26/01/2011 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

DOT’un yeni oyunu “Festen”i yazacağım ama önce, BirGün adına bir özür ile başlamak istiyorum.

DOT’un yeni oyunu “Festen”i yazacağım ama önce, BirGün adına bir özür ile başlamak istiyorum. Ben ülkede değilken, 9 Ocak 2011’de BirGün’ün “Kültür Sanat” bölümünde “Fransız burjuvazisinin gizli fantezileri tiyatroya ne katıyor?” başlıklı bir yazı çıkmış. Taa Brezilya’dan duydum; bu tutucu ve kötü yazı, bize yakışmıyor. BirGün’ün en önemli sorunlarından biri olan parasızlık nedeni ile zaman zaman arkadaşlar, kendilerine gönderilen yazıları tartmadan, tartamadan “gazeteye katkıdır” diye basıyorlar. Daha önce de birkaç kere bu tip yazılar, beni utandırdı. Bu yazıyı okuyup da incinen, haklı olarak kızan okuyuculardan özür diliyorum.

“Festen” sahnelenmesi zor bir oyun.  “Kutlama” anlamına gelen “Festen”, karşımıza ilk olarak Thomas Vinterberg’in yönettiği sinema filmi olarak çıktı. Lars Von Triers’in “Dogme” diye bilinen deneyiminin en başarılı örneklerinden biriydi. Birçok ödül alan bu Danimarka filmi, 1998 Cannes Film Festival’inde “Prix de Special Jury” ödülünü de almıştı.

Sinemayı takip edenleriniz bilir; “Dogme” deneyimi, Hollywood’un cafcaflı üretim şekline reaksiyon olarak çıktı. Daha saf bir sinema üretmeyi amaçlayan “Dogme”, tamamen hikaye ve karakterlere odaklanır. Özel efekt falan kullanmaz. “Dogme” deneyiminde, film üretmenin sıkı kuralları var. İş tiyatroya gelince, bu kurallar tabii ki işlemiyor. Bu nedenle de “Festen” bir tiyatro eseri olarak sahnelenmeye başlanınca, dünyanın birçok köşesinde yönetmen ve oyunu uyarlayanlar, değişik teknikler kullanmak zorunda kaldılar.

Benim oyunculuktan yana hiçbir endişem yoktu. Fevkalade oyuncularımız var; ama doğrusu Murat Daltaban bu işi nasıl kotaracak diye meraklı ve biraz da endişeliydim. Tutuculuğun yükselen bir değer(!) olduğu memleketimizde; ensest, patriyarki, refahı yüksek toplumlardaki değişme korkusu, ikiyüzlülük, ailelerdeki “kol kırılır, yen içinde kalır” tutumlarını işleyen bir oyun, İstanbul’da nasıl sahnelenecekti acaba? Endişelerim tamamen yersizmiş. Son yıllarda artık bizleri iyice alıştırdığı gibi Daltaban, fevkalade bir iş çıkarmış. Mesela; oyunun başlarındaki yatak odası sahnesi, Sartresk bir sunumla birden fazla hikayeyi aynı mekan ve zaman diliminde takip etmemizi sağlıyor, ki doğrusu çok hoşuma gitti. Sarıyer’deki Koleksiyon Kampüsü’nde bir çadırda seyredeceğiniz oyunun, dış ve iç sahnelerinin kullanımı hem oldukça yaratıcı hem de zaman zaman insanı sanki oyuna dahilmişsiniz, siz de partiye katılıyormuşsunuz hissine kaptırıyor.

Daltaban’ın “Festen”inde, filme göre çok daha öne çıkmış Paul karakterini Enis Arıkan çok iyi oynuyor. Oyunun, siyah komedi yönünün öne çıkmasında katkısı büyük. Devamlı didişen ve çok güzel de sevişen Rıza Kocaoğlu ve Pınar Töre çifti, sizlere oldukça tanıdık gelecek. İpek Bilgin’in gözleri açılmış, kötülüklerin anası olmuş! Oyundaki en zor rollerden birini yüklenmiş Şebnem Bozoklu’nun, “Adana’lı bir kız” rolüyle, nasıl milyonların sevgilisi haline geldiğini hemen anlıyorsunuz.

Yanlış saymadıysam 18 kişiye varan kadroyu tek tek saymak, bir yazıda mümkün değil; ama birisi daha var ki, ondan da bahsetmeliyim: Cemil Büyükdöğerli iyi bir oyuncu. Daha önce yine DOT oyunlarında seyredip çok beğenmişliğim var. Başrol diyebileceğimiz Christian rolünde, sanki oyunu biraz kısılmış gibi. Cemil’in nasıl bir oyuncu olduğunu daha önce görmüş olduğumdan, bunun yönetmen işi olduğu hissine kapıldım. Ve de korktum doğrusu. Acaba Murat Daltaban, bugünlerde yazan, çizen, üreten hepimizin başındaki otosansür belası yüzünden insanlar oyundaki ensest hikayesine takılıp kalırlar diye, böyle bir yola başvurmuş olabilir mi diye? Bu, benim kuruntum da olabilir. Öyleyse, eminim Murat bana söyleyecektir.

Oyun, Cumartesi’leri oynuyor. Mutlaka gidip görmelisiniz; çünkü DOT, çıtayı yine yükseltti.

Not: Geçen haftaki yazımda sizlere söz verdiğim, “Brezilya’dan domuz yemekleri” tariflerimi veremiyorum! Gündemden düştüler, inşallah başka sefere. Bir de yine aynı yazıdaki “caperinia” tarifinde “rayiha” kelimesi, yanlışlıkla “reha” olarak çıkmış. Özür diler, düzeltir, arkadaşım Ferruh’a beni uyardığı için teşekkür ederim.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam