02/04/2009 | Yazar: Lale Düşnar

27 Mart’ta Ankara’da gösterime giren ‘Gölge’, yumuşak dozda bir gerilim filmi; ‘Kara film’.

27 Mart’ta Ankara’da gösterime giren ‘Gölge’, yumuşak dozda bir gerilim filmi; ‘Kara film’. Karakterler ve psikolojik yapılarının, olaylar dizisinin önüne geçmesi de filmi polisiye olmanın biraz ötesine taşıyor. 

İstanbul’daki bir yalıda, hizmetçisi ve kâhyası ile yaşayan esrarengiz kadın Selma, oldukça başarılı bir kurgunun odak noktasında. Gölge, Femme fatale/ nemfoman karışımı, güzel, tutkulu ve çelişkilerle dolu bir kadının etrafında uydular gibi dönenip duran, bilinçleri devre dışı kalmış erkeklerin öyküsü aynı zamanda. Ölümle yaşamın içiçeliği, aşk, dostluk ve şüphe/kıskançlık dörtgeninde, 1900’lerin ilk yarısına ait bir dönem filmi.
 
Nevzat ve Halim çok yakın iki dost. Ankara’da yaşayan evli bir şair olan Halim, annesinin hastalığı nedeniyle kısa süreliğine İstanbul’a geliyor. Nevzat, Selma’ya deliler gibi âşık, aslında farkında olduğu gerçekleri görmezden gelecek kadar ve evlenmek istiyor. Arkadaşı Halim’den yardım talep ediyor Nevzat; onun fikirlerine, gözlemlerine ihtiyacı var. Duygusal, romantik biri olan Halim’le Selma karşılaştıklarında birbirlerinden etkileniyorlar. Selma’nın, şiirlerini çok beğenmesi ayrıca bir çekim unsuru. Daha ilk tanışmada Halim, Selma’nın cazibeli, ayrıksı, sınırları olmayan, cinsellikte sakınımsız ve direnilemez bir kadın olduğunu görüyor. Nevzat’ı uyarıyor, ama dinlemiyor onu arkadaşı. Aralarındaki giderek artan çekimden habersiz olan Nevzat, Selma’nın sadakatini sınamak üzere Halim’i bir anlamda âşık olduğu kadına itiyor. Bu kez tutkulu bir aşkın ağına düşerek yanma sırası Halim’de. Artık ne hasta annesi, ne eşi, ne de çocuğunu görüyor gözü. Selma Nevzat’tan koparken, Halim dostunu ne kadar üzdüğünün farkına bile varmıyor.
 
Ağır temposuna rağmen sürükleyici ve sorularla dolu bir film Gölge. Beyninden ve ruhundan geçenleri asla anlayamadığınız bir kadının, çok sonradan fark edeceğiniz gizli planlarını etap etap izlemek, bu tür filmlerin meraklıları için bir keyif. Masum görünen, hatta kimi zaman üzüntü duyduğunuz birinin gerçekte kim olduğunu, şehvetle nefretin, hatta vahşetin kesim noktasında bir kadın olduğunu keşfetmek heyecan verici. 
 
İki dostun aralarının bozulma sürecinde, artık unutmak üzere olduğumuz bir ayrıntı da var; kavgaların bile seviyeli bir şekilde yaşanabileceği. 1900’lü yılların ilk yarısına ait çok şey hatırlıyoruz Gölge ile. Örneğin ilişkilerin farklılığı; hem yakın, hem mesafeli, yani vıcık vıcık olmadan yaşanan bir kibarlık. Son derece düzgün kullanılan bir Türkçe. Kısacası yitirmekte olduğumuz kimi değerler. Bir toplumun 50-60 yıllık, hiç de uzun olmayan bir zaman diliminde nasıl değişebildiğine de tanık oluyoruz böylece. Hatta yadırgıyoruz ilkin, bir tür yabancılık hissediyoruz kaçınılmaz olarak. Filmin diyalogları az, kısa, son derece sade, üstelik şaşırtıcı biçimde sıradan. İlişkilerdeki mesafe konuşmalarda da var, hem de duyguların en hararetli olduğu anlarda bile.
 
Dönem filmi olduğunu, dar açılarda algılıyorsunuz. Kıyafetler, iç mekânlar ve en küçücük ayrıntılarda. Son derece başarılı olan oyuncularla kaynaşıyorsunuz, çok farklı bir dönemden çıkıp gelseler de. Hele de Görkem Yeltan. Sanki sadece gözleri ve mimikleriyle konuşuyor. Daha anlamlı biri seçilemezdi bu ölüm makinesi rolü için. Bir ara sinema salonunda olduğumu unutup ‘Bu balık gözlü, ruh hastası kadından başka ne beklenir ki, âşık olacak kimse bulamadınız mı?’ diye söylendiğimi hatırlıyorum, kendi kendime.
 
Seyirci ile film arasındaki bu uyumda, görüntü yönetmeni Ahmet Sesigürgil’in çok büyük payı var. Çünkü Gölge bir renkler filmi; ışık ve gölgenin filmi. Gerçekten de sinemamızda pek rastladığımız bir şey değil bu. Zaten filmin karanlık akışına kendimizi kaptırmamızdaki en büyük etmen, bu loş, hatta karanlığa doğru ilerleyen atmosfer. Renklerle ustaca oynamalar sayesindedir ki Selma’nın ruh hali bulaşıveriyor seyirciye.
 
Filmin ikinci yarısında ortaya çıkan Venedik, daha farklı bir hava getiriyor. Mıknatıs gibi ölümü çeken Selma’nın gölgesinin şehre sindiği hissine kapılıyorsunuz. Venedik lafı geçince yüzünde gülümsemeler beliren biri olarak, çok eskimiş, irkilten sokaklarına Selma’nın gözüyle bakarak, bu cezbedici şehri bir gün böyle olumsuz algılayabileceğim hiç aklıma gelmezdi gerçekten de. Seçilen mekânlar yalnızlığı, gizi ve derin sıkıntıyı harikulade yansıtıyor. Hatta insan, ‘yalnızlık böyle derinden hissedilecekse bir anlamı var mı Venedik’te olmanın?’ diye soruyor kendine. Gerçi film hep kapalı ortamlarda ilerlerken, böyle birden açık mekânlarla karşılaşınca yadırgıyorsunuz, sanki filmin havası bozulmuş gibi. Loş ortamdan sıyrılınca bir tür çıplaklık hissediyorsunuz. Ancak kısa sürede, ağırlıklı olarak algılamaya devam ettiğiniz şey, hüzün ve bilinmezlik oluyor.
 
Sona yaklaşırken Selma’ya farklı bir açıdan bakmaya başlıyorsunuz. Şüphe giderek genişliyor içinizde. Selma’nın yakınlarının intiharını sorguluyor ve ‘Bu kadın hayatında hiç birini sevmiş midir acaba?’ diyorsunuz. Ve şok final; ölüm sahnesi gerçekten çarpıcı ve beklenmedik. Hani insan o bir iki saniyelik finali görmek için bile filmin izlemeye değeceğini düşünüyor. Sinema salonunu terk ederken, av psikolojisiyle arkanıza dönüp bakıyorsunuz, ‘acaba Selma peşimde mi?’ diye. Ve filmin ilk dakikalarındaki tavuk sahnesi geliyor gözünüzün önüne. Ancak o zaman aradaki bağı kuruyorsunuz.  
 
55 kişilik bir ekiple 17 günde çekilen Gölge’yi çok beğensem de sabırlı olmayanlara hitap eden ve kolay izlenen bir film olmadığını söyleyebilirim. Hele de Amerikan tarzı aksiyon filmlerini seven seyirciler için hiç değil. Seyredeni az da olsa, bence tıpkı Gölgesizler gibi çok değişik bir yere konumlandı bile. Çünkü farklı.

Filmin yönetmeni Mehmet Güreli. Müzikler de ona ait. Peyami Safa’nın ‘Selma ve Gölgesi’ adlı polisiye romanından uyarlanmış filmin oyuncuları Görkem Yeltan, Kaan Çakır, Serkan Ercan, Mehmet Ali Alabora. Senaryoda ise Nilgün Öneş adını görüyoruz. 60 yaşındaki Güreli çok yönlü bir sanatçı; müzisyen, fotoğrafçı, ressam, yayıncı. Gölge ilk uzun metraj filmi. Daha önce ‘İstanbul'a Yolculuk-Dünya Yazarlarının Gözüyle’, ‘Necdet Mahfi Ayral’ ve ‘Vapurlar’ adlı üç belgesel çekmiş. ‘Alope’nin Odası’ ve ‘Sıcak Bir Göz’ adlı kitapları var. Dayısı, ünlü yazar-sinemasever Salâh Birsel. Felsefe okuyan, gazetecilik de yapan Güreli, Gönül Yarası ve İkinci Bahar adlı yapımlarda rol almış. Albümleri ise Vapurlar/Blues, Cihangir'de Bir Gece, Yağmur, Odamda Yolculuk ve İplerin Kopuşu adlarını taşıyor.
 
Peyami Safa (1899-1981), çok üretken (80 kadar eser), enerjik, dopdolu, Batılı düşünce akımlarını yakından takip etmiş, kalemi güçlü bir yazar. Memurluk, öğretmenlik, gazetecilik ve yayıncılık yapan Safa’nın en çok tanınan eserleri arasında; Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Cumbadan Rumbaya, Cingöz Recai sayılabilir. Eserlerinde, mantık ve analizlerin öne çıktığı Safa, ahlâki değerler, değişen dünyaya uyum sağlama, kuşak farkı ve sosyal çatışma gibi konuları sıklıkla işlemiş. 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam