07/01/2011 | Yazar: Erdal Partog

İnsanlık tarihinde aslına rücu etmek meselesi hep siyasi gerilimleri ve çatışmaları beraberinde taşımıştır.

İnsanlık tarihinde aslına rücu etmek meselesi hep siyasi gerilimleri ve çatışmaları beraberinde taşımıştır. Tabii ki bu gerilimler ve çatışmalar aslına rücu edenlerle, aslına rücu etmişler arasında gerçekleşir. Her iki halde de bir asıllık, olmuşluk ve normatiflik vardır. Asıl ya da norm adını da verebileceğimiz bu zemin sosyal bilimler tarafından akademik olarak meşrulaştırmaya da çalışılmıştır. Irkın kültürel tarih üzerinden meşrulaştırılması, dinin metafizik mutlak faile dayandırılması, cinsiyetin doğa ile açıklanması gibi akademik meşrulaştırma çabaları işi iyice içinde çıkılmaz bir hale dönüştürmüştür.
 
Din, ırk, ulus, aile ve cinsiyet gibi öznelerin failliklerini koruma refleksi siyasi iktidarın bu ortamda bu kimlikler adına söz üretmensine neden olmuştur. Bu normatifliğin içimizdeki ya da dışımızdaki ötekiler tarafından bozulması ve bozulanın yeniden yapılandırılması süreci içinden çıkamadığımız,  aklımızla çözemediğimiz bir kördüğüme dönüşmüştür.
 
Din, ırk, ulus ve devlet çatışmalarında taraf olan normatiflikler kendi meşruluklarını hep korku, şiddet, acı ve savaş zeminde savunmuştur. Vatan, millet, din ve namus elden gidiyor çığlıkları ve bu çığlıkların arkasındaki korkular düşünsel aklın bir dışa vurumdan öte siyasi iktidarın korkuyu kullanabilme kapasitesini göstermiştir.
 
Türkiye’de son dönemlerde ılımlı İslam adı altında asrısaadete rücu etmek ya da Osmanlıcılık adı altında yine benzer bir aslına rücu etme gayretleri olduğunu iddia edenler var. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu bu projenin mimarı olarak gösterenler de var. Bütün bu iddiaların gerçeklik payı olmadığını düşünmüyorum. Bir asrısaadet ya da Osmanlı’nın bozulmamış bir kültürün temsili olduğunu düşünenler geriye doğru bir özlem taşırlar. Muhafazakar değerlerin arkasındaki geçmiş günlere duyulan özlem sadece özlemle kalmaz o günlerde yaşanan değerleri yeniden yaşatmak için reel politik bir vizyon da ortaya koymak gerekir. Bazı Müslümanlar için geçmiş, zenginlik ve mutluluk rüyasıyken; gelecek, belirsiz ve korkunç bir dünyadır.
 
‘Bugün hiçbir şey eskisi gibi değil her şey yozlaşmış ve bozulmuştur. Bu yozlaşma ve bozulma İslami değerler ile bu dünyada yaşamayı imkânsız kılmıştır.’ Nitekim İran İslam devrimi de bu benzer duygular karşısında bir İslam devleti realitesini ortaya koymuştur. İran’da olan neden diğer İslam ülkelerinde de olmasın gerçeği bazı İslamcı kesim için somut reel politik bir model olarak varlığını sürdürüyor. Bu anlamda Müslümanların aslına rücu etmesi o kadar da şaşırtıcı görünmüyor. Ilımlı İslam’dan şeriat düzenine geçmeyi istemek teolojik iktidar ile siyasi iktidar arasında seçim yapmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Her ikisi de bir iktidarı talep ediyor.
 
Bugün laik cumhuriyet değerlerinin bazı siyasi Müslümanlar için asıl olmayan, aslı bozan bir kültür olarak gösterilmesi yabana atılacak siyasi bir tavır değildir. Ancak tersinden bir akıl yürüttüğümüzde Kemalist ve cumhuriyetçi kesimlerin ılımlı İslam’ın yükselişinden korkması, cumhuriyet değerlerinin asimile edildiğini düşünmesi de yabana atılamaz. Kemalistlerin de son yıllarda aslına rücu etme, cumhuriyetin ilk yıllarını göklere çıkarma, tekrar o günlere dönme rüyası içinde olmaları ılımlı İslamcıların rüyasından farklı değildir.
 
