28/09/2022 | Yazar: Can Yazar

Çeşitli sosyal baskı, duygusal ve fiziksel şiddet, hakaret türleri teşvik edildi, siyaseti etkilemek için komplolar ve fantazmalar oluşturuluyor. Bunlar bugün de devam ediyor, biçimini ve retoriğini değiştirse de heteronormatif sistemin kurumsal araçları ve iktisadi düzeni, eşcinselleri marjinalize edip dışta tutmayı sürdürüyor. Özellikle dini ve muhafazakâr çeşitli grupların katkılarıyla farklı formlar kazanabiliyor. Amaçları ise ortak: Eşcinsel kimliğe karşı saldırgan, kısıtlayıcı ve aşağılayıcı toplumsal tutumu norm halinde tutmak istemek.

Eşcinsel evliliğini neden savunmalıyız? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Şüphesiz ki eşcinsellerin bugün Batı’da ve dünyanın diğer bazı bölgelerinde elde ettikleri haklar bir günde meydana gelmedi. Kriminal kimlikler olmaktan çocuk yetiştirebilen özneler olmaya giden bu süreç içinde eşcinseller, pek çok sorunla ve baskıyla karşılaştı.

Yasalar, organizasyonlar, propagandalar, siyasi hareketler dünyanın her bir tarafında, eşcinsellere karşı işleyen araçlardı. Eşcinseller, anti-gey veya muhafazakar ideolojilerin resmi veya sivil otoritelerinin ve bunların yansımalarının hedefi haline getirildiler. Homofobinin kökleri tarih içinde oldukça derin ve kurumsallaşmış olsa da süreç içinde olgunlaşan ve şekillenen mücadele, endojenik de bir direnç noktası oluşturdu. Bu direnci bastırmak için heteronormatif otorite, toplumlar içinde meydana gelen paradigma değişimleriyle eşcinsellik karşıtı yapılarını yeniledi. Dolayısıyla kalıplaşmış bir homofobiden söz edemeyiz. Çeşitli sosyal baskı, duygusal ve fiziksel şiddet, hakaret türleri teşvik edildi, siyaseti etkilemek için komplolar ve fantazmalar oluşturuluyor. Bunlar bugün de devam ediyor, biçimini ve retoriğini değiştirse de heteronormatif sistemin kurumsal araçları ve iktisadi düzeni, eşcinselleri marjinalize edip dışta tutmayı sürdürüyor. Özellikle dini ve muhafazakâr çeşitli grupların katkılarıyla farklı formlar kazanabiliyor. Amaçları ise ortak: Eşcinsel kimliğe karşı saldırgan, kısıtlayıcı ve aşağılayıcı toplumsal tutumu norm halinde tutmak istemek.

Kimliğin patojenik bir tehlike olarak servis edilmesi ve üzerinden uygulanan korkutma (fear-mongering) politikaları, eşcinsellerin sosyal alanda varoluşunun ne kadar objeleştirildiğine dair bir kanıt olarak sunulabilir. Geleneksel kadın ve erkek rollerinin kutsallaştırılması, heteroseksist ahlak ve eril denetim, toplumda homofobiyi arttıran en önemli etkenlerdendir. Kitle yayın organlarında ve zihinlerde eşcinsel imgesinin silinmesi ya da manipüle edilmesi, kimliğin gerek sözel dolaşımda gerek de yasal prosedürler içinde küçük düşürülmesine neden olabilir. Eşcinsellerin kendi kimliklerinin kontrolünü sağlayamamaları ve nesneleştirilmeleri, bu yönüyle geleneksel normları temsil eden ve propagandasını sorgulanamaz kılan otoriteler yoluyla desteklenir. Bu durumda eşcinsellerin bununla mücadelesi ancak öz-farkındalıklarını arttırmak, cinsellikle ilgili enformasyona erişim sağlamak ve böylelikle kendini savunarak mümkün olabilir. Nitekim böyle de olmuştur. 1969 Stonewall ayaklanmalarıyla başlayan süreç, 1980’ler AIDS salgınında yayılan stigmatizasyon, kültürel ve akademik faaliyetlerin artışı eşcinsellerin kendi kimliklerini bulmalarına yardımcı olmuş, yarattıkları alt-kültür içinde zamanla bireysel otonomilerini arttıran özneler haline gelmişlerdir. Elbette ki burada eşcinsel hakları için ve homofobiyle savaşılması hususunda ifade özgürlüğü, sekülerizm ve felsefi muhakemenin önemine de dikkat çekmek gerekir çünkü ancak insanları düşünmeye ve empatiye sevk ederek azınlık ve insan hakları korunabilir. Eğer eşcinseller kendi kimliklerine dair farkındalığa varmazlarsa toplum içinde ve siyaseten onlara yöneltilen homofobiyle mücadele edemezler. Dehümanizasyon politikalarının kurbanı olurlar ki zaten bu, azınlık gruplar için yabancı bir durum değildir. Azınlıklar olarak insanlıktan çıkarılma için en çok karikatürize etme, psikolojik yansıtma (projection) ve damgalama yöntemine başvurulur. Kolektif bilincin ve kültürel kodların biriktirdiği önyargılar ve dolaşıma dil yoluyla sokulan temsiliyet tahayüllere karşı eğer kontr-argüman oluşturulmazsa, eşcinsellik ya da herhangi bir azınlık statüsündeki toplumsal fenomene karşı çoğunluk, saldırgan bir yönden mobilize olabilir. Örneğin filozof Martha Nussbaum, eşcinsellere karşı tiksindirme politikalarının siyasi hayat içinde çok yaygın olan politik bir araç olduğunu ve bunun panzehrinin ise insanların hayatlarına dokunularak aşılabileceğini söylüyor. Bu yüzden tiksindirilenlere şöyle bir tavsiye veriyor: ‘‘Bir anı anlatmadan yüreği gerçekten değiştiremezsiniz.’’

Homofobik ve heteronormatif iktidarın ve kurumsallaşan, yaygınlaştırılan ideolojisinin eşcinselleri konumlandırdığı sosyal katman, ABD’de siyahların maruz kaldığı beyaz-ayrıcalıklı hegemonyanın tahakkümüne benzer. Heteroseksüel dindar erkeğin normu ve yasaları altında oluşan spekülatif düzenin düşük saygınlıklı üyeleri olarak objeleşen ve stereotipleştirilen kimlik, saldırılmaya açık hale gelir. Eğer bireyler kendilerine yapılan ayrımcılıklar hakkında bir söz-söylem oluşturamazsa bu döngü devam eder. Dolayısıyla iktidarın, toplumdaki birimlerini ve simgesel etkileşimlerini düzenleyen ve uygunlaştıran erke karşı eşcinsellerin kendi güvenli alanlarını inşa etmesi gerekir.

Aile kurumu, bu konuda eşcinseller için bir kurtuluş kapısı olabilir. Aileler, bizi sivil-kamusal yaşamın bıraktığı izlere, yabancılığa ve kaotik iktisadi sistemin yıpratmalarına karşı koruyan kurumlardır. İnsanın sosyalizasyon sürecini yaratan aygıtlardır. Kültürel aktarımın ve zihinsel inşanın başat aktörüdür. Psikanalizde gelenekselleşen ve evrenselleştirilen Ödipüs kuramı üzerinden okunan kadın ve erkek kimlikleşmesi dahi bize kadın ve erkek arasındaki cinsel-duygusal ilişkilerin ve normların aile kurumu üzerinden kurulduğunu ve kimi akademik kesimlerce böyle ele alındığını gösterir. Yani aslında normu pedagoji yoluyla kurarız. Pedagojik ilişkilerin ürettiği ve aktardığı dil, kültür ve çevre yoluyla kurulan birey, sosyo-cinsel normların üstlenicisi ve kurucusudur. Toplumda iyi olduğu düşünülen davranışların, ahlaki genel-geçerin üreticisidir. Yaşadıkları toplumun bir parçası olarak eşcinsellerin de bu normun içinde kendilerini korumak ve ahlaki baskılardan korunmak için bir aile inşa etmeyi, yasal olarak tanınmayı düşünmeliler. Bunu yapmak için de kendilerine yöneltilen suçlama, damgalama ve yansıtmalara karşı güçlü argümanlar üretmeliler. Bu noktada karşılarına en çok din, ahlak ve kültür gibi bir takım soyut öğelerin ve toplumsal organizasyon biçimlerinin, otorite tarafından yönlendirilen kitlelerin ve körüklenen duygusal fanatizmin onlara koyulan en büyük engeller olduğunu görüyoruz.

Batı dünyasında bu tür problemler bir ölçüde aşılmış olsa da bugün hala sağ kanat politikada, özellikle Asya ülkelerinde eşcinsellere baskı ve onları şeytanlaştırma siyaseti devam etmektedir. ABD’de evanjelist yapılanmaların, Asya ve Afrika’da İslam ülkelerinin ve komünist rejimlerin ideal toplum tahayyüllerine uymayan eşcinseller, her zaman birçok felaketin, sorunun, yozlaşmanın müsebbibi sayılmış ve ağır ithamlarla yargılanmışlardır. Özellikle Nazi Almanya’sı ve 20. yüzyıl pozitivizmi çerçevesinde düşünüldüğünde, eşcinseller sistematik bir biçimde toplumdan soyutlanmış ve köklerinin kazıması için çeşitli sosyal, yasal ve tıbbi yollar aranmıştır. Öjeni dediğimiz bu düşünce, bugün hala daha ılımlı bir şekilde olsa da latent bir biçimde siyasete sirayet etmektedir. Tıbbi istismar ve operasyonlar, psikolojik baskılar ve tüzel ‘‘kamu sağlığı’’ politikaları sağ ve muhafazakâr kanadın her zaman eşcinsellere bu konuda doğrulttuğu silahlar oldu. Toplulukları etkileyen birçok olay bunu şekillendirici rol oynamıştır. Örneğin birlikteliğin resmileşmesi konusu, 1993’te Avrupa Birliği’nin kurulumu sonrası üye Avrupa ülkelerinin eşcinsellere sivil birliktelik hakkı verirken, özellikle Fransa’da pacs sürecinde, kamudaki homofobiyi hortlatan birçok tartışmaya ortaya çıkarmıştı çünkü bireylerin zihninde kurulan eşcinsel aile imgesi, heteroseksist toplumda alternatif bir düzen konusunda uyarıcı bir rol üstlenmiş oldu. Bunun etkisi doğal olarak korku ve kaygıdır çünkü insan genel olarak değişimden korkar ve direnç gösterir. Baskıyı ve şiddeti normalleştiren güdülerle hareket edebilir hale gelir. Bu da geleneklerin ürettiği kolektif şiddetin, kaygılandırma politikalarıyla desteklenmesiyle meydana gelir.

Ayetullah Humeyni öncülüğünde gerçekleşen 1979 İran İslam Devriminden günümüze değin İran’da, İsrail istihbarat raporuna göre yaklaşık 4.000 ila 6.000 arasında gey ve lezbiyenin idam edildiği düşünülüyor.1 Vladimir Putin’in kontrol altında tuttuğu Çeçenya’da 2017 yılında eşcinsellere yönelik devlet-destekli işkence içeren bir purje(tasfiye-toplama kampı) meydana geldi. Eşcinsellere yönelik tacizler, tehditler ve şiddet devlet otoriteleri tarafından teşvik ediliyor. Vladimir Putin, eşcinsellerin ifade özgürlüğünü kısıtlayan, birlik hale gelmelerini engelleyen kanunlar çıkarıyor, polis şiddetiyle hak ve özgürlük hareketlerini kısıtlıyor, halkın onayını almak için ve yaptıklarını gerekçelendirmek içinse dini otoriteleri ve Rusya’nın geleneksel değerleri, kültürel kodlarını öne çıkarıyor. Eşcinseller, küresel sisteme hizmet eden ajanlar olmakla suçlanıyor. Gaslighting (psikolojik bir manipülasyon yöntemi) ve baskılama yoluyla hasta olduklarına inandırılıyorlar ve özellikle geleneksel aileler, eşcinsellere karşı bir şiddet nesnesi olarak kullanılıyor. Kaygı, depresyon ve sosyal şiddetle mücadele etmek zorunda kalan eşcinsellerin, intihar eğilimlerini bile onların ne kadar ‘‘sorunlu’’ insanlar olduklarını kanıtlamak için kullanılıyor. Cinsel yolla aktarılan enfeksiyonlarla ilgili veriler manipüle edilerek eşcinseller birçok hastalığın yayan antagonistler olarak korkutma ve tiksindirme politikalarının hem medya hem de resmi kurumlar yoluyla öznesi haline geliyorlar. İfade özgürlüğü elinden alınan, eril denetimin tahakkümü yoluyla kıstırılan eşcinsellerinse kendilerini ifade edemedikleri ve sorunlarını dile getiremediklerinden dolayı yaşadıkları kaygı ve stres bozukluğu hayatlarını karartıyor. Avrasya ideolojisinin bir başka baş aktörü Çin’de de durum pek farklı değil. Eşcinsellerin medyada kurdukları gruplaşma toplulukları sansürleniyor. Çizgi film ve oyun içeriklerinde eşcinsellerin olmasına izin verilmiyor. Çin’e bağlı dizi ve filmlerde eşcinsel karakterler sansürleniyor. Bu da bir nevi Ortaçağ Avrupası’nda kilisenin üstlendiği, faşist rejimlerin yaydığı doğrular oluyor; Kimliğin görünmezleştirilerek illegalleştirilmesi ve bireyin cinsel ve duygusal varoluşunun mistifikasyonu, yani sivil ölüm üretiliyor.

Avrupa’da bir yandan neo-faşizm yükselirken onun şu basit mantrasını hatırlamamızda fayda var: Tanrı - Vatan - Aile. Giorgia Meloni’nin partisi, Mussolini sonrası neo-faşizmin bayraktarı Brothers of Italy’nin sloganı bu şekilde. Burada aile, elbette ki geleneksel ve muhafazakar aile modeli. Otoriter baba, itaatkar anne ve geleneklere bağlı yetişen çocuklar. Donald Trump ve Vladimir Putin de şeytan küresel elite karşı bu üç basit kavramı tekrarlayarak sosyal adalete dayalı bir sisteme engel olmak için başında oldukları topluluklar için sorgulanamaz kavramları hedeflerinin karşına koyarak siyaseten ve sosyal olarak ekarte etme tekniğini izliyorlar. Buna Soğuk Savaş dönemiyle elde ettiğimiz bilgilerimizle uzak değiliz. Propaganda aygıtları her zaman, belirli bir ideolojiye dönük silahlar olarak kullanıldı. Belki de sormamız gereken soru ve ön-kabul olarak benimsetmemiz gereken mesele, faşizmin yükselmesine engel olmak için, herkesin propaganda yapabilme hakkı değil midir?

18 Eylül 2022 tarihinde, İstanbul’da, Saraçhane Parkı’nda Avrasyacılar, muhafazakarlar ve İslamcıların katılımıyla ‘‘LGBT ideolojisine ve propagandasına’’ karşı bir eylem yapıldı. Bu eylemde katılımcılar her ne kadar nefret söylemi ve etiketlemeye başvurmadık deseler de aslında bireylerin görünürlüğünü, varoluşlarını ve eşitlenme çabalarını hedef aldıklarının gayet farkındalardı. Sadece bunu çarpıtmak onların işine geliyordu ve despotizmi ancak bu yolla savunabilirlerdi. Burada Putin’in Rasputin’i Aleksandr Dugin’in yöntemine başvurarak bir Türk doğrusu oluşturmaya gayret ettiklerinin altını çizelim. Postmodern sağın kullandığı yöntemlerden biri bugün bu. Kolektif dogmaları, bireysel özgürlüklerin önüne koyarak engellemek. 60’larda sağ ve devletçi aygıtların, yükselen sol ve Marksist hareketleri bastırmak için sağ popülizmi ve dini, işçi örgütlenmelerine ve sol ideolojinin yayılmasına karşı kullanmaları gibi.

Demokrasi, inşa edilmesi zor, yıkması ise kolay olan bir politik sistemdir. Nefret hızlı örgütlenir, insanlar bilmedikleri konularda, konu hakkında duydukları her şeyi tartmadan ve süzgece almadan kabul etme eğilimindedir. İnsanlar yeteri kadar iyi eğitim almadıkları takdirde, sanatsal ve felsefi yönlerini geliştirmemeleri halinde farklı olana karşı tolerans göstermekten ve anlamaktan yoksun olurlar. Bunun sıkıntısını en çok azınlıklar çeker ve bu da yaşanılan toplumun kalitesini düşürür. Güncel olarak ABD’de kadınların elinden tüm eyaletlerde kürtaj yaptırma hakkını elinden alan 2022 tarihli Yüksek Mahkeme kararı bu konuda dikkat çekici bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. ABD’de MAGA radikallerinin Amerikan Progresivizmine karşı bir alternatif geliştirmesi ve örgütlenmesi, Türkiye’de bir türlü aşılamayan Türk-İslam sentezi, Rusya, Çin ve İran’ın başını çektiği otokratik ve despotik Avrasya rejimleri, bireysel alanları daraltma ve kapalı toplum modelini parlatma eğilimindedir. Bu elbette ki demokrasinin geleceği için tehlikelidir.

Eşcinsellere düşen görev ise eleştirel düşünceye her zaman açık olmak ve onların kullandıkları saldırgan ve ekarte edici metotlarla bir aktivizm sürdürmeden, insan hakları ve evrensel etik ilkelere uygun argümanlarla bir sosyal alan inşa etme hakkını savunmak olabilir. Ulus-devletlerin anatomisi içinde, alt basamaklarda yer almadan, hür ve olumsal düzene açık bireyler olarak kendi evimizi ve ailemizi inşa etme hakkının vurgulanması olmasıdır. Heteroseksüellerle ancak böyle eşitlenilebilir. Heteroseksüellerin eşcinsellerin elinden aldıkları haklar, ancak bu şekilde kazanılabilir. Modern dünyanın ve düzenin sorunlarını irdeleyerek, sistem çarkına dahil olma hakkını arayarak, bireyler arası rızaya dayalı güvenli alanlar yaratmanın önemini hatırlatarak, bilimsel argümanları yadsımayarak ve manipüle etmeyerek, demokrasiden ve temel hak ve özgürlüklerden taviz vermeyerek aile kurma hakkı savunulabilir.

Araştırmalar göstermiştir ki eşcinseller, aile kurma ve çocuk yetiştirme konusunda heteroseksüellerden daha az başarılı değildir.2  Çocuğun yetişme kalitesini belirleyen ailenin sosyo-ekonomik statüsü ve sosyal sermayesidir. Öyleyse yapılması gereken ebeveynlik tanımıyla biyoloji-merkezci aileleri ayırarak bir aile kurma hakkı savunmak olabilir. Devletler, bireylerin birliktelik ve sözleşme haklarını kültür ve din gibi bahanelerle engellememelidir. Eşcinsellerin görünürlüğü sansürlenmemelidir. Öz-farkındalıktan yoksun ve nesneleştirilen kimlikler, her zaman pogroma uğramaya ve hakları ihlal edilmeye açıktır. Tarihte de örnekleri böyledir. Çoğunluk-azınlık dikotomisinde iki taraf da belirli konularda ödün vermek zorundadır. Heteroseksüel-homoseksüel diyalektiği de bunu takiben cinsellik algısını şekillendirir. Dini kurumların da bu konuya daha ılımlı yaklaşması önerilmeli, yorumlama özgürlüğü teşvik edilmelidir.

Yazımı sonlandırırken ABD, Michigan’dan Kent ve Diego’nun çocukları Lucas’ı biyolojik aileden evlat edinen ebeveynler yoluyla sahiplenmelerine rağmen evlenemedikleri için yaşadıkları zorluğu anlatan 2013 tarihli bir haberi paylaşmak istiyorum.3 Michigan mahkemesinin evlat edinen eşcinsel aileyi tanımayı reddetmesi nedeniyle yaşadıkları sıkıntı ve duydukları kaygıyı anlatan Ramirez-Love ailesi için Equality Michigan Genel Müdürü Emily Dievendorf, Lansing’de insanların çocukların güvenliği ve korunumuyla ilgili tartışmaların konu eşcinsel ebeveynlere gelince kesildiğini söylüyor ve ekliyor:

"Yani, en azından, tüm çalışmalar, ihtiyacımız olan şeyin iki sevgi dolu ebeveyn olduğu gerçeğine işaret ediyor gibi görünüyor. Ve bu cinsiyet kombinasyonunun ne olduğunu belirleme konusunda çalışmalar yetersiz kalıyor. Neden umursayalım? Ebeveynlerin kalitesine daha çok önem vermeliyiz.”

2015 tarihli Obergefell v. Hodges davası kararından sonra eşcinsel evliliğin tüm eyaletlerde yasallaşmasıyla bu çift evlenme hakkı kazandı. Peki Türkiye bu konuda nerede? Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu bakan Derya Yanık’ın öz-çocuğuyla ilgili paylaşımlar yapan lezbiyen bir kadının hayatını 2022 Eylül ayında Twitter üzerinden deşifre etmesini gördükten sonra fersah fersah uzakta olduğunu söyleyebiliriz çünkü Türkiye anayasasına göre eşcinseller, eşit vatandaş bile sayılmıyor. Genel Ahlak ve Aileyi Koruma kanunları altında sansürleniyor. Anlıyoruz ki Türkiye’nin eşcinsel evliliği ve çocuk evlat edinme haklarını kabul etmesi için Türkiye siyasetinde ve toplumunda genel olarak sekülerizasyon ve demokratikleşme görmemiz gerekiyor. 2017 referandumu sonrası süreçte gittikçe otokratlaşan Türkiye’nin uzun yıllardır Tayyip Erdoğan’ın İslamizasyon politikaları altında Batı’dan iyice koptuğunu söylememiz yanlış olmaz. Batı’dan kopmak, bana göre şeffaflaşmaktan uzaklaşmak, kutuplaşmak, geleneksel endoktrine ve mafyatik bir toplum haline gelmesi demek. Türkiye’nin pretoryanist devlet yapısı ve muhafazakar sosyal tabanı, eşcinsellere eşitlik haklarını vermekten çok uzak görünüyor da diyebiliriz o halde. Bu durumda eşcinsellere kendi sorunlarını, isteklerini ve gözlemlerini aktarmak, tartışmak ve çözüm aramak, en önemlisi de dayanışmak düşüyor, evliliği savunma da.

Kaynakça

1. Weinthal, B. (4.09.2022). Iran Sentences Two Gay Rights Activists To Death. Jarusalem Post.  https://www.jpost.com/middle-east/iran-news/article-716282

2. Hewitt. J. (12.09.2017). There Is No Harm Caused By Same-Sex Parenting. Studies Suggesting Otherwise Are Skewed. The Guardian. https://www.theguardian.com/commentisfree/2017/sep/13/there-is-no-harm-caused-by-same-sex-parenting-studies-suggesting-otherwise-are-skewed

3. Graham. L. (10.06.2013). For Gay And Lesbian Families In Michigan, One Parent Is Left Out. Michigan Radio. https://www.michiganradio.org/investigative/2013-06-10/for-gay-and-lesbian-families-in-michigan-one-parent-is-left-out

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam, aile, tarihimizden
İstihdam