20/06/2024 | Yazar: Ali Bulunmaz
Annemarie, erkek egemen edebiyat dünyasına hayli güçlü biçimde girmekle kalmadı, aynı zamanda androjen queerliğiyle de 1930’lardaki pek çok kalıbı yıkıp geçti.
Annemarie Schwarzenbach karabatak gibi bir yazardı; yaşarken ailesi ve yakın çevresi tarafından tarihten silinmeye, benliği örselenmeye çalışılmıştı. İlk anda bunu başardıklarını sanan Nazi yanlısı babası ve evin Nazi subayı annesi, kızlarını önce Zürih’te aile geçmişine uygun burjuva eğitimi veren yatılı bir okula göndermiş, daha sonra onun “tuhaf” buldukları arkadaşlıklarını bitirmeye çalışılarak Annemarie’yi kendilerine yakışır bir evlat hâline getirmeye uğraşmıştı.
Ailesinin bu çabası, Annemarie’yi gönderdikleri okulda ters tepmişti. Yatılı kız okulu, Annemarie’nin kendisini bulduğu ve androjen bir queerliğini pekiştirdiği bir mekân hâline gelmişti. 1930’ların başında yaşadıkça yazan, yazdıkça arkadaş ve aşk çevresi genişleyen Annemarie’nin hayatının akışını belirleyen olaylar da peşi sıra geliyordu. Önce Erika ve Klaus Mann’la dostluk kuruyor, yalnızlığın ve uyumsuzluğun kendisi beslediğini kavrıyor, ardından 1933’te Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesiyle Avrupa’nın neredeyse tamamında sert faşizm rüzgârları esiyordu. Bu son gelişme, kendisiyle birlikte LGBT+’lar için bir tehdit oluşturduğundan uzun bir seyahate çıkıyor Annemarie: Fotoğraflar çekerek, yeni arkadaşlıklar kurarak ve elbette yazarak Türkiye’ye, Filistin’e, Lübnan’a, Irak’a, İran’a, Afganistan’a, SSCB ve ABD’ye gidiyor.
Yaşadığı ülkelerin tamamında queerliğin, anti-faşizmin ve cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkışın anlatıcısı ve eylemcisi olarak sivrilen Annemarie, özgürlükten ve emekten söz ederek kitlelere adını duyuruyor. Kaleme aldığı metinler elden ele dolaşıyor. Ta ki 1942’de bir bisiklet kazasında ölene dek. Ailesi, bu olaydan sonra bir kez daha harekete geçip notlarını, fotoğraflarını, öykü ve roman dosyalarını zamanın ruhuna uygun biçimde ateşe vererek Annemarie’yi yok etmeye uğraşıyor.
Metinleri 1980’lerin sonunda yeniden keşfedilince karabatak Annemarie yeniden su üstüne çıkıyor; queerler, aktivistler ve anti-faşistler bu gezgini, fotoğrafçıyı, tarihçiyi ve yazarı âdeta hayata döndürüyor. Annemarie’nin hayata dönüşünü simgeleyen metinlerden biri, hemcinslerinin bedeninin güzelliğine hayranlığını edebî bir anlatı hâline getirdiği ve bu hayranlığını salt bedenle sınırlamadığı Bir Kadını Görmek.
Aşkın gücüne tutunan anlatıcı
Fotoğrafçı Marianne Breslauer’in deyişiyle “ne kadın ne erkek ama bir melek, baş melek” olan Annemarie, erkek egemen edebiyat dünyasına hayli güçlü biçimde girmekle kalmadı, aynı zamanda androjen queerliğiyle de 1930’lardaki pek çok kalıbı yıkıp geçti.
Noémie Cadeau, bu önemli etkiyi “Annemarie Schwarzenbach’ı Tekrar Keşfetmek: Unutulmuş Kuir Yazar ve Gezgin”[1] başlıklı yazısında şöyle açıklamıştı:
“Schwarzenbach’ın kariyeri, iki savaş arasındaki dönemde eşcinselliğin göreceli olarak ne kadar daha özgürce yaşandığını ve entelektüel ortamlarda kabul gördüğünü bize hatırlatıyor. Aynı zamanda da non-binary ve trans kimliklerin yirmi birinci yüzyılda ortaya çıkmadığını, farklı şekillerde tarih boyunca hep var olduklarını hatırlatıyor.”
Söz konusu kariyerin önemli basamaklarından biri, iki novellanın yer aldığı Bir Kadını Görmek. Annemarie, kendisini bir hikâye karakteri hâline getirerek anlatıcı kimliğine bürünüyor kitaptaki “Bir Kadını Görmek” ve “Lirik Novella” başlıklı metinlerde. “Bir Kadını Görmek”te ruhuna tedirginlik hâkim olan fakat tutkulu ve coşkulu aşklar yaşayan bir anlatıcıyla karşılaşıyoruz. Yasak ve baskılara direnen, kadınların güzelliği karşısında kendinden geçen androjen kadın, ateşli bir coşkuya kaptırıyor benliğini. Aynı zamanda cinsel kimliğini kurarken arayışlar içinde buluyor kendini.
Hatıralarıyla yaşayan olgun bir erkekten fikirler alırken ailesinin Annemarie’ye yaptığı gibi kısıtlamalarla ve yönlendirmelerle karşılaşıyor anlatıcı. Ahlaktan bahseden, iki cinsiyetten söz açanlara karşı bir direnç geliştirip aşkın gücüne tutunuyor.
Bu süreçte, anlatıcının yaşadığı keder de girdiği melankolik tünel de Annemarie’nin, Erika Mann’la fırtınalı ilişkisini andırıyor. Her ne kadar bazen kararsız kalsa da bocalamalar yaşasa da imkânlara ve cesarete sarılarak zihnini teslim alan sorunları aşmayı deneyip hayal kırıklıklarının ve çoğunluğun baskısıyla daralan çemberden çıkıyor.
“Yakışıklı bir kadın”
“Lirik Novella”da ise yazarın notunda paylaştığı üzere, ilk bakışta delikanlıymış izlenimi veren fakat ana karakterin genç bir kadın olduğu hikâyeyle karşılaşıyoruz.
1930’larda, Annemarie’nin de peşini bırakmayan LGBTİ+’lara yönelik önyargıların ve nefret dilinin yanı sıra bu ayrımcılık örnekleriyle mücadeleyle ve queerliğin “hastalık” olarak nitelenmesine karşı bir başkaldırıyla yüzleştiriyor bizi yazar “Lirik Novella”da.
Yakın çevresine hislerini açıklamaktan çekinip deyim yerindeyse maskeler takan anlatıcı, bunun beyhudeliğini fark ederken Berlin’de kök salan faşizm nedeniyle enikonu yorulduğunu hissediyor.
Anlatıcının, diplomat olma amacıyla okumaya geldiği Berlin’de bir şarkıcıya gönül vermesiyle yaşamı değişiyor. Hemcinsine tutkuyla yaklaşan bir kadının, çevresi tarafından algılanışını ve toplumdaki yüzeysellikten kopuşunu adım adım görüyoruz hikâyede. Aynı zamanda, yaşadığı aşkla kendinden geçişini ve uzun gecelerin sonundaki vedalaşmaları da...
Berlin’den ve aşkın sorumluluğundan kaçarak kırsala giden genç kadını ışıltılı bir sahneye yerleştiriyor Annemarie. Bu sahnede ise karakter, aşkının bir takıntı ve alışkanlık hâline geldiğini ayırdına varırken “bir kadını beklemenin harikuladeliğini” tüm benliğinde hissediyor.
Bir Kadını Görmek’i Türkçeye çeviren Menekşe Toprak, Annemarie’nin hem yaşamıyla hem de yazdıklarıyla normlardan ve aile geleneklerinden ayrılışını hatırlatıyor bize: “On dokuz yaşında evlendirilen ablası gibi bir hayat istemez o. Ne gelin olmayı ne de bir erkeğin sevgilisi olmayı hayal eder. On yaşından itibaren saçlarını kısacık kestirten, erkek kardeşleri gibi giyinmekte direten Annemarie, kızdan çok bir oğlanı andırır. Kızların erkenden evlendirilip anneliğe soyunduğu yüzyıl öncesinin İsviçre’sinde o, erkeklere hak sayılanları yapmayı tercih eder.”
Annemarie, “Bir Kadını Görmek”te de “Lirik Novella”da da hemcinslerine olan tutkusunu gizlemeden yol alışını kâğıda döküyor. Aşklarını kendisine hiçbir sınır koymadan yaşayan, kadın bedenini güzelleyen, kaleme aldıklarıyla bunu kayda geçiren ve sonraki kuşaklara yollar açan Annemarie, hem hayat hikâyesinde hem de metinlerinde “yakışıklı bir kadın olarak” karşımıza çıkıyor. Saklanmıyor, saklamıyor, zamanın ruhundan ve ailesinden korkmuyor, yok sayılma ve yakın çevresinden dışlanma pahasına özgürlüğüne ve duygularına sahip çıkarak yürüyor.
Günümüzde de devam ediyor bu yürüyüş.
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Performans dosya konulu 194. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: kültür sanat, yaşam