Bu kavgada haklı ve haksız arayan halk yığınları reel politik yanılsamanın birinci dereceden kurbanı olup çıkıverirler. Günümüzün temel sorunu Atatürk cumhuriyetine inanmış onun özne tamamlayıcı failliği ile kısmen AKP tarafından kurulmuş ama henüz tamamlanmamış özne inşacılığı arasındaki gerilimden ibarettir. Bu gerilim ve çatışma sadece Türkiye siyasetinin değil genel olarak bütün dünyanın temel sorundur.
 
CHP ve MHP’nin ortaklaştıkları Türklük tarihi de aynı minvalde Türk kültürünün değerlerini yaşatmak ve geliştirmek üzerine kuruludur. CHP ve MHP’nin Türklük konusunda anlaşması ulus devletin imparatorluğa karşı savunduğu aslına rücu etmiş Türkiye Cumhuriyeti ve ulus devlet hedefidir. Ortaklaştıkları bu milliyetçilik çizgisi sadece cumhuriyetin tek ulus yaratan kimliğini sahiplenme kaygısı değildir aynı zamanda BDP ve Kürt hareketinin Türklük kimliğini Kürtlük üzerinden yıpratması da milliyetçilik üzerinden her iki siyasi partinin aslına rücu etmesine neden olur.
 
Bu siyasi Laik-Müslüman merkez yanında aslına rücu etmek isteyen, bunun için sabırsızlanan bir Kürt hareketini de unutmamak gerekir. Kürtler de dillerinin, kültürlerinin çok eski temelleri olduğunu ve bu temellerin yeniden kurulması gerektiğini talep eder konuma gelmiştir. Kürtlerin aslına rücu etmesi yeni bir dilin, tarihin ve siyasetin kurumsallaşması demektir. Ancak bu duygusallaştırılmış aklın tavırları hiç de tereyağından kıl çeker gibi, ötekiye karşı öteki yaratmadan aslına rücu edemiyor. Nitekim bu aslına rücu hareketi on binlerce insanın canına ve malına kast edebiliyor. Kürtler de Türkler gibi reel politikayı siyasi iktidarın dürbününden bakıp yorumladığı oranda kendini şiddetin ve gerilimin içinde buluyor.
 
Reel politik özneleştirme hareketleri ve siyasetleri hep şiddetin ve çatışmanın dilini körükleyecek gibi görünüyor. Tam kurtulduk bitti derken yeni bir özne iktidar sevdası aslına rücu ediverir, yeniden şiddet ve çatışma ortalığı kasıp kavurur. Bu tekerrür duygusallaştırılan aklın reel politik tavırdır. Bu tavırdan ya da girdaptan kurtulmak için çözüm üretmek sevdasında olmak beyhude bir caba olur. Bunun yerine belki de sorunun nerede olduğunu tespit etmek ve bunun üzerine konuşmak daha anlamlı olacaktır. Bunun için aslına rücu edenlerin kendi tarih yapıcılığını ve duygusallaştırılan akılın tarihini eleştirel teorinin imkânları ölçüsünde tartışmaya açmak gerekir. Ancak siyasetin gerçek yüzünü, siyasi iktidarla olan ilişkisini tartışmaya açmak kimliklerin sonuçlarını değil de süreçlerini anlamaya çalışmak birden sizi kimlik düşmanı konumuna yükseltebilir. Bu konumu sizin adınıza belirleyen eleştirdiğimiz duygusal aklın sahte tavırları olduğuna göre panik yapmamızın nedeni de kendiliğinden ortadan kalkar. Aslına rücu edenlerin kimlik taleplerini ya da sahte tavırlarını siyaset ve hukuk felsefesi çerçevesinde düşünmediğimiz oranda reel politik tartışmaların yarattığı aldım verdim iktidar oyunlarının kurbanı olmak kaçınılmaz olur.
 
Not 1. Aslına rücu etmek: Kimliğin fail oluşunu aynı zamanda fail olma çabasını kast ediyorum.
Not 2. Duygusallaştırılan akıl: Duyguların yaratmış olduğu gerçeklikleri aklımız ile soru sormadan, gerçek temellerini araştırmadan kabul ettiğimiz tavırlardır. Bu akıl düşünsel aklın kendine yabancılaşması olarak da düşünülebilir.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam