04/10/2010 | Yazar:

Bir süredir gündemden düşmeyeduran eşcinsellik konusunda, aslına bakarsanız hiç de yazma niyetinden değildim. Yani birileri bir şeyler yazar aklındaydım...

Bir süredir gündemden düşmeyeduran eşcinsellik konusunda, aslına bakarsanız hiç de yazma niyetinden değildim. Yani birileri bir şeyler yazar aklındaydım... -Dım da -dım yani... Ama kızgınlaşan bu tartışmaya farklı boyutta, farklı irili ufaklı çaplarda kişi/kurum ve usların dâhil olduğunu gördükçe; açılan bu tartışmanın Türkiye’de eşcinsellik konusunun etraflıca bir tartışma -şimdiye kadarkinden daha etraflısından- bir zeminine doğru sürüklediğini, Türkiye sol-sağ'ının bununla bir imtihan verme sürecine mecbur kılındığını görüyoruz. Ama hâlihazırda bu konunun bir türlü, yani ne türlü olursa olsun o türlü; ülkemiz sınırlarında, kişilerin beyin bariyerlerinde veyahut iletişim ağlarımızda bir reklam algısı içinde de olsa; ne olursa olsa, tartışılır olması; Türkiye demokrasisi insan hakları savunucuları, solu, İslami çevrelerinin bu olgu hakkındaki düşüncelerini bilmemiz açısından olumludur...
 
Sol ve LGBT
Fransız Devrimi’nden sonra 1791'de kurulan Yasama Meclisi'nde ılımlı Kralcılar sağ tarafta radikal Montanyarlar sol tarafta otururlarmış. O zamandan beri değişimi, insanlar arası sosyal hiyerarşinin kaldırılmasını savunanlara, devletçilik ve bağımsızlığa önem verenlere "solcu" denmiş. Ve bugün hâlâ Fransa Parlamentosunda bu gelenek devam eder. Türkiye'de ise İsmet İnönü'nün Gazeteci Abdi ipekçi'ye verdiği bir röportajda "ortanın solunda" olduklarını dile getirmesiyle Türkiye'nin de “solu” belli olur
Yani; özgürlük, eşitlik, emek değerlerinin üzerinden politika üretenler kendilerini “solcu”, tradisyonel ve moral değerler üzerinden toplumun değişmez yargıları üzerine ipotek koyup bunlar üzerinden politika üretenler ise kendilerine “sağcı” diyor bizim buralarda. Kimin ne kadar solcu ne kadar sağcı veya nasıl bir sol-sağ politikası içerisinde olduğu ise, sayılan belli başlı değerlerin ehemmiyet sırasına göre şekilleniyor/şekillendiriliyor.
 
Acısıyla Tatlısıyla Sovyet Tarihi
1800'lerde henüz Rusya da Çarlık rejimi devam ediyordu, Nazi Katliamı olmamış, Fransız devriminden sadece bir on yıl filan geçmişti. O zamanlar için dünyanın hiçbir yerinde, kitlesel lgbt hareketinin varlığı filan da yoktu. Almanya'da, İsviçre'de, Rusya'da birçok ülkede irili ufaklı eşcinsellik karşıtı yasalar çıkıyor, Rusya'da erkekler arası cinsel ilişki yasaklanmıştı. Tolstoy “Resurrection/Diriliş” adlı romanının bu dönemi anlatan bir epizodunda, eşcinsel olduğu için aynı saygınlığı ile Sibirya’ya gönderilen bir yazarı kaleme bile almıştı. Rusya Çarlarından biseksüellerin varlığı, dönemin ün salmış ozanlarının, edebiyatçılarının saraylarda çok saygı görmesi, eşcinsellere karşı yasaların arada yumuşatılmasını da sağlıyordu. Eşcinsel edebiyatçılar, kendi iç dünyalarını yansıttıkları yakıntılarını basma çabasında uğraşadururken, tüm dünyada olduğu gibi eşcinselliğe karşı antipati gelişiyor, eşcinseller ötekileştirilmeye çalışılıyordu. Bu sırada Fransa'da devrimin ardından liberal politika ile bireysel özgürleşme üzerinde duruluyordu.
 
1905 yılıyla birlikte Rusya'da halk ayaklanması başlar, işçiler greve gider, asker isyana kalkışır. Rus liberalleri monarşide diretirken, sosyalistler basın ve din özgürlüğü ve işçi hakları konusunda diretecektir. Çarlık halk ayaklanması karşısında bir manifesto yayınlayarak, ayaklanmaları bastırmak ister. Çar'ın önerdiği reformlar ile “spontane” gelişen bu devrim, daha sonra Lenin tarafından 1917 yılında yapılacak olan Ekim devrimi için büyük bir deneyim olarak görülecektir.
 
Tam da bu sırada, yani iki devrim arasında; yapılan reformlarla, eşcinsellik Rusya'da kısmen her kesim tarafından bilinir görülür bir olgu olur- zamane açısından-, dönemin ilk eşcinsel temalı kitapları basılır. İki devrim arasında reformlarla, erişkinlerin cinselliği ile ilgili yasaların kaldırılması, Rus demokratları, anarşistleri tarafından desteklenir. 1917 ile Lenin önderliğinde Şubat ayında başlayan Ekim ile şekillenen Ekim Devrimi ile birlikte,  daha farklı bir döneme doğru girilir. İki devrim arasından o zamanın şartlarına göre daha rahat oldukları düşünülen eşcinseller, Ekim devrimiyle bu durumları 10 yıl kadar daha sürer. Din, konuşma, sansür, işçi hakları konusunda reformlarla ilerici bir rolü olan 1905 devrimi sonrası, Lenin ve Troçki'nin önderliğindeki Ekim devrimiyle daha ileri düzeyde bir devrim olur. Gerçekte de kapitalizmin yıkılması, işçi hareketinin kazanımları, kamulaştırma ve toplumsal haklar bakımından hâlâ böyle bir geçekliği yadsınılamazdır. Kürtaj, boşanma, eşcinsellik legalleşir. Toplumsal bir adalet yolunda ilerleniyordur.
 
Ekim Devrimi sonrası,  duygusal birliktelikler her ne kadar yasaklanmamış olsa da, eşcinseller gizli olarak hayatlarını devam ettiriyorlardı. Bu sırada tabii ki, eşcinsel hakları yanı sıra kadının toplumsal olarak bir cinsiyet ayrımcılığı da devam ediyordu. Toplumsal cinsiyet ve haklar açısından gayet ilerici bir devrim olan Ekim Devrimi, 1930 sonrası farklı bir yöne doğru sürüklenir. Lenin'e sunulan eşitlik bildirgesine- ki bu metinde kadının erkeğin ki gibi bir cinsel hayatının olabilmesi ve istemediği takdirde çocuk doğurmayı reddetme hakkının olabileceğinden söz ediliyordu-, şiddetle karşı çıkmıştı. Lenin; bu hakların burjuva haklar olduğunu, proleter kadınların bu hakları istemeyeceğini söylüyordu.
 
O zamanlar Bolşevik partisinin üyesi olan, sınıf mücadelesi üzerine yazdığı kitapları dilden dile çevrilen, kitaplarını gelirinin bir bölümünü partiye aktaran Maksim Gorki, eşcinseller için:  “Eski moda köleler; onlar, özgürlüğü eşcinsellikle karıştırmaktan kendini alamayan insanlar. Onlar için,  ‘kişisel özgürlük’ tuhaf bir biçimde bir lağım çukurundan ötekine tırmanmak olarak karıştırılıyor ve bazen de penis özgürlüğüne indirgeniyor.” der. Yine Maksim Gorki, Moskova'da yaşayan Komünist ve eşcinsel bir gazetecinin, Stalin’e yazdığı mektupta “eşcinsel birisi komünist parti üyesi olabilir mi?” sorusuna cevaben, eşcinsellerin komünizm için mücadele edemeyeceklerini, onların gençleri yozlaştıran bir sapıklık olduğunu söylüyordu. Hatta “Eşcinselliğin yasallaşmasının faşizmin ana sebebi” diye yazdığı gazete yazısıyla da Maksim Gorki'nin zamane şartları içersinde homofobik bir yazar olduğunu söylemek mubahtır.
 
1905 devrimi ile kısmi bir rahatlama sürecine girilmiş,1917 devrimi ile daha ilerici hakların elde edilmişti. 1930 sonrasıyla birlikte eşcinsellere karşı sert tutumlar gelişmiş ve 1934 yılında yani Stalin döneminde, erkekler arasındaki cinsel ilişki yasaklanmıştı.
Çarlık sisteminden, 1905 devrimine ardından Ekim devrimine giden Rusya'da, Lenin, Stalin'in giderek artırdığı  eşcinsellik karşıtı tutumlarına rağmen, Rusya'da eşcinseller devletin en üst düzey makamlarına girip çıkabiliyor, hatta saygı da görüyorlardı -Stalin döneminde bunun şartı/dolaylı tedavisi ise evlilikti- .Bunun en iyi en örnekleri, Stalin'in yoldaşı Çiçerin, ve onun eski sevgilisi 1905 devrimi sonrası ilk eşcinsel temalı romanı “Kanatlar”ı yazan Mikhail Kuzmin, yönetmen Eisenstein - ki o da “Marks, Lenin ve Freud olmasaydı kendisinin de “bir diğer Oscar Wilde” olacağını söylemiştir- gibi zamanın ünlü sanatçılarıydı.
 
Sovyet Rusya'nın Devrim Sürecindeki Toplumsal Cinsiyet politikasında takılı kalmak
1900'lü yılların Rusya’sını, devrim sürecini değerlendirirken, devrim inşa sürecini, kapitalizmin yıkılışını, emek değerinin kutsallaştırılmasının yanında, eşcinsel hakları düşünürsek, 1905 devrimi ve eşcinselliğin legal olması, 1905 Rusya'sının çok ilerici bir yönüdür. Her ne kadar, ilerleyen dönemde eşcinsellere karşı sert tutumların ortaya çıktığını görsek de, o tarihlerde, dünyanın farklı kara parçalarında mesela; Almanya da anal ilişki yasağı dönüyor, Lenin'in sınıfsız, sömürüsüz, özgür bir enternasyonal devrim tahayyülü gerçekleşemiyor, buna karşılık emperyalizm, anti-komünizm adına faşizmi destekliyor ve göklere çıkarıyordu. Lenin ve Stalin'in işçi sınıfı mücadelesine, emek mücadelesine katmış olduğu değerlerin karşısında, eşcinselliğe karşı son dönemdeki sert tutumlarını, dönemin kapitalist şartlarına ve kapitalizme karşı sağlanması gereken sağlam bir otorite ihtiyacından olduğunu söyleyebiliriz. Lakin bu gerekçeler her ne kadar, Stalin dönemini LGBT bireyleri açısından paklamasa da, öte yandan aradan geçen 100 yıla aşkın zaman sonrasında dünyanın dört bir yanında bu önyargı ve nefretlerin canlı kanlı durduğunu görebiliyoruz. Ama zamanın Rusya'sının her ne kadar emek ekseni yönünden ne kadar ilerici ve örnek bir model olsa da, toplumsal cinsiyet yönünden eksik olduğunu da söyleyebiliriz.
Diğer yandan, 1960'larda sosyalizmin inşa edilmeye çalışıldığı Küba'da eşcinselliği bitirmeye yönelik hareketler yapılıyordu, hatta batılı devrimciler bu konuda Küba'yı örnek gösteriyordu. Ama bugün Küba'da “Eşcinsel Onur Yürüyüşü” devlet tarafından tanınıyor, hatta destekleniyor. Bu da değişen dünya dengeleri/otoriteleri içerisinde, kapitalizmin derinliklerimize kadar infiltre olduğu, her konuda kendine özgü çözümler ürettiği şu günlerde, sosyalistlerin evrensel çözümler üreterek, geçmişlerinin moral-ahlak- değerleri üzerinden doğan yanlış veya eksiklikleri bir teori gibi algılamayıp, yeni politikalar üretmesinin gerekliliğini gösteriyor.
 
Türkiye SOLu
Sol kavramının dejenere edildiği, her kesimden birilerinin kendi adına bir definasyon yaparak yeni bir sol yarattığı ülkemizde ise, solun eşcinsellere bakışını tartışmak biraz çetrefilli bir iş.
Bir yandan Kemalist sol, öte yandan sosyalist sol, az ilerden liberal sol, biraz beriden sekter sol. Bu yapıların eşcinselliğe bakışı, kafalarımızda ayrı bir travma yaratacağı kuşkusuzdur. Çoğu zaman tüm bu örgütler ayrı minvalden ayrı mavallar okuyabiliyorlar. Ama esas mesele lgbt sorununun çözümünün nasıl bir hattan; eleştirilmesi ve çözülmesi gerektiği.
 
Kemalist ve orducu kanadın azılı savunucularından, kendisini solcu addeden Doğu Perinçek, “Eşcinsellik ve Yabancılaşma” adlı kitabında eşcinselliğin “sınıfsal eşitsizlik”ten yani köleci toplumlarda, köle erkeklerin soylu erkeklere sunduğu bir cinsellik olarak doğduğunu, kadının toplumdaki ezilmişliğinin erkekleri erkeklere yönelttiğini, çürüyen kapitalizmin ve emperyalizmin eşcinselliği getirdiğini sayfalar boyunca hiçbir bilimsel niteliği olmayan varsayımlarla savunuyor.
 
Öte yandan; sol gruplar içerisinde kendisine “en devrimci misyonu” biçen Yürüyüş Dergisi çevresi, Doğu Perinçek'in kapitalizm-eşcinsellik “teorisini” destekliyor, eşcinselliği sapkınlık ve hastalık olarak belirtiyor.
Bu iki hâkim politikanın yanı sıra lgbt sorununun çözümünü heteroseksizmi ve ataerkilizmi sorgulamadan, lgbt bireyleri kapitalist dünya içerisinde “evcilleştirilmiş” bireyler haline getirmekte bulan;  Adam Smith söylemindeki “laissez faire, laissez passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)ci; liberal soldan, eşcinselliği kendi muhalefet argümanı olarak kullanan; statükocu soldan lgbt sorununa kökten bir çözüm beklemek pek de inandırıcı değildir.
 
Tüm bunlara bakınca, Türkiye'de eşcinselliği tartışırken, farklı zeminlerden tartışmanın zorunluluğu çok aşikârdır. Geniş  bir yelpazede yapılan sol tanımının yanı sıra, insan haklarında belirli bir konsensüs oluşturmuş sollu sağlı dernek, parti, STK’ların bir “alaşımı” var... Daha doğrusu karışımı... Alaşım bir homojenite göstergesi iken, karışım bir heterojenite göstergesi olabilir. Her alaşım karışımdır ama her karışım;  alaşım değildir. Matematiksel düz mantıkla... Aslına bakarsak, Türkiye'de demokrasi mücadelesinde bu alaşım-karışım meselesi koca bir mesele... Türkiye gibi sekülerizmin oturmadığı; dahası doğru düzgün anlaşılmadığı, şeriat korkusun yanında sağcıların manevralarının hat safhada olduğu; birbirine uç noktaların dahi farklı bir noktaya karşı konsensüs oluşturduğu bir toprakta farklı bir “politika” olarak;  daha çok karışımsı politik birlikteliklerin olması doğaldır. Son süreçte, Devlet Bakanı Aliye Kavaf'ın söylemleri karşısındaki tutumlarında, Anti-Darbe birlikteliklerinin -mazlum der, özgür der vb. örgütlerle, sol-sosyalist (non-kemalist), feminist, lgbt örgütlerinin birlikteliği– cinsel yönelim ayrımcılığı karşısında, aralarında 'nasıl' bir yarık olduğu ayyuka çıkmış oldu. Bu tür birliktelikler tabii ki çoğu zaman yararlı birlikteliklerdir. Lakin lgbt meselesi ile ilgili, sessiz kalmamanın yanı sıra, basın açıklaması ile lgbt bireylerin hastalıklı olduğunu açıklama gereği duyan -insan hakları çerçevesinin kıyısından köşesinden ılımlı bir söylem bile kullanmayan- oluşumlarla Türkiye solunun beraber iş yapması/tepkisiz kalması kafalarda büyük soru işaretleri doğurmaktadır.
Anti-militarizm ve vesayet birliktelikleri olan bu birliktelikler düşünülünce, militarizm karşı, bugün en anlamalı tepkilerden birini de askerlik ve kan edebiyatını reddeden lgbt hareketi vermektedir.
 
Nasıl Bir Birleşik Hat
Salt özgürlük şiarıyla lgbt bireylere empatisi gelişen, kapitalizmin eleştirisini vermeyen, lgbt bireyleri benimsemeyen sol örgütler, lgbt hareketi için doğru bir mücadele hattı çizmeyecektir. Aynı şekilde lgbt mücadelesi de; kapitalizmin içerisinde çözülen/çözülürmüş gibi görünen lgbt sorunu aslında bir çözüm olmadığını; kapitalizmin, kapitaline kapital katmak için eşcinsel bir sektör uğraşı içerisinde olduğunun farkında olmalıdır. Dahası şu gün; kapitalizm lgbt bireylere aile sınırları dışında hayatta kalma şansı vererek, kendi doğrultusunda ağır da olsa bir çözüm üretmektedir. En son, bir pazarlama dergisi olan, Marketing Türkiye, kapak konusunu “Homofobi” yaparak, pazarlama sektöründe karşılaştığı fobiden dem vurmaktadır. Tam da bu nokta da, kapitalizm kendi tüketim mantığıyla bu sorunu çözermiş gibi görünmeden, Türkiye sosyalist hareketi kapitalist üretim şekli, emek değeri ve emperyalizm üzerinden teori ve pratik üretmenin yanı sıra, toplumsal cinsiyet konusunda politika üretmeli, heteroseksizmin, seksizmin, ataerkilzmin geniş çaplı bir eleştirisini vermelidir.
 
Marksizm’in sınırları içerisinde politik hiyerarşi; yani her hangi bir sorunun çözümünün devrim sonrasına ertelenmesi, herhangi bir sorunun diğer sorundan daha ehemmiyetli olması gibi bir gerçeklik yoktur. İşçi sınıfının, ezilenlerin iktidarı sağlanırken, bu mücadelenin devrimci özneleri tüm ötekiler ve ezilenlerin mücadelesi beraber ilerlemeli ve örülmelidir -ki lgbt bireyler, herhangi bir azınlık sorunu değil, tüm sömürülenlerin, tüm diğer ötekilerin, tüm toplumun sorunu olup, toplum tarafından çalışma sahası da dâhil olmak üzere her sahada ayrımcılığa uğrayan bireylerdir- ve lgbt hareketinin kapitalizme entegre bir çözümden ziyade emek ekseni, toplumsal sorunlar, insan hakları gibi evrensel değerler kapsamında çözülecektir. Burada ise en büyük görev, henüz kendi homofobisini aşamayan Türkiye sol-sosyalist örgütlerine düşmektedir. Türkiye solu lgbt bireyleri anlamlandırmadan önce veya anlamlandırırken, kapitalizmin heteroseksizm ve seksizme etkisi ve bu ayrımcılıkları nasıl doğurduğunu görmesi, toplumun ahlak ve tradisyonel kültür yapısının dogma kökenli olduğunun bilincine varması gerekmektedir. Tüm bunlarla birlikte sınıf/ırk/cinsiyet gibi sorunların hiyerarşisinin olmadığının bilinciyle, tüm bu mücadeleyi ortak bir hatta evirmelidir. Aynı şekilde Kürt sorunu veya kadın sorununun devrim sonrası bir sürece ertelenemeyeceği gerçeği gibi, lgbt bireylerin sorunları da devrim sonrasına ertelenmesi homofobinin/ayrımcılığın ta kendisidir. Unutmayalım ki, gün geldiğinde, şafak açtığında, birilerinin sandığı gibi ne “camilerden enternasyonal okunacak”, ne de düzen “bir gece de alaşağı” edilecek. Çözüm ortada: Tüm ezilenler/ve/ötekiler birleşecek.
 
Unutmadan, artık küçük bir çocuk Gorki'nin Ana'sıyla büyüyüp, onun Üniversitelerine gidip, aynı zamanda eşcinsel de olabilir. Ha, tabi olmaya da bilir!
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam