20/03/2012 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

Aslında kafamda hep klasik, dokuma tezgâhlarıyla dolu Denizli ve ilçeleri inancı vardı. Sanki her evden dokuma tezgahının sesini duyacakmışım gibi.

TAVAS
Denizli ilinin bir ilçesi. Gelene kadar benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Özel olarak gelip görmeyi sanırım aklımın ucundan en son geçireceğim bir ilçe.
 
Önce bir keşif gezisi yapmak istedim. Fotoğraf makinesi elimde çarşıya doğru -daha doğrusu ilçeyi ikiye bölen tek bir yol var- inmeye başladım. Yolun iki tarafına dizilmiş küçük dükkânlar var. Bir de sokaklar. Geçerken ara sokaklardan birindeki yazısı ve rengi solmuş, bir tabela dikkatimi çekti. Aşağı doğru inmekten vazgeçtim ve girdim sokağa. Küçük bir dükkân. Camının bir kısmı, kararmış bir tül perde tarafından örtülüyor. İçeri baktım kimse görünmüyor. Girmek için kapı kolunu çevirdim ama kapı kilitli. Yan taraftaki berber dükkânının kapısını çaldım. İçerdekiler ilk bir şaşkınlık yaşadılar, kadın olmamadan ötürü. Ama ben bilgi almakta kararlıydım.
 
İlk merak ettiğim tabelada “Tavas tütün üreticileri birliği” yazıyordu. Girdiğim berber dükkânındakilere, daha doğrusu kapıdan, bu birliği sordum. Buranın iki yıl önce açıldığını. Açıldıktan sonrada kimsenin bir daha gelmediğini söylediler. 
 
“Peki, Tavas’ta tütün ekiliyor mu?” diye sorduğumda başladılar anlatmaya. Evet, burada tütün ekiliyormuş. Ama Tekel tütün işletmeleri kapatıldıktan sonra özel şirketlere satmaya başlamışlar tütünleri. Fakat bu şirketler tütünü tarlada alıyorlarmış. Yani daha ürün çıkmadan ve çok az para veriyorlarmış. Hep zarar etmişler. Artık çok az tütün ekiliyormuş.
 
Yoluma ara sokaklardan devam etmeye karar verdim. Fotoğraf çektiğimi gören bir delikanlı ilgiyle yaklaştı. “Merhaba! Sanırım eski evlerin fotoğraflarını çekiyorsunuz? Aşağı sokaktan devam ederseniz oralarda daha çok var. Bizim lokantamız var şurada” dedi. Delikanlı lokantaya giderken ben de tarif ettiği yoldan devam ettim.
 

Tam fotoğraf çekiyorum bir ses duydum. Döndüğümde fotoğrafçı yazan yerin kapısında orta yaşlarda birisi bana sesleniyor. Aslında sıkıldım da, yani rahatsız edilmeden devam etmek istiyordum. Ama gittim oraya. Bana “Buyurun bir çayımızı için. Fotoğraf çektiğinizi görünce ilgimi çekti dedi ve devam etti; “Benim oğlum var, lise sonda bu yıl. Tutturdu güzel sanatlar grafik bölümüne girmek istiyorum diye. Şimdiye kadar hiç sanatla ilgilenmemişti. Şimdi desen kursuna gidiyor. Oğlumla görüşmenizi konuşmanızı istiyorum” dedi. Aslında kısa bir şaşkınlık geçirdim desem hiç yalan olmaz. Anlamaya çalışıyordum. Ne diyeceğimi şaşırdım. Hemen oğlunu telefonla aradı. Okuldan çıkmış, çabuk gelmesini söyledi. Emrivaki bir durum yani. Ne alakam var benim. Haddim değil dememe bile fırsat vermedi. Konuştum aklım erdiğince. Tabii ki motive ederek. Başka ne yapabilirdim ki? Bana ısrarla yemek ısmarlamaya çalıştı. Ama ayrılmak zorunda olduğumu söyleyip çıktım fotoğrafçıdan. Devam ediyorum. Fakat herkes o kadar ilgili ki ya da rutin küçük kasaba yaşamından sıyrılmak için yabancı birinin gelmesini bekliyorlarmış gibiler.
 
Başka bir evde bir çocuk yardımcı oldu bana, derken bir yerde de benim yaşlarımda bir kadın, bu evliliğinin ikinci evlilik olduğunu, eşinin sakat ve çok yaşlı olduğunu, üvey çocuklarının kendisini mirastan mahrum bırakmak istediklerini, bu konuda ne yapabileceğini soruyordu.
 
Başka bir yerde camiden çıkan cemaatten birisi “Siz Diyanet’ten misiniz?” diye sorup sonra da kendisinin emekli imam olduğunu anlatarak, çocukluğunun geçtiği, yanarak yıkılmış, bakınca han olduğu anlaşılan eski bir yere götürdü. Oradan sonra da ilçede tütün ekiminin yapıldığı zaman, tütün kurutmak için kullanılan hanı gezdirdi. Çocukluğunda oynadığı yerleri göstererek gerçekten hem modellik hem de rehberlik yaptı.
 
Neredeyse her sokakta birisiyle sohbet ettim. Aslında kafamda hep klasik, dokuma tezgâhlarıyla dolu Denizli ve ilçeleri inancı vardı. Sanki her evden dokuma tezgahının sesini duyacakmışım gibi. Ne yazık ki dokuma tezgâhlarının ilmek tellerinin atıldıkları yerde çürümüş olarak fotoğrafladım. Kendileri anlatıyorlar eskiden her evden gelen mekik seslerini, dokuma ve konfeksiyon fabrikalarını. Şimdi yerinde yeller esiyor. Ankara’da, İstanbul’da yani piyasada ne varsa burada da onlar var artık. Çoğu insan da işsiz. Pamuk üretenler de, iplik yapanlar da yok. Tükenmiş hepsi.
 
Bu bölümü özelikle yazmak istiyorum. Lokantaya girdiğimde de yemek yerken de aklımda bir tek Kaos GL’den Umut vardı. Mümkün olsa yemeklerden ona mutlaka getirmek isterdim ama olası değil. Öncelikle yahni çok ilginçti. Yahni önceden kocaman bir tencerede pişiriyor. Sonra müşteri geldiğinde meşe odunuyla yakılan fırına küçük toprak güveç kapları atılıyor. İyice ısındıktan sonra kaplar çıkarılıyor ve içine kepçeyle önceden pişirilen yahni konuluyor, cosss diye başlıyor kaynamaya. Daha sonra bir tatlının yapılışını gösterdiler. Müthiş bir şeydi. Bayıldım valla. Hamur alınıyor, açılıyor. İçine bir kat pekmezle karıştırılmış tahin sürülüyor. Sonra yeniden topak haline getirilen hamur açılıyor. Bir tepsileri var onun büyüklüğünde. O tepsiye koyduktan sonra üzerine yeniden bolca tahin boca edilerek fırına veriliyor. Piştikten sonra çıkarılıp üzerine bal, onun üstüne de Bolce ceviz içi serpiliyor. Kare kare kesilerek sıcak çayla servis ediliyor. Tabi ki bu arada gelen yahni ile iyice doyunca o canım içili-dışlı adı verilen tatlıdan azcık tatmak kalıyor bana.
 
Tavas böyle bir ilçe işte! Ne eski tütün üretimi kalmış ne de kumaş dokuma tezgâhları. Hepsi devletin özelleştirme politikalarına yenik düşmüş. İnsanları tüm Anadolu gibi sıcakkanlı, meraklı…
 
Kayrak taşıyla yapılan evlerinden hala ayakta kalanları var. İlginç laleli giriş kapı kollarıyla, çıkıntılı taş bacaları, her evin bahçesinde olan ve baca adı verilen ocakları ile Denizli iline bağlı Tavas. Umarım bir gün sizin de yolunuz düşer buralara her ne kadar henüz kalacak konuk evleri olmasa da. Belki bağ denilen yerlerdeki taş evleri görürsünüz. Bence kendine has bir has yapısı var bu evlerin…
 
DENİZLİ
Denizli ili ise tüm İç Anadolu’da hızla yapılarla büyüyen iller gibi. Bu nedenle de yüksek beton yığınıyla dolu. Hayat burada çok yavaş. Kimsenin koşturma, yetişme derdi yok. Pamukkale Üniversitesi var. Bu üniversite biraz kenti hareketlendirmiş gibi ama o da çok değil. Kapalı bir kent. Ayrıca eskiden hatırlıyorum, yani yetmişli yıllarda Denizli ve Burdur ilerici ve demokratların yoğun olduğu il iken şimdi daha milliyetçi olmuş.
 
Sordum soruşturdum bana Kaleiçi diye bir mevkiden söz ettiler. Gittiğimde burası da bana hüsran oldu. Bakırcılar Çarşısı’nda bakır döven kalmamış. Demirciler Çarşısı denilen yerde üç dükkân kalmış ama onlar da arada bir ocak yakıyorlarmış.
 
Sonunda bana sadece Kale içi denilen mevkide ki Babadağlılar Çarşısı’nı gezmek kaldı.1976 yılında, ünlü mimar Cengiz Bektaş tarafından yapılan çarşı ödül bile almış. Aslında dışarıdan bakınca nesine ödül verildi diye düşünüyor insan. Çok özensiz. Fazla kafa yorulmadığı belli olan dört katlı bir bina. Küçük küçük pencereleri var. Dışarıdan bakınca içinin mağazalarla dolu olduğunu da hiç düşünemiyor insan. Tek özelliği; içerdeki katlara çıkarken kullanılan asansör etrafında yer alan merdivenler. Ve onun da dış kısmında yer alan, arabalarla eşya taşımak için kullanılan yamaç şeklindeki çıkma yerleri idi. Eskiden bu çarşının içi Denizli dokumaları ile doluymuş. Şimdi sadece birkaç dükkân kalmış.
 
Tam çıkmak üzere iken dikkatimi çeken bir dükkân oldu. Önce dışarıdan bakıp geçip gitmeyi düşünüyordum. Baktım olacak gibi değil, içeri daldım. Tasarım ürünleri vardı. Eski ile yeniler birleştirilmiş. Çook eskilerden kalmış işleme, kaftan, dokuma örnekleri vardı. İnsan elini dokunduğunda bile korkuyor acaba bir yerini bozar mıyım, zarar verir miyim diye. Hâlbuki o eski görülen kumaşlar, işlemeler yıllara dayanmış. Çoğu benimle yaşıt. Ama hiçbir özelliğini kaybetmemiş. Şaşırıyorsun, kadınların o işlemeleri yaparken ki sabırlarına hayran kalıyor insan.
 
Oba Antik adlı tasarım dükkânına uğramadan geçmeyin derim. Sahibi Mehmet Gökçe Bey çok bilinçli bir o kadar da yaptığı işi seven birisi. Sizi birçok konuda zevkle bilgilendiriyor. Kumaşlara, tasarımlara, işlemelere bakarken zamanda yolculuk yapıyorsunuz. Günümüzden geçmişe doğru…

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret