17/08/2010 | Yazar: Ahmet Tulgar

Acaba biz çok yakından takip ediyoruz diye mi öyle görünüyor ama şu referandum tartışmaları da işte yine en çok Sol’a zarar verir oldu.

Acaba biz çok yakından takip ediyoruz diye mi öyle görünüyor ama şu referandum tartışmaları da işte yine en çok Sol’a zarar verir oldu. Taraflar birbirlerini darbecilik-işbirlikçilik yaftaları üzerinden suçluyor, dostlar düşman oluyor, entelektüeller ile emek cephesi arasında epeydir hissedilen kopma ivme kazanıyor, demokratik, özgürlükçü bir anayasanın baş talepkârı olması gereken cephe, Sol cephe orta yerinden yırtılıyor. Bu, sadece bizim ilgi alanımızda olan bir gelişme de değil, ülkede şu anda sürmekte olan vesayet ve iktidar kavgasının aktörleri de haklılıklarını Sol’un turnusol kağıdında daha net sergileyebileceklerini, Sol’un ilkesellik iddiası hasebiyle ikna gücü yüksek bir mihenk taşı olacağını düşündüklerinden olsa gerek Sol’daki bu yarılma medyada kendisine daha çok yer bulur oldu, Sol’a yönelik manipülasyon çalışmaları had safhada şu sıralar.

Anayasa değişikliği gibi tartışma süreçleri ve katılım platformları gerektiren, harcında felsefe, temelinde uzlaşma olması gereken bir meselenin günlük politikalara hizmet eder, toplumdaki kamplaşmaya katkı sağlar hale gelmiş olması, Sol’un da bu duruma körükle gidiyor olması sahiden de üzücü.

Bu bile aslında referandum öncesinde oluşan bu iki kamptan birine dahil olmak yerine her ikisini de reddedip ama her ikisine de el uzatmanın doğru bir tavır olduğunu gösteriyor. Yani boykotun.

Evetçiler de, hayırcılar da yeni bir anayasa beklentilerini referandum sonrasına ertelemiş durumda. Her iki cephe de oylarının yeni bir anayasa yapılması için uygun bir ortam sağlayacağını ileri sürüyor. Oysa her iki oy da, olsa olsa verili anayasaya, rötuşlu ya da rötuşsuz 12 Eylül anayasasına güç kazandıracak, onay işlevi görecektir. Oyun gerekçesinden bağımsız olarak.

Meselenin bu raddeye gelmiş olmasının nedeni, her iki tarafın da tartışmayı hükümet endeksli, ‘hükümet kompleksi’ ile yürütüyor olması. Her iki taraf da Ak Parti hükümetini ve genel olarak Türkiye’nin siyasi sisteminde sivil, seçilmiş hükümetlerin rolünü fazlaca abartıyor. Bu anlamda referandumda ‘hayır’ oyu vereceklerin tutumu dahi hükümete yarıyor aslında.

Referandumu boykot kararını deklare edenler şimdi her iki tarafça da ‘utangaçlar’ olarak nitelendiriliyor, eleştiriliyor. ‘Utangaç evetçi’ ya da ‘utangaç hayırcı’, niteleyenin durduğu yere göre. Bu bile yeni bir anayasa talebi ve beklentisi olanların yarın bir araya gelebilecekleri platform olduğunu gösteriyor boykot odağının.

Boykotçular kesinlikle utangaç değil, ama öyle olsa bile bu da iyi bir şey. Yani ben CHP gibi statükocularla ve MHP gibi faşistlerle aynı oyda buluşmak istemem açıkçası.

Diğer taraftan Ak Parti’nin, referanduma giderken farklı odaklardan gelen anayasa değişiklik önerilerine kulaklarını tıkamış olması, toplumun en fazla canını yakan ve acil anayasal düzenlemeler gerektiren Kürt meselesinin barışçıl çözümü için bırakınız bir umut olmayı, tam tersine Barış ve Demokrasi Partisi’ni muhatap almamış, görüşmemiş olması bile beni onların cephesine katılmaktan alıkoyar.

Referandum, öncelikle Sol için siyasi, ahlakî ve psikolojik veçheleri olan bir uğraktır.
Annem ‘evet’ için yemin ettirmeye çalışıyor bana.

Çok sayıda dostum, arkadaşım, gazetemdekiler de dahil, ‘hayır’ diyor.
Ben de bu süreci siyasi, ahlakî ve psikolojik gerekçelerimle aşmaya çalışıyorum. Ve ‘boykot’ diyorum.

Birkaç televizyon programından sonra tavrımı açıklamamı, gerekçelendirmemi isteyen epey mesaj aldım. Bu yazı farz olmuştu yani. Yeterli oldu mu acaba? Yetmediyse de, ‘yetmez ama bu işte’.



Etiketler: yaşam, siyaset
nefret