28/08/2014 | Yazar:

Heteronormatifi, müesses nizamı ifşa eden bir yamukluk ve çarpıtmadır söz konusu olan.

Heteronormatifi, müesses nizamı ifşa eden bir yamukluk ve çarpıtmadır söz konusu olan. Resme gotik bir sükut hakimdir; bir tür “suç mahali” veya “olay yeri” havası sezinlenir.
 
 “Evhamlı Konak”ı okumaya çalışırken, onun tersyüz edilmiş ve muğlaklıktan çıkarılmış hali denebilecek “Fabrikada, Okulda, Klinikte, Sarayda Bir Gün” adlı dört resme uğramayı ve bunları Seymen’in özgül kuir yorumu açısından ele almayı deneyeceğim.
 
Seymen’in “Evhamlı Konak” (2013) adlı detaycı ve ayrıntı düşkünü denebilecek işine, Escher’yen bir monokromatik perspektif egemendir. Escher’in topolojik rasyonellere dayanan “hileli” perspektiflerinin matematiği yerine, Seymen’in kuirliği geçmiştir: Heteronormatifi, müesses nizamı ifşa eden bir yamukluk ve çarpıtmadır söz konusu olan. Resme gotik bir sükut hakimdir; bir tür “suç mahali” veya “olay yeri” havası sezinlenir. “Evhamlı Konak”ta ne “Fabrikada Bir Gün”, “Okulda Bir Gün” ve “Klinikte Bir Gün” adını taşıyan üçlemenin, ne de bu üçlemeye sonradan katılan “Sarayda Bir Gün”ün kalabalığı ve dehşeti vardır. Bu işlerine egemen olan, Pieter Brügel’vari grotesk, masalsı, cehennemi varlıkların veya Max Ernst’vari rüya kaçkını yaratıkların güncel ve Türkiyeli versiyonlarının hiçbiri “Evhamlı Konak”ta görünmez.
 
“Evhamlı Konak”ta, “... Bir Gün” dizisinin mekânı tersine çevrilmiş gibidir. Her biri bir kurumun (fabrika, okul, klinik, “saray”) içinde geçen bu çoklu, kara mizahi sahnelemelere değinmeden önce, “Evhamlı Konak”ın bu kurumların “dışarısı” olduğunu öne sürülebilir miyiz? Bu soruya evet cevabını vermek zordur çünkü dördünün de gerçekte “dışarısı” yoktur; içine kapatıldığımız büyük resmin birer suretidirler.
 
Kurumlar, sahte bir mimari kuntluk ile örtülmüş ve sızdırmazlık kazanmışlardır; içerideki dehşetten, kokuşmuşluktan, hunharlıktan hiçbir şey dışarı kaçmasın isterler. Oysa yaşamın başlangıcından sonuna dek insanı “kuşatan”, “ezen” ve sonunda “posaya çeviren” bu kurumlardır: Michel Foucault’nun kitaplarında, konuşmalarında ve makalelerinde ele aldığı başlıca kurumlar, Seymen’in dört resminde sahneyi oluşturur: “Okul”la başlayan, “fabrika”yla devam eden, “kilinik”te sonlanan biyopolitik hayat çemberi, temelde “saray” veya devletin ta kendisince  kuşatılmaktadır.
 
 “Evhamlı Konak”, “Sarayda Bir Gün”ün saraylılarından birinin konağı da olabilir. Hal böyle ise, yapının devletli kasveti anlaşılır hale gelir. Yapının mimarisi bir tür postmodern üsluplar kolajı çağrışımı yapar; Akdeniz ve İskandinav mimarilerine, fallik gösterenler eklemlenmiştir. Yapıda birilerinin yaşayıp yaşamadığı belli değildir; bina terk edilmiş de olabilir. Konağın evhamlı sakinleri (veya onlar adına başkaları), içeride ne varsa, yapının açıklıklarından kusmuş, içeridekileri atık/”abject” hale getirip dışsallaştırmışlardır. Yapıyı bu anlamda sindiren ve atan bir bünye ya da beden gibi görme olanağı da belirir; özel yaşama ve kişiye dair ne varsa yutan, öğüten, sindiren ve dışarı doğru iten bir “kolonoskopik” bir aygıttır “Evhamlı Konak”. Burada yapının pencereleri anüs işlevini görür; dışarı atılan ve kişiye ait cinselliğin çoğulluğunu, hayal gücünü, ele geçmezliğini temsil eden nesnelerden geriye kalanlar dışkıya dönüşür. Mimari, kişiyi yaşatmak yerine onu yer ve dışkılar.
 
Konağın çürümüş, nemden ve kireçlenmeden çiçeklenmiş gövde duvarlarının dışında biriken cürufa yakından bakınca, bir tür toplu mezarla karşı karşıya kalındığı gibi tedirgin edici bir his uyanır. Tanınmaz hale gelmiş atığın, binlerce insanın birbirine karışmış kemiklerini temsil edebileceği ihtimali vardır. Bu cürufun, insanlardan başka, eşyalardan, aletlerden, aygıtlardan ve hayvanlardan müteşekkil olması da ihtimal dahilindedir. Bu cüruf, masalsı bir yığınsallık içinde, davetkâr bir hazine izlenimi de uyandırır –resmin içine girmek, o yığının içinde dolaşmak ve hayatlardan arta kalanları yağmalamak isteğini bastırmak zorunda kalırız. Bu, ilk penetrasyon çağrışımı olsa gerek. Diğer yandan, bu cüruf öylesine türdeşleşmiştir ki, artık neredeyse bir tür yapısal hammaddeye dönüşmüştür –tekrardan bir sarayın yapımında kullanılmak üzere, döngüdeki korkunç yerini almış gibidir. Yapıda, terk edilmiş mekânlara özgü heterotopik bir davetkârlık vardır. Bu, penetrasyona ilişkin ikinci çağrışımdır. Resim tarafından aynı anda hem yığına, hem yığını üreten gövdeye nüfuz etme arzusu uyandırılır.
 
Foucault’cul “...Bir Gün” serisinin iç mekânında olup bitenler, sanki “Evhamlı Konak”ın krematoryumunda bir sonuca ulaşır ve pencerelerinden sokağa taşıp felaketi haber verir. Her biri, modern yaşamın yanlışlarına yönelik politik taşlamalardır. Kıyaslandığında, dörtlemenin Okul’u, Fabrika, Klinik ve Saray’dan mekânsal organizasyonu açısından şematik bir farklılık gösterir: Okul, devasa bir avludur; bir tür ortaçağ kale kentinin iç avlusudur; simgesel bir ceza ve eza yeridir. Okul’da her şey avluda olup bitmez; parçalanmış gövde duvarları arasından çeşitli işkence yerleri ortaya çıkar. Fabrika, Klinik ve Saray, şematik açıdan çok katlı kesit perspektiflerdir; sahneleme olanaklarını çeşitlemek için bu şemanın seçildiği düşünülebilir. Flaman resim sanatında, farklı zaman ve mekânlarda geçen olayların tek bir sahnede betimlendiğine sık rastlanır. Modern öncesi resim ve minyatür geleneğinde de olaylar tek bir mekânsal düzlemde betimlenir. Bu dört resmin, bu türden çoklu bir anlatısal peyzaj kullandığı söylenebilir. Bu anlatıların, kötülüğü damıtması ve mutlaklaştırması bakımından, ahlakçılıkta aşırılığa gittiği, kötülüğü karikatürize ederek öne çıkardığı söylenebilir. Her biri, üzerindeki göğe kötülüğün hakim olduğu birer kara parçasıdır. Her birinde çoğunluğu veya tabi kılınmış güçsüz kitleleri temsilen, minyatürleştirilmiş sayısız insan görünür. Bunlar, kötülüğün bir kipinden ötekine sürekli savrularak, asla uyanamadıkları bir kâbusun içinde gezinir. Minik insanlar, her kötülüğe tanık olan ama hiçbirine engel olamayan vicdanın temsilcisidir. Okulun, Fabrika’nın, Kliniğin ve Sarayın korkunç, baş edilmez, olağandışı yetileri haiz muhafızları, iblisleri ve efendileri vardır.
 
Okul modern ve modern öncesi işkencelerle; her türden canavarla ve ilahla; sürgün, ceza ve öldürmeyle; gözetim, yıldırma ve saptırmayla; çürümüşlük ve ölümle dolu bir cehennemdir. Fabrika bir panoptikondur. Gözetleme kulesinin yerinde devasa bir krematoryum bacası yükselir. Burada yok oluş, pislik, işkence, zehirlenme, boyun eğiş ve ölüm üretilir. Klinikte acı, gözdağı, kıyım vardır; bedenler çeşitli amaçlarla kurban edilir; buranın yoldan çıkmışları, azgınları ve ölüm uzmanları vardır. Son olarak Saray, yobazların, zevk düşkünü sapıkların, işkenceci şeytanların, muhteris hükümranların oyun alanıdır. Ayrıksı olanları yok etmek, bilgiyi kirletmek, herkesi aşağılamak, her şeye boyun eğdirmek ve direnenleri öldürmek için yapılmıştır.
 
Gerek “Okul, Fabrika ve Klinik” üçlemesinde, gerek “Saray”da açık uçlu, muğlak anlam katmanları resimlere egemen değildir; her şey, en ince ayrıntısına kadar anlatılmış, ifşa ve ihbar edilmiş gibidir: Tek tek, sistemin işleyişini, failleri gösterir ve simgesellikle bezeyerek ele verir. Evhamlı Konak ise, bu dörtlemenin tersine, üzerinde muğlak anlam katmanları ve belirsizlikler barındırır. 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam