18/03/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Toprak kazanarak “millet” olmuş, devlet kurmuş, sınır genişletmiş her milletin, her kavmin başına gelmiş tarihi bir olgu var.

Toprak kazanarak “millet” olmuş, devlet kurmuş, sınır genişletmiş her milletin, her kavmin başına gelmiş tarihi bir olgu var. Bu kazanılmış, gasp edilmiş (toprağın kazanılmış, kaybedilmiş olmasına bağlı olarak) toprakların bedeli, bedelleri var. En sık görülen bedellerin başında, topraklarını kaybeden insanların, dünyanın başka yerlerinde yeniden var olabilme çabalarının sonucu olarak “diaspora” dediğimiz, kurdukları “millet veya kavim uzantıları” geliyor.

Bu millet ve kavim uzantılarının var olabilmek, ayakta durabilmek için kullandıkları kültürel ve duygusal özellikler, durumlarının doğası üzere hep köklerindeki kültür ve duygusallıktan daha abartılı oluyor. Mesela Birleşik Krallık’taki Pakistan, “Sikh”, “Rastafari” vs gibi bütün gruplar, kraldan daha kralcı olup kök kültürlerinden daha radikal, daha milliyetçi, daha tutucu, daha dogmatik ve daha agresifler. Hemen hemen hepsi asimilasyona dirençli ve ikinci jenerasyondan itibaren daha militan ve etkililer.

Türkiye’de varlıklarını pek duymuyoruz, ama sadece Ortadoğu’nun birçok ülkesinde değil, Latin Amerika’nın onlarca ülkesinden Avrupa ve dünyanın her köşesine kadar sayıları gittikçe artan bir Filistin Diasporası, ikinci ve üçüncü jenerasyonla birlikte kendini hissettirmeye başladı. Bu nedenle olsa gerek, İsrail hükümeti askerliğini yapan kadın, erkek her İsrail vatandaşını, Latin Amerika’da devlet parası ile 6 ay tatil yapmaya gönderiyor! Tarihinde ve bugün de kendisinin desteğinden çok faydalandığı Yahudi Diasporası’nın, dünyanın diğer ülkelerindeki gücü ve etkisi artık yetmiyor olsa gerek.

Fetihler sonucu bir dünya imparatorluğu haline gelen Osmanlı’nın da, özellikle çöküşünden sonra yarattığı birçok diaspora olduğunu biliyoruz. Diasporaların ve bu Osmanlı sonrası ortaya çıkan diasporaların, birçok ortak yönleri olduğu gibi kendilerine has özellikleri de var. Yurtdışında uzun dönem yaşamış bir Türkseniz, bu diasporalarla karşılaşmışsınızdır. Mesela hepsinin ortak yönlerinden bir tanesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı’dan ayrı bir şey gibi görmemeleri. 87 senelik bir Cumhuriyet olan Türkiye Cumhuriyet’nin mirası reddi ve yaptığı bütün idari, kültürel, ideolojik, dini değişiklikler bu diasporaların hedeflerinin “Türkler” olmasını değiştirememiştir. Türkseniz, 2000’li yıllarda bile hâlâ Osmanlı’nın faturası size çıkacaktır: Türk kibriti ile sigarasının yakılmasına itiraz eden Rum kızı ile karşılaşacağınız gibi, New York’ta LGBT konferansında adı “Ortadoğu’da Lezbiyenlik” olmasına rağmen, “soykırım vidyosu” gösteren bir çalışma grubundan tehditle kapı dışarı konabilirsiniz!

Osmanlı’nın yarattığı diasporalar arasında Türkleri hedef alma ortak bir nokta ve anlaşılır yönleri de var, ama hiçbiri Ermeni Diasporası kadar nefretle dolu ve nefretle beslenmiş değil. Yıllarca Kıbrıs çıkarması nedeni ile evlerinden olmuş ve Kıbrıs’a dönemeyen arkadaşlarım oldu, ama yurtdışında yaşayan bir Türk’ün asla bir Ermeni arkadaşı olma şansı olduğunu düşünmüyorum. Benim bütün Ermeni tanıdık ve dostlarım ya Ermenistan’dandır ya da bu toprakların çocuklarıdır.

Osmanlı’dan sonra diasporalar, mesela Rum ve Yahudi diasporaları kültürel ve dini değerlerini öne çıkararak; sanatçı, biliminsanı yetiştirerek yeni ülkelerine adapte olurlar, kültürel değerlerini korurlarken, Ermeni Diasporası’nın yakıtı nefret olmuştur. Ermeni Diasporası mesela, Ermenistan’ın hâlâ 3. sınıf, büyük ekonomik, demokrasi ve insan hakları sorunları olan bir Rusya uydu devleti olmasına fazla kafayı takmaz. İsrail Devleti kurulduktan sonra, yüz binlerce Yahudi “memleketlerine” göç ettikleri gibi Yahudi Diasporası İsrail’e ciddi ekonomik ve kültürel yatırım yapmıştır. ABD’de, Fransa’da veya herhangi başka ülkede yaşayan Ermeniler’in böyle bir öncelikleri olmadığı gibi; yüz binlerce Ermeni’nin, Ermenistan’dan yurtdışına kapağı atmaya çalıştıkları Ermeni Diasporası’nı ırgalamaz. Hatta binlerce Ermeni insanının “Kıyımdan” hâlâ sorumlu tuttuğu bugünün Türkiye’sine muhtaç, Türkiye’de kaçak çalışmaya ve yaşamaya çalıştıklarından rencide olmaz. Onu ayakta tutan şeyin “Türk Nefreti” olduğunu zanneder ve onun için her şeyin üstünde 1915 Kırımı’nın tanınması gelir. Dünyanın değişik ülkelerinin parlamentolarının “Ermeni katliamını” tanıması ile Türkiye’nin köşeye sıkışacağını bekler ve umar. Bu stratejiden biraz sapmış olduğunu düşündüğü Ermeniler bile makbul insanlar değildir. Bu nedenle Ermenistan’daki aklıselim barış isteyen insanların işi çok zor. Aynı nedenden de Hrant, özellikle de Batı’daki Ermeni Diasporası’nın pek hoşlandığı bir Ermeni değildi.

Ermeni sorunu konusunda AKP hükümetinin “açılım” stratejisi işe yarar mı? Doğrusu en başlarda, onlarca yıldır başını kuma sokmuş bir Türkiye’yi izlemekten bıkmış biri olarak içimde cılız da olsa bir umut vardı. Yıllarca milletlerarası politikada kafa patlatmış, milletlerarası kuruluşlarda lobi faaliyetleri organize etmiş birisi olarak “acaba Türkiye, hakikaten yeni bir yaklaşım sergileyebilecek mi” diye, biraz heyecanlanmıştım. Bu umudumu yitirdim. Nedeni de, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu kararı veya İsveç Parlamentoso’nun soykırım konusunda aldığı karar değil. Yerim olsaydı, o kararların nasıl alındığını ve ne anlama geldiğini de yazardım, ama benim umudumu yok eden şeyin dışarı ile ilişkisi yok. Ermeni sorununun çözülmesi için gereken şey, burada içimizde, Türkiye’deki kafa yapısının değişmesinde.

Hrant’ın devlet içindeki katillerini çıkaramayan, çıkarmayan... Bu konuda adalet bekleyen milyonlarca insan dururken, birkaç tetikçiyi mahkeme önüne çıkararak, vicdanlarımızın tatmin olacağını sanan kafa yapısı ile... 2010 yılında hâlâ “Eşcinsellik bir hastalıktır” diyebilen bir bakanın ve onun kabine ve parti arkadaşlarının  sağır edici sessizliğinde... “Kürt Açılımı” yapıyoruz deyip, Kürt çocuklarını hapse atıp, terörizme mahkûm ederek... “Roman Açılımı” yapıyoruz diye, Roman vatandaşların hayat tarzlarına uymayan TOKİ pazarlamasıyla... Alevilerin köylerine “size lazımdır” diye, camiler yaparak... TEKEL işçilerini unutturma yoluyla, gündemden düşürme taktikleriyle emekçilerinin haklarını vermeyen bir idare ile... Sadece üç beş Arap’la, İran’ı etkileyebilmiş; “Yeni Osmanlı” gibi bir konseptle dış politika geliştirmeye çalışarak... yönetilen ülkemizde, nasıl olacak da, neredeyse yüz senelik bir mağduriyetin defteri kapanabilecek?

İşte bu ve buna benzer Türkiye gerçeklerini bilen, takip eden ABD’li, İsveçli ve diğer birçok politikacı, “Ermeni Kırımı” hakkında ne kadar az bilgi sahibi olsalar da, “Politikacıların, tarihi, parlamentolarda oylamakla değiştiremeyecekleri” gerçeğini fevkalade de anlasalar bile, bugüne kadar 20 + ülkede “Türkiye Soykırım Yapmıştır” diye oy verdiler. Oy vermeye de devam edecekler. ABD Başkanı da -Tayyip Erdoğan ABD’ye gitse de gitmese de- bu sene 24 Nisan’da, olmazsa seneye “Soykırım” lafını kullanacak...

Türkiye’nin Ermeni sorununu halletmesi, bu ülkede “insan haklarının - ama hepsinin” ciddiye alındığını, önce bu ülkenin insanlarına göstermesi... Sonra Ermeni Diasporası ne yaparsa yapsın, Ermenistan’la ilişkilerini normalleştirmesi  ile başlayabilir.

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam