18/11/2024 | Yazar: Hayriye Kara
Mülteci LGBTİ+’lar, Türkiyeli LGBTİ+’ların görünür olamadıkları, yaşayamadıkları için göç ettikleri küçük ve muhafazakar şehirlerde yıllarca yaşamak zorunda kalıyorlar.
Fotoğraf: Sınırdaki mülteci LGBTİ+’lardan KaosGL.org’a mesaj, 2020
Türkiye’de, mülteci hakları, genel olarak, ana akım insan hakları hareketi içerisinde hâlâ yerini bulabilmiş değil. Aynı şekilde mülteci LGBTİ+ hakları da, Türkiye LGBTİ+ hareketi içerisinde yerini hala bulabilmiş değil. Mülteci hakları alanında çalışmanın bu kadar gündem olması Suriye iç savaşından sonrasına tekabül etmektedir. Savaş 2011 yılında başladı ama mülteci hakları alanında çalışmalar gerek akademide gerekse uygulamada 2015-2016 sonrasında yoğunlaşmıştır. Ancak Türkiye hep göç yolları üzerindeydi. Bu tarihten önce Türkiye’deki insan hakları hareketi içerisinde mülteci hakları alanında mücadele eden birkaç örgüt ve bağımsız aktivistler dışında kimse yoktu ve akademide de mülteci hakları çalışılan bir alan değildi. LGBTİ+ hareketi içerisinde ise mülteci hakları alanında çalışan tek örgüt Kaos GL idi.
Bu yazıda, Türkiye’deki LGBTİ+ mültecilerin hayatta kalmak için verdikleri mücadelenin, buldukları yolların, oluşturdukları dayanışma ağlarının Türkiye’deki LGBTİ+ hak mücadelesine katkılarından ve bütün bunların Türkiye’deki LGBTİ+ hareketini nasıl dönüştürdüğünden bahsedeceğim. LGBTİ+ mültecilerin Türkiye’deki LGBTİ+ hak mücadelesine “nasıl” katkı sunduklarını anlayabilmek için öncelikle “neden” hayatta kalma mücadelesi verdiklerini açıklamak gerekir.
Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesini ve 1967 Protokolü’nü onaylamıştır. 1951 Sözleşmesinde kabul edilen mülteci tanımına ilişkin zamansal sınırlamayı kaldırmışsa da Türkiye, 1967 Protokolünü, coğrafi sınırlama ile onaylamıştır. Bu nedenle Türkiye “Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler dışından” gelen ve sığınma başvurusunda bulunan kişilere Sözleşmeyi uygulamamakta, ancak bu kişilere değerlendirmenin ardından “şartlı mülteci” statüsü verip üçüncü ülkeye yerleştirilene kadar Türkiye’de ikamet etmesine izin vermektedir. Yani bunun anlamı, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi, Türkiye’de bulunan mültecilerinin neredeyse tamamına uygulanmıyor. Üçüncü bir ülkeye yerleştirilmenin yıllar aldığının da altını çizmek gerekir.
Ancak Türkiye’de bulunan Suriyeliler için durum farklı. 2014 yılında yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği ile 28/4/2011 tarihinden itibaren Suriye Arap Cumhuriyeti’nde meydana gelen olaylar sebebiyle geçici koruma amacıyla Suriye Arap Cumhuriyeti’nden kitlesel veya bireysel olarak Türkiye sınırlarına gelen veya sınırlarını geçen Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşları ile vatansızlar ve mültecilerin, sığınma başvurusunda bulunmuş olsalar dahi geçici koruma altına alınacakları ve geçici korumanın uygulandığı süre içinde, bireysel uluslararası koruma başvurularının işleme konulmayacağı düzenlendi. Geçici korumanın ne kadar süre daha uygulanacağı, kaldırıldıktan sonra Türkiye’de bulunan milyonlarca mültecinin durumunun ne olacağı ise belirsiz.
Mevcut mevzuat Türkiye’de bulunan mültecilerin temel hak ve özgürlüklerine yönelik müdahale konusunda idareye geniş takdir yetkisi tanımaktadır. Bu yetki, mültecilerin ikamet edecekleri şehirlerin belirlenmesi, bu şehirlerde hangi mahallelerde yaşayabilecekleri, idareye bildirim yükümlülüğü, ikamet ilinden başka bir ile gitmek için izin verme gibi konuları kapsamaktadır. Bunlara ek olarak, uluslararası koruma başvurusunun değerlendirilmesi, geçici korumadan çıkarma, kayıt, sınır dışı/idari gözetim kararı alma gibi konularda idarenin geniş takdir yetkisi bulunmaktadır. İdarenin, bu geniş yetki ile verdiği keyfi kararlarını denetleyecek etkili bir yargı mekanizması da bulunmamaktadır.
Mevzuata göre mülteciler Türkiye’de ne kadar uzun süre kalırlarsa kalsınlar kademeli olarak haklara erişimleri de mümkün değil, mesela vatandaşlık ya da uzun dönem ikamet için başvuru yapamıyorlar. Yani bu yasal araf mültecileri, ne zaman biteceğini bilmedikleri, askıda bir bekleyiş halinde bırakıyor ve bütün bunların üzerine, Türkiye’deki mültecilerin “hukuki statü” de güvenliği yok.
Yükselen ırkçılık ve LGBTİ+ düşmanlığının kesişiminde kalan mülteci LGBTİ+’lar ise bu koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor. Mülteci LGBTİ+’ların hayatta kalmak için buldukları yollar ve dayanışma ağlarının LGBTİ+ mücadelesine katkılarının tamamına bu yazıda değinemeyeceğim ancak önemli bulduğum birkaç başlığı aktarmaya çalışacağım.
LGBTİ+ görünürlüğü
Bu katkılardan ilki, LGBTİ+ görünürlüğüne yönelik olarak gerçekleşiyor.
Türkiye’de mülteci LGBTİ+’lar istedikleri şehirde yaşayamıyorlar. Hangi şehirlerde yaşayacaklarına idare tarafından karar veriliyor. İdarenin yönlendirdiği şehirlerde kaydolmak ve kaydoldukları şehirde yaşamak zorundalar. Ayrıca kayıtlı oldukları şehirden idareden izin almadan ayrılamıyorlar, mültecilerin kayıtlı oldukları şehri değiştirebilmeleri de yine idarenin onayına bağlı. İdare mültecileri kayıtlı yaşayacakları şehirlere yönlendirirken bireysel değerlendirme yapmıyor. İdari kararlarla Ankara, İstanbul, İzmir dahil her şehir kayda kapatılabiliyor. Mülteci LGBTİ+’lar, Türkiyeli LGBTİ+’ların görünür olamadıkları, yaşayamadıkları için göç ettikleri küçük ve muhafazakar şehirlerde yıllarca yaşamak zorunda kalıyorlar.
Bunun sonucu olarak zamanla bu şehirlerde, mülteciler sayesinde LGBTİ+ görünürlüğü oluştu. Mülteci LGBTİ+’lar başka bir şehre gidemedikleri, ucuz iş gücü olarak görüldükleri, nefret saldırılarına karşı korunmasız oldukları, hukuki statü güvenceleri olmadığı, katmanlı ayrımcılığın ve nefretin hedefinde oldukları ve bütün bu dinamikler çarpan etkisi yarattığından daha da yoksullaştıkları için kendi dayanışma ağlarını kurdular. Bulundukları şehirlerde bir araya gelip gettolar oluşturdular, kamusal alanlarda görünür olup haklarını talep ettiler. Çok ağır bedeller ödeyerek kendilerine alan açtılar. Açılan bu alanlardan Türkiyeli LGBTİ+’lar da yararlandı ve birlikte örgütlenmeye başladılar.
Bu görünürlük ve hak talebinin somut getirileri de oldu. Mesela Türkiye’de sadece belirli hastanelerde cinsiyet uyum süreci devam ediyor. Bazı şehirlerdeki hastanelerde cinsiyet uyum sürecinin başlaması mülteci transların görünürlüğü ve talepleri sayesinde oldu. Çünkü mülteci transların vatandaşlar gibi seyahat özgürlüğü yoktu, bulundukları şehirden çıkabilmeleri için her seferinde izin almaları gerekiyordu. Bu talepleri sonuç verdi ve bu kazanımdan Türkiyeli translar da yararlandı.
LGBTİ+ örgütler mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları şehirlerde etkinlikler düzenlemeye başladı. Bütün bunlar farklı şehirlerdeki Türkiyeli LGBTİ+’ların da mültecilerle birlikte örgütlenmesine öncülük etti. Bunun yanı sıra Türkiye’deki mülteci LGBTİ+ aktivistlerin Türkiye’den doğru bölgedeki LGBTİ+ haklarına yönelik çalışmaları oldu ve bu çalışmalar hala devam ediyor.
Türkiye’deki bütün mülteciler çok ağır ihlallere maruz bırakılıyor. Bunun doğal bir sonucu olarak Türkiye’de örgütleniyorlar. Mesela Afganların, Suriyelilerin öz örgütleri Türkiye’deki Afgan LGBTİ+’ların, Suriyeli LGBTİ+’ların kimlikleri nedeniyle yaşadıklarıyla da yüzleşiyorlar. Sadece Türkiye toplumu değil mülteci toplumunun içerisinde de ciddi bir görünürlük sağlıyor bu hayatta kalma mücadelesi.
Türkçe dışındaki diller ve terminoloji
Katkılardan ikincisi ise Türkçe dışındaki dillerin görünürlüğü ve terminoloji oluşumuna yöneliktir.
