14/12/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Şimdi kınası arka cebinde hazır akil adamlar dizlerini döver gibi yapıyor.

Şimdi kınası arka cebinde hazır akil adamlar dizlerini döver gibi yapıyor. Çünkü onlar hem bu milletin ve devletin hassasiyet terzileri hem demokrasi de onlardan soruluyor. 

Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararı hukuki olmasına hukuki imiş meğer. Lakin, siyaseten daha hayırlı bir karar beklerlermiş mahkemeden.

Yani on yıllardır bekçisi oldukları vahşi statükodan bir esneklik görseler fena mı olurmuş.
Bu mantığın ardında hukuk ve demokrasi konusundaki algılarını görüyoruz.

Onlara kalırsa hukuk ile demokrasi hiçbir zaman el ele vererek birbirlerinin güvencesi olamazlar.
Onların hukuk diye belledikleri, kimi zaman tartısını hazmedememiş gibi yapsalar da boynu bükük saygı gösterdikleri şey, demokrasinin sınırlarını belirlemek için oluşturulmuş bir sınır karakolu.
Bütün geçmişe bakışlarının odağında da bu hukuk-demokrasi ikilemi bulunuyor.

Çocukları asan anayasayla pek barışık yaşayadururken, hiçbir katilden katliamcıdan üniformalıdan hesap sorulamazken, andıçlarla birbirini satı satıverirken, hepsi boynu bükük hukuk mücahitleriydi. Demokrasiye tapıyor lakin aydın zihinler olarak hukuk karşısında boyunları kıldan ince kalıyordu.  
Dolayısıyla rahatlıkla şu denklemi kurabiliyorlar: Karar, hukuken doğru ve yerindedir. Amma memleketimizin siyasi-toplumsal durumunun hayrına değildir.

Böylelikle DTP’nin Anayasa mahkemesi’nce oybirliğiyle kapatılmasına diyecekleri hiçbir şey yok. Onlar biz özgürlükçüler gibi hayalperest çıkıntılar değil. Onlar her şeyi açık ve sarih görür. Ve gösterir. Hukuki dedikleri karar, siyaseten hayırlı değil. Ama ne yaparsınız, DTP de akıllı olsaydı.
Bekçisi oldukları devlet geleneğinin, kanlı statükonun da temel direğidir zaten: Mağduru suçlu, yetersiz, sorumsuz, liyakatsiz ilan ederek düşüncenin sınırlarını, meşruiyet alanını belirlemek.
Cumhurbaşkanı da çok lazımmış gibi açıklamasını aynı boynu büküklükle yapıverdi. “Gönül isterdi ki..” diye başlıyordu açıklaması. DTP, partisini kapattırmasaymış. Hırsızın da suçu varmış.

Ah, gönül daha neler istemezdi ki Cumhurbaşkanı; gönlün istediklerini bir sıralasak, Meclis’ten aya kadar ferman uzar. Ama şu kadar demeli; gönül bugün TC. topraklarının iki ayrı dünya olarak bölünmemiş, bir tarafına kendi dili dahil her türlü tokluk halinin yasaklanmamış olduğu bir ülkeye vatan olsun isterdi.

Gönül bu topraklarda milli değil insani hassasiyetlerin bayraklaştırılmış olmasını da isterdi. Öyle olsa on yıllar geçtikten sonra kamuoyuyla paylaşılmayacaktı, Kürtlere uygulanan zulüm.
Kaldı ki AKP’nin kapatılma tehlikesi altında titreştiği günlerde hukuka ve mahkemelerin kararlarının hukukiliğine olan inancınız böyle kaviydi de biz mi hatırlamıyoruz?

Bakın bana kalırsa mesele şudur: 

Bilgi teknolojileri
Dünyaya burnunun ucunu gösteren Türkiye, sil baştan sınırlarındaki surları berkitiyor. On yıllar boyunca batı demokrasisini bedenine bol bulan, bu memleketin özel ‘konjonktürel’, ‘stratejik’ ve benzeri şartlarından dem vurarak milletinin hazır olmadığı özgürlükler listesinin üstünde oturan devlet diskuru, yine azgın bir heyecanla iş başında.

Dünyanın en çok izlenen görüntü paylaşım sitesi YouTube, uzun süredir Türkiye sınırları içinde kapalı, biliyorsunuz. Kapatılma gerekçesi de Atatürk’e hakaret edilen video görüntülerini yayımlıyor olması.

Demokrasiye bağlı, hukuk sandığına kul köle olan akil adamlar, bu konuda fikir belirtmekten kaçınıyor. Ne yapsınlar Türk hukuku bu kadarına izin veriyor.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Tayfun Acarer, bir açıklama yaptı.
Hayli teknolojik, bilimsel ve çağdaş bir açıklama. Batılının kulağına küpe, yoluna ışık olur inşallah.
“YouTube, Atatürk ile ilgili özel bir kanun nedeniyle yasaklandı. Atatürk diyoruz, din diyoruz, Türkiye’nin hassasiyetleri diyoruz... İnsanların buna saygı göstermesi lazım. Yabancıların da buna saygı göstermesi lazım. YouTube bu kanun nedeniyle mahkeme tarafından yasaklandı. 32 karar var, daha birincisi uygulanıyor. 5651 (internet kanunu) olmasa da bu yasaklanacaktır. Bu özel bir kanun ile verilen bir karar. Ancak medyaya bakıyorsunuz, ‘İnternet kanunu çıktı, YouTube’u yasakladılar, sansür getirdiler.’ Ne alakası var.”

