08/06/2010 | Yazar: Kaos GL

26 Mayıs’ta, Türkiye’de hayatı durduracaktık sözümona.

26 Mayıs’ta, Türkiye’de hayatı durduracaktık sözümona. Genel grev, KESK haricindeki sendikaların kararından caymaları ya da bir saatlik paydos eylemi yapmaları nedeniyle, genel eyleme dönüştü. Türk-İş’in öğlen paydosunda bildiri okuma kararı, grevin kırılmasında etkili oldu. KESK’in tam gün iş bırakma çabaları ise, yaşanan belirsizliklerin gölgesinde kısmen gerçekleşebildi ancak. Çalışma yaşamının 4/B’li- 4/C’li-50/D’li- sözleşmeli ve vekil adı altında parçalandığı, esnek/kuralsız /güvencesiz ve örgütsüz istihdamın yaygınlaştırıldığı, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin rafa kaldırıldığı, maden ocaklarında ve tersanelerde ölümlerin sıradanlaştırıldığı bir süreçte yaşanan bu duyarsızlık, mevcut sendikal yapıların sorgulanmasını da kaçınılmaz kılıyor. Sendikaların suskunluğu, madenlerde ölmeyi “kader” olarak gören Başbakan ile ölümleri “güzel” bulan Çalışma Bakanı’nın söylemlerinden daha vahim aslında. 

Tekel direnişinin en sıcak günlerinde, 22 Şubat’ta biraraya gelen dört konfederasyon “genel grev” kararı almıştı. Aylar sonrasına alınan bu kararın, mücadeleyi öteleme ve soğutma amacı taşıdığı çok tartışıldı. Esasen Türk-İş’e rağmen, Tekel işçileri bir ilki başararak uzun soluklu Ankara direnişini başlatmış ve mücadeleyi dayatmışlardı. Direnişin kararlılığı, konfederasyonları günü kurtarmaya yönelik bazı göstermelik adımlar atmaya mecbur bırakmıştı. Altı konfederasyonun 4 Şubat Dayanışma Grevi’nde yaşanan başarısızlık, aslında durumun vahametini gösteriyordu. Daha sonra Hak-İş ve Memur-Sen gibi “yandaş sendika”ların çekilmesiyle sayı dörde düşse de, 26 Mayıs’taki tablo, dörtlü platformun da içinin boş olduğunu ve bu birlikten kuvvet doğamayacağını kafamıza vuruyor. Süreci bilenler için ortada şaşırılacak bir durum da yok esasen.

Grev kırıcılığı modası
12 Eylül darbesini desteklemiş, tabanından kopuk, sendikal demokrasiden bihaber Türk-İş geleneğinden, demokratik eylem beklemek saflık olsa gerek. Aynı Türk-İş, son dönemde krize karşı “Eve kapanma, pazara çık!” kampanyasına katılarak, Erdemir ve İsdemir’de işçi ücretlerinin düşürülmesinde işverenle anlaşmamış mıydı? Özelleştirmelere, işten atmalara ve iş cinayetlerine kayıtsız kalmamış mıydı? 4-C’yi Tekel işçilerinin direnişiyle hatırlamamış mıydı ancak? Sağlık, sosyal güvenlik ve emeklilik başta olmak üzere yıkım yasalarına sessiz kaldığı ya da küçük tavizlerle geri çekildiği hepimizin malumu. 1 Mayıs’taki “kürsü işgali”ni ve bölge temsilcilikleri eylemlerini bahane ederek, “Teşhir oldular, tecrit de olacaklar” genelgesine ne demeli peki? Türk-İş, üyelerinden korkan bir sendika görüntüsü veriyor. Grev kırıcı Türk-İş’in özeleştiri yapması gerekirken, hak arayan Tekel işçilerini ve dostlarını “emek düşmanı”göstermesi ironik olduğu kadar, dananın kuyruğunun koptuğu andır da. 
1992’de bürokratlar eliyle kurulan ve tepeden örgütlenen Türk Kamu-Sen’in geçmiş iktidarlarla yandaşlığı sır değil. Başında “Türk” kelimesini gururla taşıyan bu sendikanın, Türk-İş’in “bürokratik/devletçi” yolunda ilerlediği biliniyor. “Yandaş” gelenekten gelen bu yapının, mevcut iktidara ters düşse de icazet sendikacılığından başka gidecek yeri de yoktur zaten. “Eve kapanma, pazara çık” kampanyasında Türk-İş’in biricik ortağı olması tesadüf müdür? Krizin şerrinden korunmak için el açıp dua eden Kamu-Sen’den “grev” beklemek abesle iştigal olur ancak.

İşveren devlet yardımıyla üye sayısını artırmakla meşgul olan Memur-Sen ile “moral destekçi” Hak-İş’e diyecek sözümüz yok zaten. Onlar “hizmet” ve “çözüm” sendikası olmakla övünen “görüşmeci” sendika oldular her daim. “Hak” alınamayacağına, ancak verilebileceğine yürekten inanmış bu “cemaatçi” sendikaların “grev” gibi bir derdi neden olsun ki? Hem hükümet de “grev yapın” diye buyurmamıştı ki!

15-16 Haziran’ların yaratıcısı DİSK’e ne demeli peki? Fiili ve meşru mücadele mazide mi kaldı yoksa? 28 Şubat sürecinde postmodern darbeye destek sunma kamburuna, bir de “grev kırıcılık” eklenmiş oldu böylece. 26 Mayıs’taki ikircikli tutumunun mücadeleye değil, “güdümlü sendika”ların ekmeğine yağ sürdüğü ve 15-16 Haziran ruhuyla bağdaşmadığı aşikâr. Saatlik paydos eylemleri, DİSK’in şanına hiç yakışmadı doğrusu.

KESK ise Donkişotluğu sürdürerek grevin en kararlı savunucusu oldu yine. Ancak KESK, tabanını eyleme katmakta belki de ilk kez bu kadar zorlandı. Grev kırıcı sendikal anlayışlar, eylemin heyecanını ve gücünü kırdı. KESK’in ısrarcılığı ve kararlı duruşu her şeye rağmen anlamlı. Bu duruş, 26 Mayıs’ın görece kotarılmasında etkili oldu ve mücadelenin adresini de gösterdi kanımca. Ancak bu sonuç dahi KESK’i, özeleştiriden ve mücadeleyi yeniden merkezileştirecek bir tartışma sürecinden kurtaramayacaktır. Her fırsatta sarı sendika kuyrukçuluğunu dayatan anlayışlar da masaya yatırılacak gibi görünüyor.

Yeniden ayağa kalkmak
26 Mayıs’ta, işçi ölümlerine ve 4/C zulmüne sessiz kalan güdümlü sendikacılığın iflas ettiği bir kez daha görüldü. Bürokratik sendikaların, bırakın çalışma yaşamını demokratikleştirmeyi, ücretleri iyileştirmekten bile aciz oldukları açığa çıktı. Fason sendikalar “teşhir” oldular, “tecrit” de olacaklar “inşallah”. Bayrak, vatan, Atatürk gibi “kutsal” semboller üzerinden “devlet sendikacılığı” yapanların maskesi düştü, “grev kırıcı” yüzleri göründü bir kez daha. Kürt sorununu asayiş sorunu olarak gören, çözümü daha fazla şiddette arayan, emekçilerin vergileriyle yürütülen kirli savaşta çığırtkanlık yapan “emek örgütleri” sınıf çıkarlarını savunabilir mi? Eşitlik, özgürlük ve demokrasi taleplerini pas geçerek “demokrat” olunabilir mi?

Fiili ve meşru mücadeleyi yeniden yükselmek farzdır şimdi. Yüzümüzü yeniden işyerlerine, emekçilere ve mücadeleye dönmek zorundayız. Üyeleriyle bağını kopartmış, emir-komuta hiyerarşisiyle yönetilen sendikal bürokratizmin ağır tahribatlarını bertaraf etmek kolay değil elbette. Bunun yolu, icazetçi sendikalardan medet ummaktan değil, ezilenlerle yeniden buluşmaktan geçer. Bunun yolu, yapay işçi-memur ayrımını aşarak öğrenci gençliği, işsizleri, ataması yapılmayanları, çiftçi sendikalarını, ev kadınlarını buluşturacak yeni bir yapılanmadan geçer. Bunun yolu, farklılıklarından dolayı dışlanan Kürt, Alevi, Çingene, gayrimüslim ve eşcinsellerle buluşmaktan geçer. Somut, yalın ve hayati talepler etrafında birleşik mücadelenin örülmesi, sendikaları yeniden emek örgütü haline getirecektir. Yoksa sendikalar tabela örgütü, “genel grev” ise “sözde” kalmaya devam eder. “Komşu”daki greve daha çok gıptayla bakarız yoksa.

KADRİ GÖNÜLLÜ: Tarım Orkam-Sen, Adana Şube Yöneticisi


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
nefret