Bundan 5-6 yıl öncesine kadar Arapça ve Farsça LGBTİ+ hareket içerisinde bu kadar görünür değildi. Basın açıklamalarının, etkinlik/dayanışma duyurularının Arapça ve Farsça da olması ya da etkinlik kayıt formlarında çeviri ihtiyacının sorulması Mülteci LGBTİ+’ların Türkiyeli LGBTİ+’lar ile birlikte örgütlenmesi ile olmuştur.
Arapça yüzyıllardır Türkiye’de konuşulan bir dil ama şu anda Arapçanın bu kadar görünür olmasında Arapça konuşan mültecilerin büyük bir etkisi var. Benim üzerinde durmak istediğim konu insan hakları alanı. Türkiye’de Arapça konuşan mültecilerin çeşitlenen ihtiyaçları doğrultusunda Arapça terminoloji konusunda çalışmalar olduğunu görüyoruz. Mülteci hakları alanında sahada olan ve Arapça konuşan uzmanlar LGBTİ+, cinsel sağlık, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği konularında araştırmalar yapıyorlar, mevcut kaynaklardan yararlanıyorlar ve Türkiye’de yazılı kaynak oluşturmaya çalışıyorlar. Bu çalışmaların uzun vadede hak alanına etkisi ne olur bir soru olarak buraya bırakmak istiyorum.
Kaos GL 2007 yılından bu yana mülteci hakları alanında çalışıyor. Türkiye’de mülteci hakları alanında çalışmaya başlayan en eski örgütlerden biri. 2007 yılında eşcinsel bir mülteci, internetten adresi bulup Kaos GL Kültür merkezine gelmiş, bu karşılaşma ile birlikte Kaos GL mülteci hakları alanına yönelmiştir. O dönem spesifik olarak Mülteci LGBTİ+ hakları alanında yeni yeni çalışmalar yürüten tek örgüt Kaos GL. Oldukça ironik, 2007-2008 yıllarında Kaos GL’nin üye ve gönüllülerinden gelen geri bildirimlerde Kaos GL’nin mülteci hakları alanındaki çalışmaları sorgulanmış, gereksiz görülmüş ve eleştirilmiştir.
Hem feminist hareketin hem de LGBTİ+ hareketin mültecilerin yaşadıklarını görmezden gelmeyi bırakması çok yeni. Yeterli olmasa da mültecilerin yaşadıkları ihlaller, mültecilerin haklarına yönelik talepler dile getiriliyor. Eylemlerde Arapça/Farsça dövizleri görüyoruz, Arapça/Farsça sloganlar duyuyoruz. Ancak bu noktada şu soruyu yöneltmek istiyorum: Mültecilerin yaşadıkları hak ihlallerini görmezden gelmeyi bırakmak ve mültecilerle birlikte örgütlenmek yeterli mi?
2020 yılında Türkiye-Yunanistan sınırında toplanan binlerce mülteci üzerinde Yunanistan gerçek kurşun kullandı. Avrupa Birliği “sınırlarımızı koruyor” diyerek Yunanistan’ı tebrik etti. Oradaki mültecilerin arasında LGBTİ+’lar da vardı. Avrupa’daki LGBTİ+ çatı örgütlerinden buna karşı hiçbir ses çıkmadı.
2016 yılında Suriyeli eşcinsel mülteci Muhammed Wisam Sankari vahşice öldürüldü.
2016 yılında Suriyeli mültecilerin kaldığı Gaziantep/Nizip kampında 30 Suriyeli çocuğun kamp görevlisi tarafından istismar edildiği basına yansıdı.
2013-2014 yıllarında Suriyeli kız çocuklarının vatandaşlara ikinci/üçüncü eş olarak satıldığı mülteci hakları raporlarına yansıdı.
Örnekler çoğaltılır ama bütün bunlara karşı Türkiye’deki feminist hareket de LGBTİ+ hareket de örgütlü olarak ses çıkarmadı.
Şu anda Türkiye’de LGBTİ+, kadın, çocuk, mülteci haklarına yönelik çok ciddi saldırılar var. Genel olarak temel hak ve özgürlükler askıya alınmış durumda. Derin yoksullaşma, ekonomik kriz ve 2023 yılında meydana gelen deprem felaketi… Şu anda verdiğimiz hayatta kalma mücadelesi taleplerimizi ve politikamızı şekillendiriyor. Hep birlikte mücadele etmek zorundayız.
Bu nedenle, bana göre, mülteci haklarını görmezden gelmeyi bırakmak ve mültecilerle birlikte örgütlenmek yeterli değil. Türkiye’deki LGBTİ+ hareketin ve feminist hareketin mülteci haklarını yıllarca görmezden geldikleri konusunda özeleştiri vermesi gerekiyor. Mücadeleyi de buradan doğru şekillendirmek gerekiyor.
YA BİRLİKTE ÖZGÜRLEŞECEĞİZ YA DA HEP BERABER ÇÜRÜYECEĞİZ!
Kaos GL dergisi bir tık uzağınızda
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Uluslararası Ahval dosya konulu 197. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notabene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, mülteci, araştırma, inceleme, yorum