03/08/2015 | Yazar: Gözde Demirbilek

ilişki statüsünde sayılmayan "sanal" diye aşağılanan "mesafe" ilişkileri bugün çok yaygın.

yayıncılıktan söz ettiğimizde üzerinde yeterince durmadığımız, şimdilerde hemen hemen herkesin kullandığı ve etki alanı daha yüksek olmasına rağmen gördüğü değerin hep daha az olduğu bir şey var ki, o da sanal yayıncılık. özellikle de kişisel sanal yayını, hayatımızın içinde bu kadar etkin/yaygın olmasına karşın, fazlaca basite aldığımızı düşünüyorum.

yaklaşık 8 yıldır aktif sosyal medya kullanıcısıyım, gerçi 2007’de sosyal medyaya "sanal derya" deniyordu, orası ayrı tabii. o zamanlar "sanal derya/siber alem" insanların ciddiye almadığı bir mecraydı, belki hatırlarsınız; eğer ki internet üzerinden bir dostluk kurup bunu bir başkasıyla paylaşmışsanız o yıllarda "sanal dostluk mu olur" tepkileri geliyordu; insanlar saçma karşılıyorlardı bu durumu ve ilişkinin internet yoluyla kurulmuş olmasına yönelik bir aşağılama vardı. "bilgisayarın fişini çektiğinde onlar yok" deme ve ilişkilerarası görüşmeye bağlı iletişim hiyerarşisi kurma haklarını kendilerinde bulabiliyorlardı. bugün ise, tüm bu "mesafe" iletişimleri inanılmaz olağan karşılanıyor. çevrelerce ilişki statüsünde sayılmayan "sanal" diye aşağılanan "mesafe" ilişkileri bugün çok yaygın. sosyal medya araçlarının gelişmesiyle herkeste "dünya bizim köyden ibaret değilmiş" evrenselleşmesi de başladı. çünkü köyümüzden dışarıdaki dünyada da yüz yüze görüşmeden ve görüşmek zorunda olmadan çok güzel ilişkiler yürütebildiğimizi gördük. artık "internetten tanışıp evlendiler, çok mutlular, iki de çocukları var" konulu haberler de görmüyoruz. hatta konuya yönelik ufak da bir örnek olsun: bu ülkenin ünlü isimlerinden biri twitter’da kendine yazılmış bir tweet’le ilgili tartışmaya girip 4 yıl sonra tartışma konusu olan tweet’i atan kişiyle evlendi. mesela.

biraz kendi deneyimim üzerinden, kişisel sanal yayının nasıl katlandığından bahsetmek istiyorum: bizim evimize bilgisayar ben 11 yaşındayken girdi. küçük bir kentte yaşıyorduk. o yıllarda akranlarımla iletişim kuramama, kurulan iletişimden memnuniyetsizlik ve nihayetinde de yalnızlaşma ve yabancılaşma yaşıyordum. internet dışarıda yakalayamadığımı bana sunmuştu. bir sene civarı sadece oyun, müzik ve messenger ile geçirdikten sonra forumları keşfetmeye başladım. özellikle belli bir konusu olan forumlarda insanların iletişim kurması ve birbiriyle dost olması biraz daha kolay oluyordu. dışarıda kendini, varlığını ortaya koymak için uygun zemin bulamayanların ve teması bu şekilde sağlamaktan hoşlananların birbirine kucak açtığı bir ortamdı. kişisel sanal yayınımın tohumunu attığım yer bu sebeple forumlardır. kendimi istediğim gibi ifade edebildiğim, kimsenin 12 yaşında olduğum halde "bu yaşta neler de konuşuyo böyle hehe" demediği ve ciddiye alındığımı hissettiğim bir ortamdı. bana güven de veriyordu. bir topic altında fikir beyan ederken başka bir topic altında şiir yazabiliyor ve eleştiriler alıyor, eleştirilere cevap verebiliyordum. o sırada forumlarda yazarken birden facebook inanılmaz bir patlama gösterdi ve paylaşım grupları çıktı. 13 yaşındayken bu grupların birinden teklif aldım yazılarımı yayınlamam konusunda, bir sonraki sene bir şeylerle uğraşan insanlara ulaşıp kişisel paylaşım site kurulumu yapan biri bana "sana bir site açalım kendine ait yayın alanın olsun" dedi ve gozdemirbilek.com’u kurduk. 14 yaşında bir insanın adına yazılarının yayınlandığı sitesi olması o zaman için inanılmaz bir şeydi. wordpress veritabanlı olduğu için bu site bana ufak bir blog deneyimi de yaşatmış oldu. siteyi kurduk, (ardından) temasına varana kadar her şeyiyle ben ilgilenmek istedim. ardından facebook sayfaları ve sanal fanzinler popülerleşti o dönemde ve yazma grupları kendilerine "burada yazıyorsanız başka yerde yazamazsınız" gibi şerhler koymaya başladılar. her oluşumda isim oluşturma çabası vardı, resmen yazmaya başlamadan anlaşma imzalıyor gibiydik. 2 sene evvel forumlarda bir şeyler karalarken birden teklif değerlendirdiğim bir dönem başladı diyebilirim. sanal fanzinlerden birkaç kadın arkadaşımla hırpalanma süreci geçirdik tabii ki, her yerde olduğu gibi. ayrıldık, başka bi yazım grubunda yazdık. oradan da benzer sebeplerle ayrılıp artık kendi yazım grubumuzu kurmaya karar verdik. ben bu hırpalanma sürecinde kişisel sitemi kapattım. o dönem tumblr ile tanıştım. anonim bir hesap açtım, site ağırlığını insanın üzerinden alıyor, blogger’lık biraz. dilediğim gibi yazı yazıp fotoğraf paylaştığım ve rahatladığım bir alan hâline geldi tumblr blogum. diğer yandan yazım grubunun alanını geliştirmek için artık birkaç senenin birikimini kullanarak twitter, tumblr ve youtube kanalı açma kararı aldık. ve birikim gerçekten de işe yaradı, o 2007’de forumlardan tanıdığım insanlardan ayrıldığımız sanal fanzinlerdeki okuyucularımıza varana kadar desteklenen bir yayın grubu olduk.

sene 2012 olduğunda yazmanın dışında dokunmak istediğim yerler vardı, kendimle de alakalı, bu yüzden "eşcinsel edebiyat" isimli bir sayfa açtım. tumblr’da şöyle bir boşluk vardı; lgbti kullanıcı sayısı inanılmaz yüksek, lâkin sorulara cevap veren ya da yönlendiren kişi sayısı çok az. anonim sorular geliyor, cevaplıyorsunuz ama kişisel hesabınızı her zaman bunun için kullanmak da istemiyorsunuz. eşcinsel edebiyat blogu o dönem bu açığı kapatmak açısından çok güzel bir ritm buldu kendine. beni güçlendirdi her şeyden önce, güçlendikçe insanlara her zaman 16 yaşında olduğumu belirterek uzman biri olmadığımı, sadece dostça ihtimalleri sunabileceğimi ve dinleyebileceğimi belirtmiştim. beni aşan noktada da yakın olduğu şehre göre dernek mailleri ve telefonlarını veriyor, uzmanına yönlendiriyordum. orada kimliğimi, beni tanıyabilecek insanların rahatlığı açısından gizli tuttum bir dönem fakat, kişisel blogumda kimliğimi açıklayınca orada da açıklamış bulundum. şimdi eşcinsel edebiyat öyle aktif değil aman aman çünkü, tumblr’da bir hareket tutturmak inanılmaz zor ve son 2 yılda tumblr’ın o coşkusu söndü artık, ama oradan tanışıp da yürüttüğüm çok güzel dostluklarım var. hatta annemin yönelimim üzerine en fazla sorun çıkartıp baskı kurduğu bir dönemde bana bir anne ulaşıp oğlum gey nasıl yaklaşmalıyım, onu üzmeden kırmadan bildiğimi ve yanında olduğumu nasıl söylemeliyim, diye bilgi almak istemişti. "eşcinsel edebiyat" ile ilgili konuşurken hep bahsederim, çok farklı bir yer edinmiştir bende. konuşurken oğlunun benle yaşıt olduğunu öğrenmiştik, empati üzerinden birçok yol geliştirdik. benden ve annemden yana ilerleme olmasa da (o dönem için konuşuyorum) onların çok hızlı bir ilerlemesi oldu. "bir gün seninle yürümek istiyoruz" diyerek bana pride sonrası fotoğraf atmışlardı, aylar sonra ben de uzun uzun fotoğrafı inceleyip birilerine gerçekten dokunabildiğimi hissetmiştim. bu inanılmaz güzel duygu, öte yandan yaptıklarımızın şu aletin içinde kalmadığının, dönünce yaşadığımız ve yaşattığımız dünyaya yansıttığımızın en güzel resmidir.      

bugünse 20 yaşındayım. forumlarda imza satırı azaltıldığı için transparan arka plan üzerine yazı yazmaya niyetlenip öğrenmeye başladığım photoshop ile bugün çalışma grubuma afiş tasarlıyorum. aktif olarak faaliyet yürüttüğüm LeGeBİT’in sosyal medya danışmanlığını yapıyorum. geriye dönüp baktığımda küçük bir kentte yaşamanın yani, büyük şehirlerdeki olanaklara ulaşamamanın ağrısından gösterdiğim çabanın karşılığını çok net görebiliyorum. 12 yaşından bu yana bulunduğum her türlü sosyal medya alanının beni biraz daha özgürleştirdiğini hissetmem de bu yüzden. dışarıda asosyal olarak adlandırıldığım dönemden sosyal medya danışmanlığına; sanal yayıncılığın ve özellikle kişisel olanının hiçbir zaman hafife alınmaması gerektiğine inanıyorum. çünkü bugün artık instagram’da paylaştığımız bir fotoğraf sadece bir fotoğraf değil, birgün stand gezerken karşımıza çıkan buzdolabı magneti olabiliyor. yıllar önce yazdığımız bir tweet, yıllar sonra popüler kültür öğesi olarak karşımıza çıkabiliyor. bizim "kime ne yararı olur ki" diye düşündüğümüz kişisel paylaşımlarımız, coğrafyanın ötesinde başka bir insanda umut olabiliyor. madem artık sadece "asosyaller" değil, hepimiz bağlıyız ve belki biraz bağımlısıyız bu meretin; olumlu yönden edimlenmek için sanki biraz daha dikkate almalı ve imkanlarını sonuna kadar kullanmalıyız gibi geliyor bana.

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin “Yayıncılık” dosya konulu 142. sayısında yayınlanmıştır.


Etiketler: medya
İstihdam