01/07/2024 | Yazar: Mertcan Doğan
“Şiddetsizliğin bir yöntem olarak benimsenmesinin başlıca sebeplerinin; şiddetsiz eylemliliğin edilgenliği ve itaati reddetmesi, çatışmayı ve şiddet döngüsünü yeniden üretmeden çözmeye çalışması ve kamuoyundan destek almayı kolaylaştırarak meşru bir siyaset zemini yaratması olduğu söylenebilir”
Bazı fikirleri tanımlamaya, sınırlarını belirlemeye ve açıklamaya çalışmak bir rüyayı kelimelerle anlatmak kadar zordur. Ne kadar dil dökersen dök, o büyülü atmosferi asla tam olarak aktaramazsın. Bir lubunya olarak feminist barış üzerine konuşmak benim için tam da böyle bir deneyim: Analitik düşünceyi aşan, hayaller ve umutlarla harmanlanan. Belki de bu yüzden göründüğünden çok daha karmaşık. Yine de bir aktivistin daimî çabası hayalini kurduğu dünyanın bilgisini üreterek onu gerçek kılacak yolları keşfetmektir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu yazıda kendi aktivist ve araştırmacı gözümden feminist barışın ne olduğunu veya olabileceğini, feminist barış çalışmalarının sunduğu perspektifi ve feminist barış inşasını hedef olarak önümüze koyarsak bir politik eylem biçimi olarak şiddetsizliğin bizi bu hedefe ulaştırmada nasıl bir potansiyele sahip olduğunu tartışmaya açmak istiyorum. Umarım bu yazı siz değerli Kaos GL okurlarına feminist barış ve şiddetsizliğe dair yeni bakış açıları kazandırabilir.
Barışa feminist yaklaşmak
Feminist barışın evrensel olarak kabul edilen genel geçer bir tanımını yapmak pek mümkün değil. Bunun temel sebebi barış çalışmalarının dünya deneyimleri üzerinden şekillenen oldukça dinamik bir alan olması ve feminist teorinin de her geçen gün yeni seslerle gelişmeye devam etmesi. Bu nedenle feminist barışın tanımı ve içeriği de farklı bakış açıları ve deneyimler ışığında sürekli olarak evrimleşmekte, alanın sınırları genişlemektedir. Dolayısıyla bir tanım üzerinden ilerlemek yerine feminist barışı, barış inşasına dair geleneksel anlayış ve yöntemlere yönelik eleştirel bir yaklaşım veya yaklaşımlar bütünü olarak ele almak daha doğru olacaktır.
Feminist barış çalışmaları eleştirelliğini barış, güvenlik, ekonomi, sosyal adalet, kalkınma ve çevresel sürdürülebilirlik gibi konularda ulus devlet merkezci ve ataerkil anlatılara meydan okumasından alır. Sağladığı özne odaklı bakışla kadınların ve LGBTİ+’ların şiddet ve çatışmadan orantısız bir biçimde etkilendiklerini kabul eder ve onların çatışmalı süreçlerde karşılaştıkları benzersiz zorlukları görünür kılar. Ancak kadınları ve LGBTİ+’ları yalnızca çatışmadan etkilenen, “edilgen” gruplar olarak da görmez. Kadınların ve LGBTİ+’ların çatışma ve barıştaki çeşitli aktörlüklerini de tartışmaya açar. Feminist barış çalışmalarının barış alanına en önemli katkılarından biri, toplumsal cinsiyetlendirilmiş deneyimlerin savaş ve barış dönemlerine göre birbirlerinden keskin sınırlarla ayrılamayacağını ortaya koyması olmuştur.[1] Şiddet kadınlar ve LGBTİ+’lar için süreklidir. Johan Galtung’un popülerleştirdiği ve Elise Boulding gibi feminist düşünürlerin katkılarıyla derinleşen negatif ve pozitif barış ayrımından hareketle söyleyecek olursak çatışma sırasındaki doğrudan şiddetin yokluğu anlamına gelen negatif barış kadınların ve LGBTİ+’ların maruz kaldıkları toplumsal cinsiyetlendirilmiş şiddetin ortadan kalkmasını tek başına garantilemez. Bu sebeple şiddetin farklı biçimlerinin olduğunu (kültürel, sembolik, yapısal vb.) kabul eden ve çatışmanın kökeninde yatan nedenlerin ortadan kaldırılmasını amaçlayan pozitif barışın tesis edilmesi feminist barış çalışmalarının asıl amacıdır.
Bu çerçevede birçok feminist düşünür çatışmayı var eden köklü eşitsizliklerin farklı alanlarda nasıl tezahür ettiğini ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Cynthia Enloe gibi feminist araştırmacılar devletlerin, orduların ve milliyetçi hareketlerin şiddet üreten pratiklerine toplumsal cinsiyet lensinden eleştiriler getirmiştir. Enloe orduların toplumsal erkeklik ve kadınlık rollerini, dolayısıyla ikili cinsiyet rejimini yeniden ürettiğini ve bu yeniden üretimin de kadınların yaşamlarını farklı düzeylerde militarize ettiğini ileri sürmüştür.[2] Judith Butler ise uluslararası güvenlik paradigmasını sorgulamış, Bush Doktrini (2002)[3] ve ABD’nin Irak’ı İşgali (2003) ile güncel görünümler kazanan ileri bir güvenlikleştirme siyasetinin ve bu siyaseti var eden kalıcı savaş algısının nasıl bir “tertip” dahilinde yönetildiğini tartışmaya açmıştır.[4] Nekro-politikadan yola çıkan Butler’a göre savaş tertipleri öyle mekanizmalardır ki kimi insanları insan olarak görmez, bazı hayatları değerli kabul ederek yaslarını kamusal alanda tutulabilir hale getirir, bazılarını ise yası tutulamaz hayatlar olarak damgalar. Artık hepimizin zihninde “imha edilen” teröristler ve “şehit düşen” askerler ikiliği vardır. Kalıcı savaş anlatısıyla bu gibi ikilikler üzerinden toplumsallık yeniden üretilirken kadınların ve LGBTİ+’ların yaşamları da giderek kırılganlaştırılmıştır. Bu noktada tüm dünyada yükselişe geçen toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler ile küresel güvenlik siyasetinin bir aradalığını gözden kaçırmamak gerekir.
Feminizmin kuirleşmesiyle birlikte alandaki önemi giderek artan anahtar kavramlardan biri de kesişimsellik olmuştur. Kavramı ortaya atan Kimberlé Crenshaw’a göre kesişimsellik, birden fazla eşitsizlik veya dezavantajın nasıl bir araya gelerek, geleneksel düşünce sistemlerinde göz ardı edilen engeller oluşturabileceğini anlatan bir metafordur.[5] Kimberlé Crenshaw’un çalışmaları bize ırk, etnisite, sınıf ve sömürgeciliğin kesişen baskılarının çatışma ve barış deneyimlerini farklı şekillerde şekillendirdiğini hatırlatmıştır. Amina Mama ve Gloria E. Anzaldúa gibi beyaz olmayan (people of color) kuir feministler baskı sistemlerinin nasıl iç içe geçtiğine dair önemli içgörüler sunarak barış inşası için kesişimsel yaklaşımlar talep etmişlerdir. Kuir feminist praksis alana yapısal eleştirel getirmekten ziyade farklı anlayışlar arasında köprüler kurmuş, barışı; çeşitliliğin kucaklandığı, herkesin otantik benliğiyle var olabildiği ve onurlu bir yaşam sürebildiği bir toplumsal düzen olarak yeniden düşünmemizi sağlamıştır.
Feminist barış ve şiddetsizlik arasındaki bağ
Feminist barış çabaları ve şiddetsizlik arasında izlerine kültürel metinlerde rastlayabileceğimiz, tarihsel olaylarla somutlaşan organik bir bağ vardır. Bu bağın izleri Aristofanes’in Lysistrata’sında, Sabin kadınlarının öyküsünde, evrensel Süfrajet hareketinin mücadelesinde, dünya savaşları sırasında “uluslararası kız kardeşlik” anlayışıyla hareket eden kadınların kurdukları ulusötesi organizasyonlarda (ICW, WILPF vb.), 69’dan itibaren Stonewall ayaklanması ile hareketleşen LGBTİ+’ların otorite karşıtı eylemlerinde, lubunyaların öncülerinden olduğu vicdani ret hareketinde, Vietnam Savaşı protestolarında, anti-kolonyal bağımsızlık mücadelelerinde, Irak’ın İşgaline karşı düzenlen barış yürüyüşlerinde ve sokak tiyatrolarında, yakın zamanda kuirlerin ve feministlerin sokaklarda ve dijital platformlarda Filistin direnişine verdikleri destekte sürülebilir.
Kadın hareketi, feminist hareket ve LGBTİ+ hareketi dünyanın her yerinde yıllardır farklı şiddetsiz eylem biçimlerini (protesto ve ikna, iş birliği kurma ve/veya iş birliğini reddetme, pasif direniş, şiddetsiz müdahale vb.) kullanarak mücadele etmiştir. Şiddetsizliğin bir yöntem olarak benimsenmesinin başlıca sebeplerinin; şiddetsiz eylemliliğin edilgenliği ve itaati reddetmesi, çatışmayı ve şiddet döngüsünü yeniden üretmeden çözmeye çalışması ve kamuoyundan destek almayı kolaylaştırarak meşru bir siyaset zemini yaratması olduğu söylenebilir.[6] Ancak literatürde şiddetsizliğin kullanım gerekçelerine dair birçok tartışma olduğunu da söylemek gerek. Hareketler nezdinde şiddetsizlik her zaman ideolojik düzlemde kabul görmemiş (şiddetin kullanıldığı çok sayıda örneği göz ardı etmemeliyiz), şiddetsiz eylem taktiksel, stratejik ve pragmatik gerekçelerle de savunulmuştur.
Şiddetsizliğin çoğu zaman şiddet kullanma tekeline sahip olmayan gruplar tarafından kullanılması şiddetsizliğin bir tercih değil zorunluluk olduğu varsayımını beraberinde getirir. Şiddetsizliğin ideolojik savunucuları bu varsayımı aşmaya çalışarak şiddetsizliği etik nedenlerle benimserler (hatta çoğu zaman bir yaşam biçimi olarak) ve amaç-araç birliğine inanırlar. Amaç ve araç birliğinden kasıt amacımız şiddetin bütün biçimlerinin sona erdiği bir dünya inşa etmekse şiddeti yeniden üreten araçlarla bunun mümkün olmayacağına yönelik kabuldür.[7] Bu düşünceyi tam da Audre Lorde’un “efendinin araçları efendinin evini asla yıkamaz” sözüyle anlayabileceğimizi düşünüyorum.[8] Öte yandan ideolojik şiddetsizliğe şüpheci yaklaşanlar ise temelde bu düşüncenin tinsel arka planını, materyal koşulları ve güç dinamiklerini yeterince gözetmeyişini eleştirirler. Şiddetsiz eylemin taktiksel olduğunu savununlar belirli bir zaman ve mekânda somut kazanımlar elde etmek için şiddetsiz eyleme başvurulabileceğini söylerler. Bu çoğu zaman doğrudan şiddeti durdurmak için alınan aksiyonları kapsar. Stratejik savunucular uzun vadeli etki yaratmayı önceliklendirirler ve toplumsal dönüşümü hedeflerler. Pragmatik yaklaşanlarsa şiddetsiz eylemi içinde bulunulan somut koşullarda en etkili yöntem olarak gördükleri için benimserler.[9] Şiddetsiz eyleme dair farklı yaklaşımlar çoğu zaman politik eylem düzeyinde birbirinden keskin sınırlarla ayrılmaz ve çeşitli kombinasyonlarla karşımıza çıkarlar. Örneğin şiddetsiz bir eylem aynı anda ideolojik ve taktiksel de olabilir. Temel ayrışma pragmatik ve ideolojik yaklaşımlar arasındadır diyebiliriz.
Bana kalırsa şiddetsizliğin gerekçelerine ve şiddetsiz eylem biçimlerine dair tüm bu tartışmalar değerli olmakla beraber şiddetin meşruluğuna yönelik ontolojik bir tartışmaya saplanıp kalmamıza sebep oluyor. Judith Butler’ın güncel olarak tartışmaya açtığı, kuir ve feminist özneleri şiddet üzerine kapsamlıca düşünmeye davet ettiği çalışmaları gösteriyor ki neyin şiddet olduğuna nasıl karar verdiğimiz, devrimci şiddetin mümkün olup olmadığı, öz savunma hakkı gibi uzlaşmaya varamadığımız birçok tartışma başlığı var. Buna rağmen ideolojik şiddetsizliği kabul etmesek bile feminist barış inşasını amaçladığımız ölçüde şiddetsiz eylemi farklı boyutlarıyla potansiyel bir araç olarak görmenin mümkün ve anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu kapsamda feminist barış inşası ve şiddetsizlik arasında amaç ve araç ilişkisi üzerinden kurabileceğimiz bağın birkaç hattan değer kazandığına inanıyorum:
- Şiddetsizlik herkesin kullanabileceği bir araçtır. Bu barış mücadelesinin kapsayıcılığı ve sürdürülebilirliği için önemlidir.
- Şiddetsizlik yaklaşımı feminist barış çalışmalarının görünür kılmaya çalıştığı farklı şiddet biçimlerini (doğrudan, yapısal ve kültürel) tanır ve bu şiddet biçimlerini ortadan kaldırmaya yönelik taktikler sunar.
- Feminist barış kadınların ve LGBTİ+’ların çatışma ve barıştaki farklı aktörlüklerini tartışmaya açarken şiddetsizlik bu rollere dair kapsamlı bir perspektif getirerek kadınların ve LGBTİ+’ların barıştan yana eylemliklerini kategorize etmemizi sağlar. Bu kategorizasyon farklı eylemlilik biçimlerini tanımak ve strateji geliştirmek için son derece değerlidir.
- Farklı dünya deneyimlerindeki şiddetsiz eylem pratiklerini inceleyen şiddetsizlik literatürü feminist barış üzerine verilen tartışmalardaki evrenselci sınırlılıkları aşmak, kesişimsel ve yereli gören bir mücadele örmek adına önemli içgörüler sağlar.
Türkiye’de feminist barış mücadelesini sürdürmek
Feminist barış inşası için şiddetsiz eylemi araç olarak kullanmanın yukarıda saydığım sebeplerden Türkiye’deki mücadelenin hattını belirlemek için de kıymetli olduğuna inanıyorum. Bu sayede toplumsal muhalefetin bileşenleri ve barışın aktörleri olduğumuzu yeniden keşfedebileceğimizi düşünüyorum. Geçmişten bugüne Türkiye’de feminist barış mücadelesinde Kürt Kadın Hareketi, feminist hareket ve LGBTİ+ hareketi tarafından çeşitli şiddetsiz eylem biçimlerinin kullanıldığı birçok örnek var. Bunlardan bazılarını gelecekteki girişimlere ilham olması amacıyla paylaşmak istiyorum. Çoğunluğu 2010’lu yıllarda gerçekleşmiş olan bu şiddetsiz eylem ve aslında örgütlenme örneklerine DEMOS’un 2021 yılında hazırladığı “Kesişen Yollardan Daralan Alanlara: Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi” adlı araştırma raporunda[10] detaylıca yer veriliyor.
Bu örneklerden bir tanesi feminist kadınların düzenledikleri barış noktası eylemleri. Barış noktası eylemleri kadınların yaşadıkları mahallelerde yuvarlak bir bez pankart etrafında bir araya geldikleri ve barış taleplerini dile getirdikleri kamusal buluşmalardı. Bir diğeri ise Kürt kadınların bölgede başlattıkları barış nöbetleriydi. Barış nöbetleri Türkiye’nin batısında da yankı buldu ve feminist kadınlar İstanbul’da kendi barış nöbetlerini başlattılar. Barış İçin Kadın Girişimi (2009) ve LGBTİ+ Barış Girişimi (2015) barış mücadelesi veren iki önemli örgütlenme olarak ortaya çıkmıştı. Bu girişimler Kürt Kadın Hareketiyle dayanışarak barış için mücadeleyi birleştirdiler. Örgütlü kadınlar ve lubunyalar barışın önemini halka anlatabilmek için stantlar kurdular. Türkiye’nin batısından otobüsler kaldıran LGBTİ+ aktivistleri dayanışmayı büyütmek amacıyla Newroz kutlamalarına katılmak için bölgeye gittiler. 2016 yılında düzenlenen Barışa 1000 Kadın imza kampanyası ve ardından Diyarbakır’da gerçekleştirilen ve 500’den fazla kadının katıldığı büyük barış nöbeti de hatırlamaya değer örneklerden.
Geldiğimiz noktada geçmişi hatırlayarak sırtımızı bu mücadele geleneğine yaslayıp başta Kürt sorununa bağlı çatışmayı sona erdirmek ve toplumsal barışı tesis etmek için aksiyon almanın hareketlerimizin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. 2015’te Çözüm Süreci’nin sona ermesi ve çatışmaya geri dönülmesi barış çabalarının giderek kriminalleştirilmesine sebep olurken Türkiye’deki toplumsal hareketler de barış talebinden uzaklaşmaya ve kendi içlerine kapanmaya başladı. Halbuki barışın toplumsal hareketler arasında bağ kurabilecek ortak bir mücadele zemini olduğunu yeniden hatırlamamız gerekiyor. Türkiye giderek otoriterleşirken kendi hak alanlarımızda yürüttüğümüz mücadelelere gömülmeden politika üretmenin yollarını bulmak, ortak mücadele alanlarını yeniden inşa etmek ve şiddetsizliğin gücünü kullanarak barış talebimizi yükseltmek önceliklerimizden biri olmalı. Şiddetsizliğin potansiyeli üzerine tartışacağımız ve strateji belirleyeceğimiz alanların açılması ise atmamız gereken ilk adımlardan biri.
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Şiddetsizlik dosya konulu 195. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notabene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
[1] Güley Bor, Güneş Daşlı, Nisan Alıcı, “Kesişen Yollardan Daralan Alanlara: Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi,” (DEMOS Araştırma Derneği, 2021).
[2] “Cynthia Enloe, Manevralar: Kadın Yaşamının Militarize Edilmesine Yönelik Uluslararası Politikalar (İletişim Yayınları, 2006).
[3] Bush Doktrini, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush’un adıyla anılan Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi ile somutlaşan yeni Amerikan dış politikasının temel felsefesidir. 2002’de yayınlanan belge haydut devletler, terör ile mücadele, ön alıcı müdahale gibi kavramlarla uluslararası güvenlik paradigmasını ABD’nin yeni hegemonya anlayışına uygun olacak şekilde dönüştürmüştür. Bkz. Özgür Körpe, “Reading the USA through Strategy Documents: An Analysis on the Change of Hegemonic Security Understanding”, Güvenlik Stratejileri Dergisi 18, sy 42 (26 Ağustos 2022): 265-93, https://doi.org/10.17752/guvenlikstrtj.1104894.
[4] Judith Butler, Frames of War: When Is Life Grievable? (London; New York: Verso, 2009).
[5] Kimberle Crenshaw, “Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist Politics” (University of Chicago Legal Forum: Vol. 1989: Iss. 1, Article 8).
[6]Thomas Weber ve Robert J. Burrowes, Şiddetsizlik: Bir Girizgâh, (Victorian Association for Peace Studies, 1991). Metnin Türkçe versiyonuna Şiddetsizlik Merkezi web sitesinden ulaşabilirsiniz. https://siddetsizlikmerkezi.org/Admin/files/siddetsizlik-bir-girizgah-thomasweber-robertjburrowes.pdf (son erişim tarihi: 25.02.2024)
[7] Gene Sharp, The Politics of Nonviolent Action (Boston; Porter Sargent, 1973).
[8] Audre Lorde, Cheryl Clarke, Sister Outsider: Essays and Speeches (Crossing Press, 2007).
[9] Gene Sharp, 1973.
[10] Bor, G., Alıcı N. & Daşlı, G. (2021). Kesişen Yollardan Daralan Alanlara: Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütlerinin Barış Mücadelesi. Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği (DEMOS). https://demos.org.tr/kesisen-yollardan-daralan-alanlara-turkiyede-kadin-ve-lgbti-orgutlerinin-baris-mucadelesi-arastirma-raporu-yayinda/
Etiketler: insan hakları, kadın