16/01/2012 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

Tepeye vardığımızda arkamızdaki yürüyüş kolu henüz gelmemişti. Komutana ‘Füze kalkanının fotoğrafını çekmek’ istediğimi söyledim. Komutan gayet kibar bir şekilde beni ‘Burada füze kalkanı yok’ diyerek ikna etmeye çalışıyordu.

AKP hükümetinin Orta Doğu’nun jandarmalığına soyunmasıyla birlikte sınır komşularımıza karşı savaş hali aldık.
 
Her fırsatta İran’a, Suriye’ye, Libya’ya tehditler savuran Tayyip Erdoğan, Libya lideri Kadaffi’nin insanlık dışı koşullarda katleden, kime hizmet ettikleri belli olan kanlı katilleri İstanbul’daki otellerde tatille ödüllendirdiğini hepimiz biliyoruz. Suriye’de Beşar Esat’a muhalif olanların Adana’daki İncirlik Üssü’nde eğitim aldığını, güvenliklerinin Türkiye hükümeti tarafından sağlandığında biliyoruz.
 
Soru şu: “Hani Müslüman ülkeler, din kardeşimizdi ve İsrail’in saldırgan politikalarına karşı işbirliği yapılacaktı? Hani ilişkilerimiz geliştirilecekti” falan filan. Ama görünen o ki uluslar arası sermaye örgütlerine göbekten bağlı olunca kendi başına politik kararlar alamıyorsun. Politikalar oluşturamıyorsun. Öyle din kardeşliği vs gibi söylemler de hamasetten öteye geçmiyor. Hamasetlerle de gemi yürümüyor.
 
Hepsi birlikte yedi yirmi dört hükümetin borazanı haline gelen ana akım medya azıcık dışına çıkan gazetecileri saf dışı bırakarak hizmette kusur etmiyor. Halkın farklı, muhalif bilgiye, habere ulaşma olanağını ortadan kaldıran Tayyip, kandırmaya devam ediyor.
 
Malatya’nın Kürecik ilçesinde daha önce NATO üssü diye bilinen radar üssü varmış. Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulan bu NATO üsleri ne hikmetse üye olan ülkeler dışında sadece ABD’ye hizmet için kuruluyor. Türkiye de NATO üyesi ama kendi ülkemizde, topraklarımızda kurulan üslere giremiyor, denetliyemiyor.  Sadece koruma hizmetini yapıyor.
 
Kürecikteki bu üssü Sovyetlerin dağılmasından sonra, tehdit ortadan kalktığı için kapatılmış. Şimdi burası füze kalkanı için yenilenerek kullanılmaya başlanmış.
 
Kürecik aslında Karahan Dağı’nın eteğinde küçük bir ilçe. Oradan geçerken oranın Kürecik ilçesi olduğuna ihtimal vermediğim için başka bir Kürecik aradı gözlerimiz. Gerçekten sadece üç katlı hükümet binası var. Etrafında küçük, çok az sayıda evler. İlk bakışta kimse oranın ilçe olduğunu düşünmez.
 
Çevresinde 20-25 civarında köyü var. Köylerde yaşayanlar Alevi ağırlıklı ama Sünnilerin yoğun olduğu köyler de var. Füze kalkanına karşı direnişi sürdüren sadece Alevi köylüler birlikte mücadele ediyorlar. Ama Sünnilerin yoğun olduğu köyler bu mücadeleye katılmıyor.
 
Köylülerin çoğu yurt dışında çalışıyor. Yazın köylerdeki nüfus sayısı artıyor. Kışın her köy gibi nüfus yarıdan çok düşüyor. Biz gittiğimizde karşıdaki bir köyü göstererek “O köyün yolları kar nedeniyle kapalı “diyorlar. Kapalı olan köy yolu Karahan Dağı’nın hemen karşısında. Ama üssün bulunduğu 2000 küsur yükseklikteki dağda yollar gayet geniş ve açık.
Üssün bulunduğu dağa çıkmak kolay olmadı. Hava güneşli idi ve çamurdan dolayı yürümek zorlaşıyordu. Yol yatay olarak yükseliyordu. Dört kilometrelik bir yol olduğunu söylediler. Bir saate yakın köylülerle yürüdük. Ama en önde elinde kızıl bayraklı, uzun boylu, köyde gariban dedikleri bir arkadaş vardı ve çok hızlıydı. Hepimizden önce o çıktı. Jandarma ve komutanlar o “gariban”ı tanıyordu. Gülerek karşıladılar ve onu aşağıda durması konusunda uyardılar.
 
Komutan aslında bizimle hemen hemen birlikte yürüdü. Askerlerden oluşan barikatın önünde de karşıladı. Dağa tırmanırken köylülerle sohbet de koyulaştı.
 
İlhan Demirkaya, çadırları terk etmediklerini söyledi. “Gece gündüz sürekli nöbet tutuyoruz” dedi. Malatyalıların kendilerine sahip çıkmadığını. Füze kalkanı yapılmasını desteklediklerini hatta “Size iş verirler orada, niye karşı çıkıyorsunuz” dediklerini anlatıyor. “Biz işlerini istemiyoruz. Füze kalkanını da istemiyoruz. İran açıklama yaptı ilk vuracağım yer Küreciktir diye. Biz ölmek istemiyoruz. Çünkü kimseyle derdimiz, sorunumuz yok” diyor.
 
Kemal Timur ise şunları ekliyor: “Bizim köyden, daha önce buradaki üslerde çalışan köylülerimiz vardı. O üslerde de çalışanların çoğu kanserden öldü. Hala kanserli hastalarımız var. Bu üslerde ne iş yaptıklarını biz hiçbir zaman bilemedik. Neden bu üslerde çalışanlar kanser oldu bilemiyoruz. Bu nedenle de burada füze kalkanı istemiyoruz, çünkü bunlar insan sağlığına zararlı oluyor.”
 
Tepeye vardığımızda arkamızdaki yürüyüş kolu henüz gelmemişti. Komutana “Füze kalkanının fotoğrafını çekmek” istediğimi söyledim. Komutan gayet kibar bir şekilde beni “Burada füze kalkanı yok” diyerek ikna etmeye çalışıyordu. Yüzbaşı olan komutan “Burada sadece erken uyarı sistemi var” diyor. “Peki, o zaman o erken uyarı sistemini biz neden göremiyoruz? Hani fotoğrafını çekerek belgelesek insanları ikna etmek daha kolay olmaz mı?” diye sorduğumda “YASSAK” Sözcüğü devreye giriyor. Çok geniş kilometrelerce bir alan üzerine kurulmuş. Çift tel örgülerle çevrilmiş. Uzaktan bile fotoğraf alınması mümkün değil. Birinci tel ile ile ikinci arasındaki bölgede Türkiye askerleri güvenlik için varlar. İçeriye girmek onlara da “YASSAK”
 
Akşam ayazı çıktı. Hava bir anda eksi 20’yi buldu Artık fotoğraf çekmek mümkün değildi. Parmaklar çalışmıyordu. Çantamdaki yedek kazakları başımı ve yüzümü korumak için başıma doladım. Ama soğuk inanılmaz artmıştı. Esen rüzgâr yerdeki karları alıp bir yerden başka yere savurup duruyordu. Yürüyüşçüler, köylüler, askerler arasında iki metrelik, ileride ya da geride tartışması devam ediyordu. Biraz sonra hep beraber, Sarıkamış’ta yaşananları burada tekrar yaşayacak buzdan insanlar olacaktık nerdeyse.
 
Neyse ki komutan fazla ısrarcı olmadı. Askerler de soğuktan zor durumdaydı. Köylülerin direniş çadırları zaten tam kışlanın karşısındaydı ve komutanlar da zaman zaman çadırı ziyaret edip birbirlerinin çayını içiyorlardı dört aydır. İki metre geri çekti askerleri, köylülerden bir arkadaş basın açıklamasını yaptı ve geri döndük. Yerler dondu bu defada, hava karardı ama olsun biz kar, çamur, soğuk demedik. Biz sadece topraklarımızda füze kalkanı istemiyoruz dedik. Biz başkalarına uşaklık etmek istemiyoruz dedik. Biz komşularımızla savaş istemiyoruz dedik. Barış istiyoruz dedik. Daha ne diyelim dağlara, taşlara, kurtlara, kuşlara, sesimizi duyun dedik. Eminim onlar duyuyordu sesimizi. Çünkü onlar da ölecekti bizimle birlikte. Duymayan sadece işbirlikçiler, katilleri, kâr hırsıyla gözü dönenler, insan olduğunu unutanlardı. İnsanlıktan nasibini almayan sermayenin köleleri idi.Ama onlar kanser de olsalar ölmüyorlardı değil mi? 

Etiketler: yaşam, ekoloji
İstihdam