü geleneği meşrulaştırıyor

AKP, sansürcü zihniyeti yaratmış değil. Ama bu zincirin halkası olarak dini inanç ve cinsellik konularında sansürcü geleneği meşrulaştırıyor

 
Sansür uzmanları memleketimiz semalarında bir an olsun gözlerini üzerimizden ayırmaz.   Cumhuriyetimiz, bir sansür tarihidir. Demokrasiyle sınavı hiç bitmeyen bu topraklarda vatandaş en iyi sansürleyecek, en iyi örtbas edip gerçeklerin ardını sırlayacak insanları seçer. Yegâne demokratik eylemi, yasakçı babasını seçmek için attığı oydur.

Sansür tarihine girmeye gerek yok. Sansürsüz bir hayatı henüz tanımıyoruz.
Şanlı Türk sansür tarihi üstüne nice dökümler çıkarıldı. En hasından arkaik mantık ve işkil üstüne kurulu, kasık çatlatan bir uyanıklık tarihi. Türkçe mizahın oluşumunda, gözü dönmüş cahil ve yasakçı post sahibi atanmışların evhamları büyük rol oynamıştır. Bekçi Murtaza’dan adı çoktan silinmiş Valilere, apartman yöneticilerinden Bakanlara kadar kendi kısıtlı dünyalarının hazmedemeyeceği, kişisel evhamlarını kışkırtan hiçbir dile izin vermeme konusunda kararlı bir sansürcü ordusuyla yaşadık, yaşayacağız.

Ama tam da şu günlerde sansürün çok dikkatli tartmamız gereken bir ivme kazandığını görmek zorundayız.
Son zamanlarda tiyatro-televizyon-internet alanlarında rastladığımız sansürlere bir göz atmadan önce siyaset sahnesinde yaşanan sessiz gelişimi okumaya çalışalım.

Muhafazakâr sağcı AKP hükümeti, kendisini takiyeci ilan eden hasımları tarafından muhafazakârlık ve dindarlık konusunda şiddetle taklit edilmekte. Laikçi Kemalistler yıllardır, AKP’yi sıkıştırma gayretiyle çıkmış oldukları yolda dini inanç sahibi olduklarını kanıtlamak için çırpınır durur. Esas Müslüman onlardır. Zaten kitapta da onların bildiği yazıyordur.
Son günlerde ordu da cami bombalama iddialarından sonra panik halinde nasıl dini bütün olduğunu kanıtlama çabasına girdi.

Genelkurmay Başkanı’nın Balyoz Planı üstüne yaptığı gülünç açıklamanın en acıklı kısmı da askerlerine “Allah, Allah, Allah” diye düşmana koşmalarını emredenlerin Allah’ın evini bombalamayacakları hatırlatmasıydı. Akabinde askerin dini vecibeler konusunda ne denli hassas olduğunu gösteren açıklamalar okuduk. Çoktandır bir şaka olmaktan çıkmış büyük yazar Yılmaz Özdil, askerin ne kadar dinine bağlı olduğunu hatırlatmadı mı?

AKP, uzun süredir rakiplerinin dindarlığı konusunda sıkı bir jüri. Herkes hükümet ve yandaşlarına kendinin ne kadar Müslüman olduğunu ballandırıyor.
Böyle olunca da sansür uygulamaları karşısında çıkarılabilen sesler cılız kalıyor. İnançsızlık hakkı kimsenin aklına gelmiyor.

Son zamanlarda Kumbaracı50 Sahnesi’nin Belediye tarafından bir punduna getirilerek kapatılması, alçaklık abidesi Vakit gazetesinin başlattığı kampanyanın bir sonucuydu. Belediye besbelli baskılara dayanamamış, söz konusu paçavranın ahlâka mugayir, dine küfür ilan ettiği Yala ama Yutma adlı oyuna engel olması gerektiğine inanmıştı.
Oyunları yıllardır Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda sergilenen, beğeniyle izlenen ünlü oyun yazarı Özen Yula’nın metnini incelemeye gerek yoktu elbet. Vakit’in dolduruşu yeterli gelmişti.

Tiyatro iki gün mühürlü kaldı.
Öte yandan RTÜK, Aşk-ı Memnu’ya uyarı cezası veriyor, cezayı “Türk aile yapısına aykırılık” ve “çocukların ve gençlerin etkilenebileceği saatlerde yayınlanması”na dayandırıyordu.

Burada karşımıza yine o çok aşina olduğumuz ‘Türk aile yapısı’ kalesi çıkıvermişti işte.
Türk aile yapısının ne olduğu, ne olması gerektiğine karar verecek kurumlar var bu memlekette hâlâ.

RTÜK Kanunu’nun 4. maddesi radyo ve televizyon yayınlarının “toplumun millî ve manevî değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olamayacağını” söylüyor. Kanunun hazırlık aşamasından bu yana eleştiri konusu olan düzenleme “Türk aile yapısı”nın ne olduğunu belirlemiyor. Geçmişte RTÜK aynı maddeye dayanarak bir dizideki “eşcinsel yakınlaşma”yı, sabah programlarındaki diyalogları “Türk aile yapısı”na aykırı bulup cezalandırmıştı.
Aşk-ı Memnu daha önce de bir sevişme sahnesi yüzünden uyarı almıştı.

Bu arada Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Sema Aliye Kavaf da cezaların sürekli hale gelmesini, aile yapısına uymayan dizilerin şifrelenmesini önermesin mi!
Milli hassasiyetle kurulan sansür motorları youtube’u yasaklar Atatürk’ün burnundaki kılları koruma altına alırken dini-muhafazakâr hassasiyetle kurulan sansür motoru, bize aileyi, yüce dinimizi, diğer kutsalları hatırlatıyor. Bizi sertçe uyarıyor. Çocuklarımızı bizden ve dünyadan koruma gerekçesiyle.

‘Genel ahlâk kuralları’ tamlaması da bu tür durumlarda kaçınılmaz olduğu üzere, kucakladığı muğlak alanla birlikte resimdeki yerini alıyor. Genel ahlâk kurallarının yazılı metinler olmaması, referans olarak gösterenin sığındığı dünyanın yansıması kadar bir yer kaplıyor olması, işleri kolaylaştırıyor. Ahlâka mugayir olanın, müstehcen olanın tanımını kaymakamlar yapıyor. Onlar ıskalarsa valiler boş durmuyor.

Bu sansürlere karşı çıkma zorunluluğunu hafife alan, varlığını AKP korumacılığına adamış olanlara duyurulur. AKP, bu sansürcü zihniyeti yaratmış değil elbet. Ama bu zincirin ışıyan bir halkası olarak dini inanç ve cinsellik konularında sansürcü geleneği açıkça meşrulaştırmıştır. Meşrulaştırma çabasındadır.

Selde sığındığı ağaçta saatlerce yardım alamadığı için kaybolan, sonra da cesedi bulunan Mustafa Dolapçı’nın alkollü olduğunu kaymakamın açıklamasından öğrenmemiz gerekiyor muydu? Devlet ona elini uzattı da Dolapçı sarhoşluktan tutamadı mı yoksa?


Etiketler: medya
İstihdam