06/07/2010 | Yazar:

Haziran da yol alır. Sıcak geçen günlere. Beklenmedik haziran yağışlarına. Sellerine. Sıcak yaz akşamlarına özlemiyle.

Haziran da yol alır. Sıcak geçen günlere. Beklenmedik haziran yağışlarına. Sellerine. Sıcak yaz akşamlarına özlemiyle. En işlek caddesinde şehrin, en coşkulu sloganları arasında, bir hareketten ötekine geçerken, ses verirken yer yüzünü değiştirme rüyasına, gecesinde kaldırılan iki duble rakı sesleri bandosu olurken sokak arasından caddenin, gece kuşları kanatlarıyla serinletirken kirli sakallı, yorgun, terli bedenleri, tüm karakterler ayaklandı ve seslendi; Ey Haziran, daha nice isyanım var sana, nice doğacak sözlerim. Gebeyim sana. Kızgınım. Hasretim. 

Bu ay; ta içimizden, oramızdan, buramızdan. Kimisine orda uzakta olandan. Küçük çirokların, yani Kürtçe masalların nasıl da var olduğunu gördüğümüz; küçük bedenlerin nasıl da büyük hasretler peşinde olduğunu izlediğimiz bir seyirlik girdi Haziran'ın Edebiyatına: Min Dit. İzledik, üzüldük, tazeledik. On yıllardır, olan biteni. Dahası bir tülü bitmeyeni. Yanı başımızda cereyan eden olayları ağlayabileceğimizi gördüğümüz bir film. Yanı başımızın ne kadar uzak hissettirildiğine bir daha tanık olduğumuz bir kesit. O küçük çocukları umutlarından, kendilerinden bihaber yaşadığımızı fark ettiğimiz bir öyküydü Min Dit. Daha izlerken bu ayın edebiyatında, yine yeni kimseler, kimsesizler, bedenler; aynı çıkmazın, çıkartılmazın sorunsalında öldüler, gittiler. Hiç yere. O öykünün kalemlerinden biri de Nisan'ın Edebiyatı'nda gitmişti aramızdan: Evrim Alataş. “Kürtler Vadisi” adlı köşesini terk etmiş, seslenmişti bize, unutmayın demişti. “Her dağın gölgesi denize düşer”. O uçsuz bucaksız, o özgürlüğün rengi maviye düşer.
 
İşte bu özgürlüğü yer yüzündeki temsili, dahası yer yüzünün ta kendisi. En realist tarafıyla söylerse yazıcı size. Yüzde yetmişi şu dünyanın. Deniz. En kendi halindesi şu hayatın. Bazen en tehlikelisi en hırçını. Gazze'ye giderken yardım filosu yararak onu. Yıllardır İsrail ablukasında, vatan savaşından öte yaşam savaşı veren Filistinlilere gidiyordu. Ekmek, aş... Ne kadar da kıymetli bir edebiyat yazardı halbuki şu aya. Edebiyat değil miydi gerçekleri yazmak. Olur ya bazen kurgu dersin arada. Aslında sen yazdıkça bir şeyler, senin edebiyatının sahnesinde sandığın tümceler, uzakta bir yerde; tahmin etmediğin, edemediğin bir yerde, senin virgülünle nefes alan, senin ünleminle bağıran, senin noktalarınla dinlenen birileri var. Bizden habersiz. Kendi dilinde. İşte o zaman edebiyata ayrı bir ağırlık çöker. Yazıcının eli kilitlenir. Boğazı düğümlenir. Kafası çakılır masaya. Dursa dünya duracak gibi, yazsa dünyayı ters çevirecek gibi. Bazen bir ayın asıl edebiyatını yazmak da böyle zordur işte.O ayın yaradanısın. Hükmedenisin. Yol vereni. Kolay iş değil edebiyat yazmak. Kağıt parçalamak değil bir ayın edebiyatını yazmak. Şimdi okuduğunuz yazılar değil ayın edebiyatını yazmak. Bizimkisi çetele tutmak. Yaşamaktır asıl bir ayın edebiyatını yazmak. Nasıl ve niçene doğru yaşamak. Bazen haykırmak, bazen ağlamak, bazense küfretmektir bir ay. Ne kadar içindeysen hayatın, karakterlerin o kadar yerli yerinde. Filistinli çocuklar da o kadar gerçekler Haziran'ın edebiyatında. Orada binlerce ses bekleyen Filistinli var, binlerce ünlem bekleyen Filistinli çocuk. Yazılacaksa bir Filistinli öyküsü, direnişi bu ay. Hareket edilecekse oralara bizim buralardan. Bir seyahatname yazacaksak, karakterler ortada. Bir destan yazılacaksa da.Ya yazar kim olacak edebiyatın bir ucunda. Bu ucunda. Bizim taraftaki ucunda. 60'larda Filistin Kurtuluş Örgütüyle omuz omuza veren, bizim buralardan baş kahramanlar sesleniyorlar: O zamanlar Filistinli olan dayanışmamıza, yolculuğumuza terörizm diyenler, bizi terörist ilan edenler şu ayın edebiyatında yer almak için, sayfa kapmak için şu aydan, en cırtlak sesleriyle bağırıyorlar meydanlarda. Sayfalarının altına dip not düşerek, “Filistin'e Özgürlük”. Haziran ayı zorlanırken hak değil, adalet değil; din sevdasıyla, kendilerince yükseltilmeye çalışılırken islam, anti-semitizm pompalanıyor tüm okuyuculara. Birileri örgütleme peşinde koşarken, bir diğer birileri rant arıyor Filistinli çocukların sesinden. Soluğundan. İsrail'li solcular ise ses veriyor Haziran'ın Edebiyatına: Türk soluna ta 60'dan bugüne dek süren dayanışmaya. Selam olsun diyor.
 
Birileri dipnotlarla süslerken sayfalarını, bizim referanslığımızı yazmadan bitirirlerken makalelerini, Filistinli din kardeşleri için naralar atarken, vızır vızır işliyor İncirlik Üssü. Yazamayacaklar onlar ne bu ayın edebiyatını ne bizim tahayyül ettiğimiz dünyanın edebiyatını. Geleceğin özlem edebiyatıdır en güzel yazılacak.
 
Tek tipleşme yolunda, din üzerinden gidilirken bu ayın edebiyatında, aynı yolun yolcusu farklı bir tek tipçi, farklılıkları yok etmeye devam etti bu ayın edebiyatında da. Şerzan Kurt, Kürttü. Üniversiteliydi. Öldü. Üniversitesinde. Bu ayın edebiyatına son kez girdi bedeniyle. Her ay bedava dağıtılan milliyetçilik, ırkçılık bu ayda dağıtıldı tüm okuyuculara.
 
Hiçbir edebiyat yoktur ki içerisinde ölüm barındırmasın. Palyaçolar bile ağlar. Doğal bir sirkülasyondur edebiyatımızda ölüm. Ama her ölüm erken ölümdür der ya Cemal Süreyya. “Her” ölümden uzakça bir ölüm girdi Haziran'ın Edebiyatına. Bu ay da onlarca çocuk Terörle Mücadele yasası kapsamında, taş atmaktan, terlemekten, yüzü kızarmaktan, hain bakmaktan, tek ayakkabısının olmamasından cezaevinde girerken, Şırnak'ta 10 yaşındaki Diren öldü. Polis Panzerinin altında kalarak öldü. Diren artık edebiyatımızdan ayrıldı. Yok öyle bir karakter yazılacak tüm geçen ayın edebiyatlarında. Ama kimseden habersiz kendince bir Kürt Edebiyatı yazılıyor bir yerlerde. Farklı yazıcılarca. Okuyabilirsek eğer bir gün. İşte o gün, edebiyatımız başka bir edebiyat; dünyamız başka bir dünya olacak elbet. Diren'ler ruhu değil bedenleri direnecek.
 
Maden işçileri öldü yine. Göçtü yine ocaklar. Kader değildi elbet. Ölüme yazgı dediler. İhmale yazgı dediler bu ayın edebiyatında. Haykırışları kestiler. Sitemi. Ve bu ayın edebiyatına cırtlak bir ses girdi fütursuzca. Maden ocaklarını kapatın diyordu, ocaklar kralı Alaton. Cebindeki kuruşa kadar madencilerin terinden kanından kazanan bir sinsi karakterdi bunu diyen: İshak Alaton. Artık gözü dolmasa da, cebi dolmuştu birilerinin. İşçilere hayatlarını bağışlama cömertliği saçılmıştı ağızlarından. Bu ayın edebiyatının belki de mizah köşesiydi Alaton. Ama o kadar ölüm varken etrafta, şu haziran sıcaklığında, şu maden ocağı sıcaklığında, şu yaşama savaşında kötü bir espri gibi kaldı ortada.
 
Haziran Edebiyatını yazarken, yazıcı hem aktüel bir hüzne hem de retrospektif hüzünlere boğulur her zaman.. Mayıs geçmiştir. Emek demiştir Mayıs, ekmek demiştir. 8 Mayısla faşizmi yenilgiye uğratmıştır Mayıs. 6 Mayıs'ta üç gencini yitirmiştir bağrından. Nice ağıtlar yakmıştır arkalarından sonu azimle biten. Mayısın tüm edebiyatı umut yeşertir okuyucusunun içinde. İlla da illa da bahar dedirtir herkese. Yine yeni ufuklar açar herkimeseye. Mayıstır. Bahardır. Umuttur. Parlayan gözlerdir Mayıs. Aşktır. Sevgidir. Mücadeledir Mayıs Edebiyatı.
 
Ya bu ayın Edebiyatından, sessizce gidenler edebiyatçılar.
 
Hasan Hüseyin Korkmazgil, Nazım'ın ölümünden 13 yıl sonra bir şiir yazar...Nazım Usta'ya. “Haziranda ölmek zor”
“yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü”...
Tüm Haziran Edebiyatları hüzünlü başlar. Nazım gider 3'ünde 63'ün. Orhan Kemal 3'ünde 70'in. Ahmed Arif gider 2'sinde 91'in. En yakışıklı, en cüretkar, en anlamlı vatan hainidir Nazım.
“vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Ya Ahmed, Ape Ahmed. Mezopotamya'nın şairi. Otuz üç Kurşun der bize. Otuz üç canı anlatır 1943'lerden. Rivayet sanılmasın diye edebiyat yapar. Nasıl da savunmasız otuz üç köylünün öldürüldüğünden bahseder. Sitem eder. Haykırır.
“Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...“
Haziran'ın edebiyatını bu hüzünler her sene tekrarlar. Nazım'ı da, Ahmed'i de, Orhan'ı da. Fahili meçhule giden, cesedi ancak bir geçmiş Haziranda bulunan Sabahattin Ali'yi de.
 
Geçen Ayın Edebiyatı; Haziran'ın Edebiyatı da bu ay gönlümüzde ya da yer yüzünde açılan yarıklara düşen karakterlerin seslerinin yazıcının duyduğu kısmıyla böyle bitti... Bir sonraki edebiyat yazılana dek, umutlarınızın geçen ayın edebiyatında yeşermesi, kendi edebiyatınızı yazmanız dileğiyle...
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam