16/02/2009 | Yazar: Ali Baydaş

Gündemin başlıca konularından Ergenekon Soruşturmasıyla ilgili olarak öne çıkan isimlerden biri Tuncay Güney.

Gündemin başlıca konularından Ergenekon Soruşturmasıyla ilgili olarak öne çıkan isimlerden biri Tuncay Güney. Medyanın büyük bir kısmına göre Güney, psikolojik sorunları olan, güvenilir olamayan biri. Kendisinin de açıkladığı diğer bir özelliğiyse, eşcinsel olması. Ergenekon’un düzmece olduğunu savunanlardan köşe yazarı Oray Eğin’i okurken, Güney’in bu özelliği aklıma geldi zira Eğin de eşcinsel olduğunu gizlemeyen biri. ‘İşe bak!’ dedim kendi kendime, ‘eşcinsellerin gündemi bu denli etkilediği günler de mi yaşayacaktık bu ülkede?’ Eğin bu konuya değinmedi. Oysa ben Eğin’den şöyle, Güney ile Veli Küçük Paşasının olası ilişkisi üzerine bir fantezi attırmasını beklemiştim, daha önce seri katil bir ikili hakkında yaptığı gibi ama bunu yapsa, böyle bir örgütün varlığını kabul etmiş olurdu. Eşcinsel karakterlerin yer aldığı bazı casus filmlerini anımsadım: Albay Redl gibi, Başka Bir Ülke gibi… Tabii ki, gizli örgütlerde yer alan her eşcinselin illa ki, cinsel yönelimini bu işe alet ettiğini düşünmüyorum. Aslında buradan varmak istediğim konu da başka.

İzleyebildiğim kadarıyla medyada Güney’in eşcinselliğinin üzerinde hiç de, normalde bekleneceği kadar durulmadı. Bu ‘zayıf nokta’sından vurmaya kalkan sadece, soruşturmada gözaltına alınanlardan CHP’li eski bir belediye başkanı olan Gürbüz Çapan oldu. Güney için olumsuz sözleri arasına ‘kırık’ lafını da yerleştirmişti; o kadar. Medyamız geçen on, on beş senede ‘göt verenler’ den bugüne epeyi bir yol kat etmiş olmalı. Ana akım gazetelerin yazı işlerinde homofobiye karşı bir anlayışın yerleşmeye başladığını varsaymak fazla iyimser bir yaklaşım olabilir ama nispeten bir gelişme olduğu da inkâr edilemez.  

Sevgililer Günü ve Buyurun Ayrımcılığa

LGBTT Hakları Platformu’nun yayımladığı 2008’in ‘LGBTT Bireylerin İnsan Hakları Raporu’ndan: ‘Geçtiğimiz yıl Meclis’in de gündemine geldi. DTP milletvekili Sebahat Tuncel 16 Nisan 2008’de Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e bir soru önergesiyle, ‘Cinsel ayrımcılığa uğrayan insanların sorunlarına dair Bakanlık bünyesindeki çalışmalar nedir?’ diye sorunca, 19 Haziran 2008’de şu yanıt geldi ‘Ayrımcılığın her türü yasaklanmış olduğundan soru önergesinde belirtilen hususlarla ilgili olarak bakanlığımızda herhangi bir çalışma bulunmamaktadır.’ Şahin bu yanıtı A.B.D. veya Avrupa’da bir üniversite kürsüsünden verseydi, Ahmedinecad gibi ona da gülerlerdi ama bizim gülecek halimiz kalmadı. Geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanı Şahin bir ‘sevgililer günü açılımı’ yaparak, sadece evli olan tutuklu ve yakınlarına açık görüş saati bahşetti. Hani ayrımcılık yoktu Sayın Şahin? Eşcinsel tutuklularla sevgililerine yok mu görüş günü? Tabii ki, yok. Zaten kiminle dans ettiğimizi biliyoruz.

Taraf Gazetesi yazarı Gökhan Özgün şöyle yazmıştı geçenlerde: ‘Askerin laik devleti, ‘demokrasiden bile daha çok değer verdiği hanımlara’ ne yaptı? Üniversite öğrencisi hanımlara bekâret muayenesi yaptı. O muayeneden geçenlerden biri Nilgün’dü. Nilgün üç beş yıl sonra kendini 5. kattan attı.’… ‘Hâlbuki ‘muhafazakâr kuşatma’ altındaki devlette kadınlara bekâret muayenesi yapılmıyor.’ Gökhan Özgün fikirlerine değer verdiğim bir yazar ama burada, ayrıntıda gizlenen şeytana dikkat çekmek istiyorum. Geçmişte bekâret muayenesinin mucitlerinden biri Cemil Çiçekti, yani Avrupa’ lı parlamenterlerin deyişiyle bugünkü ‘insan haklarını önlemeden sorumlu devlet bakanı’. Laik veya muhafazakâr konjonktürde, bazıları hep suyun üstünde kalıyor. Gerçi bu gerçek, dönemsel değişimi geçersiz kılmıyor ama Çiçek ve Şahin gibi insanların, ayrımcılığın hem öncülüğünü yaparak, mesela Hrant’ın katledilmesi yolunun asfaltını dökmeleri, hem de bu, nispeten demokratikleşme sürecinde rol almaları, kaderin bir ironisi olsa gerek. Yoksa, askerin laik devletinin bireylerin varoluşlarına ne kadar saygılı olduklarını, askeri okullara giren on dört, on beş yaşında çocuklara yapılan anal muayeneye bakarak da kestirebiliyoruz.   O çocuklar intihar etmiyorlar belki ama büyüdüklerinde darbe yaparak intikam mı alıyorlar filan diyerek Freudyen bir yola hiç girmeyelim, değil mi?

Cinsiyetçiliğe Karşı Bamya

Şu haber hepinizi gülümsetmiştir sanırım: ‘Filmmor Kadın Filmleri Festivali kapsamında, bu yıl ilk kez Türk sinemasındaki cinsiyet ayrımcılığına dikkat çekmek amacıyla erkek egemen filmlere ‘Altın Bamya’ ödülleri verilecek. Ödüllerin en iddialı ismi ‘Issız Adam’. Film 4 kategoriden 3’ünde aday olurken, onu 2 adaylıkla ‘Recep İvedik’ izliyor’...

Cinsiyetçiliği eleştirirken, cinsiyetçiliği yeniden üretmek niye? Burada, başarısız bir şekilde, erkeklikle dalga geçmek için kullanılan bamya metaforu, penisin büyük olması gerektiği düşüncesine dayandığı için, sonuç olarak, erkek egemen zihniyete, penisin iktidarına hizmet ediyor. Yani şimdi bir takım salak erkekler çıkıp, Altın Patlıcan ödülü vermeye kalksa, bu iki ödül birbirinin karşıtı değil, zihniyet yoldaşı olurdu. Arada küçük penisli erkekler ve kadınlara ayrımcılık yapmayan erkekler de aşağılanmış, ne gam! Kadınların eşitliği için mücadeleyi erkek düşmanlığına dayandırmadan yapmayı öğrenene kadar, daha çok gözler kaş yaparken çıkacak gibi görünüyor.

"Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için" diyen roman kahramanlarımız, nerdesiniz? (Gündüz Vassaf’ dan)

Kaos GL (16/02/2009)


Etiketler: yaşam
İstihdam