28/04/2006 | Yazar: Cenk Özbay

Ders çalışmayan, spor yapmayan, kadınları porno film dolayımıyla tanıyan, kurallara uymamayı kıvrak zeka addeden, politikaya, meşru mücadele biçimlerine, adalete inanmayan bu yeni erkeklerimizle ne yapabileceğimizi iyi kavrarsak, belki o zaman...

Ders çalışmayan, spor yapmayan, kadınları porno film dolayımıyla tanıyan, kurallara uymamayı kıvrak zeka addeden, politikaya, meşru mücadele biçimlerine, adalete inanmayan bu yeni erkeklerimizle ne yapabileceğimizi iyi kavrarsak, belki o zaman...

Aslında ben de onlardan biriydim. İstanbul'un çeperlerinde, kötü bir öğrenciyken erkek olmaya giden tek bir yol vardı: Kavga etmek! Hepimizin bildiği şeyler aslında: erkeklik dünyanın pek çok yerinde uluorta kanıtlanması, açıkça gösterilmesi gereken bir nitelik, bir cinsiyet icrası.

Hiç bir şey yapmadan erkek, en azından yeteri kadar erkek olamazsınız. Yine dünyanın hemen her yerinde ergen ve genç erkekler için erkekliklerini ispatlamanın en kolay ve meşru yolu dövüşmek, daha doğrusu, birilerini dövmek.

Erkek kavga ettiği, şiddet uyguladığı, şiddete dayandığı, 'sertleştiği' kadar erkektir, 'öteki' de yumuşadığı kadar kadın. Yeteri kadar kavga etmeyen, dövüle dövüle dövmeyi öğrenmeyen erkek de nasıl olsa askerde sertleşir, devletin haşin bakışları ve onayı altında.

Erken şiddet

Bu görünür şiddet, büyük bir sessizlik ve tevekkül ile karşılanan aile içi şiddetle el ele gider. Her anında sert, kavgacı bu erkeklik kültürü, kendini üretmeye, devamlılığını, tutarlılığını garantilemeye erken başlar, özellikle de okullarda.

Ben, olağan kavgalar, fevkalade organize dayaklar haricinde bugün keskin çığlıklara sebep olan hadiselerden mesela tecavüze, bıçaklamaya, ve hatta hocaların tehdit edildiğine tanık oldum.

Bu erken şiddet kültüründe, bu eylemlerden nasıl bahsedildiğini, bu konuşmalar yoluyla 'çocukların' kendilerini nasıl tanımladıklarını, nereye koyduklarını, başkalarını nasıl ölçüp biçtiklerini gördüm.

Ben de herkes gibi laf üretip, yorum yaptım. Benim için söylenenleri de dinledim. Bu vesileyle ne olduğumu, kim olduğumu ilk elden öğrenmiş oldum!

Dolayısıyla, 90'ların ilk yarısında, İstanbul'da, bir kenar semtte, bir ortaokulda, erkek olma-erkeklik yapma sürecine giriş ile şiddetin dilinin nasıl eklemlendiğini, bu dilde kimin nasıl dillendiğini biliyorum, hatırlıyorum.

Unuttuğum dil orada

Yıllar geçti. Başka yerlerde, bambaşka hayatlar yaşarken bu dili ve onu üretmeye teşne olanları unuttuğumu zannederdim.

2003-2005 arasında varoşlarda yaşayan erkek fahişelerle ilgili bir tez hazırlarken, bu dili, genç erkeklerle şiddet arasındaki bu kurucu ilişkinin varlığını ve bunun çok çeşitli ifadelerini yeniden keşfettim.

Benim unuttuğumu sandığım bu dilin, orada, hem de gayet canlı, zinde, zengin durduğunu gördüm.

Yeniden üretilen cinsiyet kültürü

Bugün bilebildiğimiz her toplumun cinsiyet analizi temelinde erkeklik ile sorunları var. Erkeklerin daha hızlı araba kullanıp, daha çok kaza yapmaları da bu anlamda düşünülebilir, kadınları dövmeleri de, kadınları yönetici yapmamaları, az para vermeleri de, geylere eziyet etmeleri de..

Dünyanın nasıl döndüğüyle aynı ölçekteki bu erkeklik kuramlarından, tarihlerinden, analizlerinden kafamızı kaldırıp tüm bu eşitsizliğin ve hem kendine-hem herkese zararlı bu cinsiyet kültürünün nasıl yeniden üretildiğine yakından baktığımızda hep aynı işaretlerle rastlaşıyoruz.

Genç erkek ne yaparsa evde, okulda, sokakta, spor salonunda, arkadaşlarının önünde, kızların yanında, veya otoriteye karşı yeteri kadar, 'iyi' erkek olabilir? Kime, neyi, nerede ispatlayabilir?

Dinde ve Türklükte hassasiyet

Bu abartılı, ve her abartı gibi de eğreti erkeklik söyleminin kıvrımları aslında oldukça bariz. Çıplak gözle bakınca: Futbol haricindeki sporlar kötü, anlamsız. En iyisi tribünden, kahveden veya sınıftan geyik yapmak. Sağlık, beden, beslenme de bu anlamda gereksiz çağrışımlardan ibaret.

Gerekli kan zaten damarlarda mevcut! Politika, toplum, özgürlük, düşünce, eleştiri gibi kavramlar bambaşka bir lisandan istenmeden sızmış gevezelikler. Kurallar, kanunlar, meşru yollar enayiliğin daniskası.

Yasak yere park et, kopya çek, korsan film al, işten kaytar, okula rapor patlat.

Ama mesela, din konusunda çok hassasız, bir de Türklük denince. İkisini eşanlamlı/birbirinden ayrılmaz olarak düşünmek en kolayı. Dünyanın geleceği, çevre sorunları falan bizi aşan konular, şimdi bunlarla başımızı ağrıtmaya değmez...

Kadınları aşağılamak, objeleştirmek, cinselleştirmek bu erkeklik söyleminin en önemli vurgusu. "Girme-çıkma" edebiyatı alayın da, hakaretin de, meydan okumanın da, cinsiyetler arası ilişkilerin de temel düzlemi.

"Adam" yerine konmak için

Sonuçta her şeyin doğal bir açıklaması da var zaten, Allah kadını kadın yaratmış! Mizah vazgeçilmez tek şey, en ciddi konuşmayı bile sulandırmak tek zeka belirtisi, en büyük sanat da korsan Cem Yılmaz esprileri!

Peki ciddi olan, ciddiye alınmaya değer şey ne bu kültürde? Şiddet! Sadece sinirlendiğinde, gözlerini sabitleyip kısarsan, psikopata bağlarsan, bi kafa koyarsan, dayaktan gebertirsen, ve daha neler neler sonucunda "adam" yerine konarsın, delikanlılığı olduğunu göstermiş olursun.

Bahanesi genellikle küfür, ama herkesin sürekli birbirine edip güldüğü küfürler gibi değil, daha bağlamsal. En iyi kavga bahanesi olan küfür ise yaramadığında başka bir sebep de bulmak zor değil.

Bu erkeklik kültürünün 'iyi' bir öznesi (adam, delikanlı, kral) olmanın tek makul yolu kavga etmek. Yetmezse, grup kurup öyle kavga etmek, ya da bıçak, ya da... Bu alaycı, kolaycı, bağnaz lisanın tek ciddi kelimesi şiddet.

Her şey 10 sene önce de vardı

Bu lisanı daha iyi anlarsak, nereden gelip nereye gittiğini, kimi izleyip kimden güç aldığının bir şeceresini yaparsak ancak, çete kurup tecavüz eden, bunu da cep telefonuna kaydeden, şantaj yapan, birbirlerini bıçaklayan, Rus diye bir genç kadını dövebilen genç erkeklere daha az şaşırırız belki.

Hatta, bir türlü tükeneceğe benzemeyen bu irkilme-şaşırma-utanma-unutma pratiğimizi durdurup ellerimizle oluşturduğumuz, sırtını yumrukladığımız, dilimizle, gözümüzle hizmet ettiğimiz bu erkeklik kültürünün daha nerelere varabileceğini anlamaya çalışırız.

O dil, o dili üreten ve bu kadar geniş kabulünü mümkün kılan her şey on sene önce de oradaydı, şimdi de. Bugün televizyonlara, gazetelere erişen ne varsa 'olay' olarak, 10 sene önce de vardı. Belki cep telefonuna kayıt yoktu ama grup kurup tecavüz pekala da vardı, bıçaklama da...

Şimdi normlaşma mücadelesi

Esas düşünmemiz gereken, bu on yıl içinde, en ikiyüzlü, en vurdumduymaz olduğumuz, en hayati, en ihmal edilmiş meselemiz olan okula dair ne dediğimiz, ne yaptığımız olmalı belki.

Evet, bu abartılı erkeklik kültürünün gücü yayılabilmesinde, nüfuz edebilme kabiliyetinde. Derme çatma, zayıf, kırılgan, 'beyaz' ve orta-sınıf Türk değerlerini ve ideallerini alaşağı edebilmesinde.

Delikanlılığın kitabını yazanların kardeşleri, televizyonda bol bol silahla oynadılar, kuzenleri de üniversite kampüslerinde küpeli asistan avındalar. Peki onların çocukları ne yapacak?

Daha da önemlisi, bu erkeklik biçimi büyük ölçüde standartlaşma sürecini tamamladı, artık normlaşmak için mücadele veriyor. Kendisi gibi olmayanı kendine uymaya davet ediyor, gerekirse başka yollardan da.

Belki de çare din-iman veya demode bir Cumhuriyet kahramanlığı pompalamak değildir, keza bunların pek de bir eksikliği gözükmüyor yakından bakan gözlere!

Abartılmış erkeklikle yüzleşmek

Ama evrensel değerlere, fikirlere, kurallara, haklara, kültüre, onun da ötesinde kendi bedenine, sağlığına, geleceğine, olası partnerine, etrafındakilere, ve mutlaka(!) olacak çocuklarına dair bir fikri, kaygısı, saygısı olmayan bir erkeklik kültürü ve onun hallerinden gayet memnun özneleri ile karşı karşıyayız. Hepimiz.

Bunlar aslında daha ilk tanışmalarımız. Gelecek günler, bu ağızda kötü tat bırakan farkındalığımızı besleyecek. Allah muhabbetimizi arttırsın deyip, beraber bir gelecek tahayyülüne soyunmadan önce bu abartılmış erkeklik biçimi ile dürüstçe yüzleşmemiz gerekir. Gecikmeden.

Ancak ders çalışmayan, spor yapmayan, kadınları porno film dolayımıyla tanıyan, kurallara uymamayı kıvrak zeka addeden, politikaya, meşru mücadele biçimlerine, adalete inanmayan bu yeni erkeklerimizle ne yapabileceğimizi iyi kavrarsak, bu ülkede yazmanın, çizmenin, direnişin, geleceğin bir anlamı olabilir.

Hala varsa tabi...


· Cenk Özbay Güney Kaliforniya Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü yüksek lisans öğrencisi


Kaynak: BİA, 28 Nisan 2006


Etiketler: insan hakları, eğitim
nefret