Hukuk işte böylesine saygıdeğer, böylesine demokrasiyle tartılamayacak kadar adil ve tarafsız.
Neylersin, kanun böyle demiş. Siyasi değil, hukuki, bütün bu kararlar.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı (bir insan sanına bu kadar yakışır) demecinin sonunda sevimli bir toplumsal saptamada bulunmuş. Kanımca en eğlenceli bölüm bu: “İnternet yaşantımıza öyle bir girdi ki çekirdek aileye internet de katıldı. Artık çekirdek aile anne, baba, çocuklar ve internetten oluşuyor.” Sayın başkan, burada Alf, Çelik ya da Vada gibi bir kahramanla zenginleştirmiş bir çekirdek aile çiziyor ki insanın çitleyesi geliyor.

Doğal olarak ailemize aldığımız o şirin yaratığı da yola getirip kendimize benzetmemiz gerek. Onun da kırmızı çizgilerine hakim, hassas, dini bütün bir Türk vatandaşı olması şart. E, bizimle yaşayacaksa, öyle değil mi?

Bu kafa karşısında söylenecek ne var? Demokrasiyi de iğdiş edilmiş, bize göre, bize kadar bir mutabakatlar bütünü olarak algılamak dışında çaremiz yok, onlara kalırsa.
Anayasa Mahkemesi’nin kararını hukuki bulanlar, aman siyasi değil, ne yapsınlar kanunlar böyle diye mangalda kül bırakmayanlara hatırlatalım. Hayatımıza kastediyorsunuz. Bizi YouTube gibi müebbet ölüme mahkum ediyorsunuz.

Hiçbir dişe gelir gerekçeye gerek duymadan milli hassasiyet hukukuyla bir partinin kapatılmasını meşru ilan ederek hayatımıza kastediyorsunuz.
PKK’ya gösterdiğiniz sadakatin binde birini halkınızdan esirgiyorsunuz. Savaş isteyen;  ister PKK, ister devlet içinden savaşa tapan, savaşın tek yol olduğuna inananların sırtını sıvazlamış oluyorsunuz.
DTP’nin kapatılması, Açılım denilegelenin AKP’nin savladığı gibi bir Devlet Projesi olmadığını kanıtlamış bulunuyor.
AKP’nin devletiyle kimi pazarlıklara oturmuşluğu da sırıtıyor bu kararın ardında.
Sıra nasılsa onlara da gelir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hayatımızın sınırlarını bir kez daha çizdi.
Bu memlekette YouTube yasağını savunan bürokrat kafalıların izin verdiği kadar bilgilenecek, onların tahammülü elverdiğince dünyaya dokunabileceğiz.

Kürt sorunu bir kez daha siyasetin alanından kovularak şanlı askerimizin hazik ellerine teslim edilmiştir.

12 yaşındaki çoban kızı Ceylan’ın havaya uçmasının ardında bakın neler varmış.

Abalı Jandarma Karakol Komutanı Astsubay Y.Ş.’nin hazırlamış olduğu fezleke, eski fütursuz inkar dönemine çark etmiş olduğumuz gerçeğini gözler önüne seriyor: “Normal olarak bölge insanının genel eğiliminin her türlü konunun terör olayı olarak istismar edilmesi ve devletten her halükarda tazminat ve para almaya çalışıldığı bilinen bir gerçektir. Bu ailenin bölücü terör örgütünün dağ kadrosunda bir ferdinin bulunduğu da ayrıca dikkate değerdir...” Fezleke,  aslında nesebi ve mezhebi yüzünden zaten ölümü çoktan hak etmiş olduğu anlaşılan Ceylan’ı havaya uçuranın PKK olduğuyla son buluyor.

İşte DTP’yi kapatanların bütün bir yöreyi ve halkı emanet edecekleri kafa budur.

Şuncacık utanç duymadan bölge insanının tıynetsizliğinden dem vurabilen, her şeye rağmen hakikati perdelemeyi asli görevi bilen bir komutan. Daha öncekiler gibi.

Ufuk Uras, haklı olarak soruyordu: “Tamam partiyi kapadınız da seçmeni nereye kapatacaksınız?”
Kendi hassasiyetlerine bu kadar düşkün olup da karşısına aldığı halkın hassasiyetlerini bu kadar umursamayanlar besbelli zafer duygusuna gark olmuşlar. Zafer sandıkları, maalesef çocuk kanıyla beslenecek. Daha çok.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam