13/04/2023 | Yazar: Umut Güner

“Dışarı”sı aslında aynı zamanda o ülkelerdeki lubunyaların verdiği mücadele ile elde edilen kazanımların yansımasıdır. Fonlanıyorsun sus, fonlanıyorsun dışarılı’sın yaklaşımı homofobi- transfobi söz konusu olduğunda cinsiyetçilerin, transfobiklerin, muhafazakârların ve milliyetçilerin ne kadar çabuk ortaklaşabileceğini bize göstermesi açısından manidardır.

Fonlandığın kadar konuşma Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

LGBTİ+ hareketinin gündemine, 2000’lerin ikinci yarısında kaynak yaratma yöntemi olarak “proje” meselesi girdi. Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde Türkiye’ye yönelen donörlerin sayısının artmasının yanında kurumsallaşmaya da başlamamız, LGBTİ+’lar için farklı şeyler yapmayı istememiz ve bunlar için kaynak yaratma arayışına girmemizde etkili oldu. Bunlara ek olarak, tamamen gönüllü katkılarıyla ayakta kalmaya çalışan Kaos Kültür Merkezi ve Kaos GL Dergisi’nin sürdürülebilirliğini dert etme çabaları yavaştan tükenmeye başlamıştı. Elektriğimizi kesmek için gelen görevliyi ikna etmeye, ayda bir iki kere dayanışma yemeği düzenleyerek fazladan kaynak yaratmaya veya derginin baskı masraflarını çıkartmak için her sayıda yeni abone bulmaya çalışmak gibi çabaların artık tıkandığı noktadaydık. Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Sempozyumu ve sonrasında “LGBT Hakları İnsan Hakları Seminerleri” organize etmeye başladık. Bu iki deneyimle dernekleşme süreci başladı.

Kimden nasıl fon alacağız?

Kaos GL’nin dernekleşmesi ve onu takip eden süreçte Sağlık Bakanlığı ile HIV ve AIDS alanında Küresel Fon Desteği ile Gökkuşağı Projesi’ni yürütmeye başladık. Bu aynı zamanda LGBTİ+ hareketin doğrudan kamu ile ortak tek iş birliği olarak tarihe geçti. Bu proje kapsamında ücretsiz HIV testleri yapılmaya başlandı, gönüllü danışmanlık ve test merkezleri açıldı, ücretsiz kondom ve kayganlaştırıcı dağıtılmaya başlandı ve kayganlaştırıcı Türkiye’de ilk kez geniş kitleler için erişilebilir oldu.

2002 Türkiyeli Eşcinseller Buluşması’nda “Eşcinseller Ne İstiyor?” metninden hareketle ve Kaos GL’nin yıllar içinde tartışarak biriktirdiği hatta dönem dönem dergide tartışmaya açtığı gündemler doğrultusunda “projeler dünyasına” girmeye ve bir şeyler yapmaya çalışmaya başladık. İlk önce Kaos GL grubu içinde bir tartışma yaşandı. Hangi devlete neden proje sunmamamız gerektiği üzerine tartıştık. Bu tartışma daha çok bir kaynak geliştirme stratejisi hazırlamak üzerinden değil de bir fon çağrısı üzerine çalışmak için grubu bilgilendirme maili atıldıktan sonra “hayır” yanıtları içinde ilerleme çabasıydı. Bu “hayır”lar o kadar çoğaldı ki hiçbir devlete, uluslararası kuruma proje yazmama noktasına geldi. Peki kaynaklara erişmiyorken ve gönüllü katkılarıyla geldiğimiz durum da belli iken nasıl ilerleyecektik? Bu sefer “Kime neden yazmıyoruz?” tartışmasını tersinden yürütmeye başladık. Hiçbir devlet ya da uluslararası kurum diğerinden daha temiz ya da masum değildi. Bunu biliyorduk. Aynı zamanda devletlerin, uluslararası kurum ve kuruluşların “LGBTİ+ alanına” yönelik farkındalığı ya da yarattığı kaynak da tek başlarına onların bize bahşettiği kaynaklar değildir. O ülkelerdeki lubunyaların emekleriyle ve verdikleri mücadelelerle gelinen bir noktaydı. Buradan doğru baktığımızda elimizin tersi ile ittiğimiz donör kuruluşlarına “acaba olabilir mi” diye yeniden bakmaya başladık.

Tabii yazının buraya kadar olan kısmı Kaos GL açısından donör kuruluşlarla iletişim kurma öncesinde yürütülen süreçti. Donör kuruluşlarla iletişim kurmaya başladığımız noktada ise donör kuruluşların aslında LGBTİ+ alanını desteklemek konusunda o kadar istekli olmadıklarını gördük. Desteklemek isteyenlerin çoğunun zihninde de bir LGBTİ+ kotası vardı. On tane insan hakları, 6 tane kadın hakları, 1 tane LGBTİ+ projesi desteklemek gibi. Aynı zamanda bu kota ile mücadele etmek zorunda kalıyorduk. 2000’lerin ikinci yarısında Pembe Hayat’ın kurulmasıyla birlikte donörlerin bu bakış açısının transfobi ve seks işçiliği üzerinden biraz da katmerleştiğini ve LGB alanındaki “hoşgörülü” duyarlılıklarının trans alanına o kadar yansımadığını deneyimledik.

Kaynak geliştirme çalışmaları aynı zamanda kendiliğinden bir savunuculuk meselesine dönüşüyordu. Donör kuruluşlarının LGBTİ+’ların insan hakları alanında yaşadıkları sorunlardan daha fazla haberdar olmaları için proje kağıtlarının kendisi birer savunuculuk materyaline dönüşüyordu.

Bu arada donör kuruluşlarıyla çalışma meselesi aynı zamanda bizler için de başka türlü bir öğrenmeyi beraberinde getiriyordu. 2006’da çalışmaya başladığımız Olof Palme Center, kurumlara projenin etkisini değerlendirirken LGBTİ+’lar, gençler, kadınlar, mülteciler/göçmenler, HIV ve AIDS alanlarını da soruyordu. “Bu proje bu toplulukların haklarının gelişimini nasıl etkiledi?” sorusu aynı zamanda bizim gibi örgütler için öğretici bir süreci beraberinde getiriyordu. Bu sorulara nasıl yanıt vermeliyiz meselesi bizim bu alanlarda yaptığımız çalışmaları raporlamaya ya da çalışmadığımız alanlarda da çalışmayı gündemimize almamızı sağladı. Donör kuruluşlarla ilişkimizi de bu zeminde tutmaya çalıştık hep. Karşılıklı birbirimizden öğrendiğimiz ve tartıştığımız, müzakere ettiğimiz ve uyuşmazlıkları da birlikte çözmeye çalıştığımız bir süreç olarak donörle ilişki kurmak, hiyerarşik ilişkiyi yumuşatan bir süreci beraberinde getiriyor.

Şimdilerde donör kuruluşları daha çok kurumsallaşmış sivil toplum örgütlerini desteklemek istiyor. “Çevre politikan olsun, yoksulluk analizi yap, iklim konusunda ne yapıyorsun? Toplumsal cinsiyet eşitliğini hesaba nasıl katıyorsun? Bunların birbirleriyle ilişkisini nasıl bir zeminde kuruyorsun?”...Bu talepler sivil toplumun kurumsallaşması için önemli adımlar olmakla birlikte bunları talep eden donör kuruluşlar sivil toplum örgütlerinin bu alandaki çalışmalarını desteklemeli ve aynı zamanda “proje” destekleri örgütsel gelişimi destekleyecek şekilde esnemelidir. Diğer türlü “ideal sivil toplum kriterleri”, o kriterleri geliştirmek için kendine yatırım yapamayan sivil toplum örgütleri için elenme ve kaynaklara erişememe anlamına geliyor.

2015 yılı sonrasında anti demokratik uygulamaların artması ve 2017’de Ankara yasakları bazı donör kuruluşlarının LGBTİ+ alanını destekleme konusunda isteksiz olmasına neden oldu. Ancak bu süreç aynı zamanda bazı donör kuruluş ve insan haklarını destekleyen kurumlar ve ülkeler için Türkiye’de LGBTİ+ haklarının daha fazla tehdit altında olduğunu görünür kıldı.

Türkiye’deki AB sürecinin tıkanması ve kamuya yapılan yatırımların azalması, Suriye krizi ve sonrasındaki göç hareketi ve uluslararası yardım kuruluşlarının bu alana yönelik destekleri iktidarın bu alanı daha fazla denetleme isteğini arttırdı. Dönem dönem de Türkiye’nin ikili ilişkilerindeki gerilimler doğrudan o alanda desteklenen örgütlerin ya da Türkiye’de faaliyet gösteren kurumların daha fazla denetlendiği, baskı altına alındığı bir süreci beraberinde getirdi. Sivil toplumu bağlayan mevzuat bu süreci daha fazla kontrol altına alma niyetiyle değiştirildi ve bu değişikliklerin kendini gösterdiği ilk nokta da iktidarın son birkaç yılda gittikçe artan nefret söyleminin hedefinde olan LGBTİ+ örgütleri oldu.

Donör-sivil toplum örgütü ilişkisinde son dönemde ilişki zeminini muğlaklaştıran bir diğer şey ise pandemiydi. Klasik proje mantığı ile gerçekleşen faaliyetler ve insan kaynakları için belirlenen standartlar pandemi nedeniyle ters düz oldu. Faaliyetlerin çoğu çevrimiçi araçlara taşındı ve çevrimiçi araçların maliyetleri azaldı. Ulaşım, konaklama, toplantı gideri masrafları ortadan kalktı. Bu da donörlerin ezberlerini bozduğu kadar pandeminin azaldığı dönemler olan aslında sivil toplumun “az çalıştığı” dönemlerde yüz yüze faaliyetlerin yapıldığı bir duruma sebep oldu ve sivil toplum alanında çalışanların dinlenme hakkını elinden alan ve esenliğini bozan bir süreci beraberinde getirdi.

2006’da başlayan LGBTİ+ hareketin genişlemesi ve beraberinde yerelleşmesi süreci 2015 sonrasında biraz yavaşladı. Yazının ilk bölümünde bahsettiğim donör kuruluşların beklentilerinin artması, AB ve Türkiye ilişkilerindeki gelişmeler eklenince Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin kaynak geliştirme ve sürdürebilirliği konusunda zorlandığı bir dönemi de beraberinde getirdi. LGBTİ+ örgütleri, insan hakları alanındaki olumlu yöndeki gelişimlerin mimarı olduğu kadar aynı zamanda olumsuz alanda gerilimlerin, gerilemelerin hedefinde oluyor ya da doğrudan etkilenen hedef grupların başında yer alıyor. Bunun yanında LGBTİ+ örgütlerin donör kuruluşlarla ilişkisi, donör kuruluşları insan hakları alanında gelişmeye, değişmeye, dönüşmeye zorlayan bir zeminden ilerliyor.

LGBTİ+ hareketin ve öz örgütlerin kendi kaynağını yaratıp yaratamaması meselesi ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte LGBTİ+ toplumunun iktidar tarafından yoksullaştırıldığının ve LGBTİ+ hareketin ve örgütlerin aslında yoksul insanlara danışmanlık verdiğini, örgütlendiğini akılda tutmak gerekiyor. Bu da donör kuruluşların destekleriyle ayakta kalabilen, o destekle sürdürülebilen bir kaynak geliştirilme stratejisini beraberinde getiriyor. Bu durumla da donör kuruluşla ilişkinin bağımlı bir ilişkiye dönüşmemesi için kaynak geliştirme konusunda donör çeşitliğini merkeze alan ve farklı donörlerle çalışabilecek esnekliğe sahip bir kaynak geliştirme stratejisi ile ilerlemek zorunlu oluyor. Donörlerin çeşitlenmesi aynı zamanda donörle ilişkiyi bağımsızlaştıran bir deneyim olduğu kadar donörle ilişki kurma becerisini geliştiren bir deneyimi de beraberinde getiriyor.

Pinkwashing meselesi LGBTİ+ örgütlerin her daim dikkatli olması gereken bir mesele olarak kaynak geliştirme stratejimizin bir yerinde akılda tutmamız gereken bir olgu. Ancak “pinkwashing” eleştirisi sadece devletlerden doğru karşımıza çıkmayabilir pek ala özel sektörle kurulacak ortaklıkları da akılda tutmakta fayda var. Ancak devletleri, kurumları, özel sektör firmalarını pinkwashing ile eleştirirken, eleştirdiğimiz yerde mücadele eden lubunyaların olduğunu ve o lubunyaların emeklerini görmezden gelmemek gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak 2000’lerin ilk yarısından beri Kaos GL’de örgütlenen biri olarak LGBTİ+ aktivizmi ile husumetli bir durum ortaya çıktığında bu kim olursa olsun ister hükümet sözcüsü, isterse en solcu muhalif ya da lubunya kendince aklına ilk gelen argüman “yurt dışı” fonlar meselesinden bizi vurmaya çalışır. 2000’lerin ortasında Erbakan “Avrupa Birliği’ne gireceğiz de ne olacak homoseksüellik gelecek” demişti. Bu tartışma aslında sadece LGBTİ+ haklarının nereden nasıl desteklendiğine ilişkin bir tartışma değil. Aynı zamanda LGBTİ+’ların ne kadar buralı olduğuna ilişkin, LGBTİ+’ları bir dış tehdit olarak algılama ve kendi varoluşunu, gücünü görmezden gelme haliyle de aktivistler ve örgütler olarak mücadele etmemiz gerekiyor. “Dışarı”sı aslında aynı zamanda o ülkelerdeki lubunyaların verdiği mücadele ile elde edilen kazanımların yansımasıdır. Fonlanıyorsun sus, fonlanıyorsun dışarılı’sın yaklaşımı homofobi- transfobi söz konusu olduğunda cinsiyetçilerin, transfobiklerin, muhafazakârların ve milliyetçilerin ne kadar çabuk ortaklaşabileceğini bize göstermesi açısından manidardır.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Kurumsal Politikalar dosya konulu 185. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam