05/12/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Bugün (5 Aralık) Ankara Adliyesinde 6 aydır tutuklu olan 13 tıp ve sağlık öğrencisi ilk kez mahkemeye çıkacaklar. Yöneltilen suçlama KCK üyesi olmak!

Bugün (5 Aralık) Ankara Adliyesinde 6 aydır tutuklu olan 13 tıp ve sağlık öğrencisi ilk kez mahkemeye çıkacaklar. Yöneltilen suçlama KCK üyesi olmak!
 
Geçtiğimiz haziran ayında tam da tıp fakültelerinin sınav/ mezuniyet dönemleri sırasında 46 öğrenci gözaltına alınmış, 13’ü çıkarıldıkları mahkemede tutuklanmışlardı.
 
Zülküf Akelma, Birhat Şimşek, Ahmet Demirel, Mustafa Akın, Perişan Akan, Ahmet Karer, Recep Kar, Tuncay Gökçen, Mehmet Aydın, Mustafa Karakut, Fatih Sultan Altın, Mehmet Budak 6 aydır tutuklular.
 
Tutuklanmasalardı Ahmet üç, Mustafa iki hafta sonra mezun olacaklardı. Aralarında mevsimlik tarım işçiliği yapan ailelerin çocukları da var, sadece burslarla ve arkadaşlarının desteğiyle okula devam edebilenler de.
 
Gözaltı sürecinde öğrencilere ‘Zerdüşt müsün, Müslüman mısın’; ‘mezun olup dağa çıkacağını biliyoruz’ soru/ suçlamaları yöneltilmiş. Tıp fakültelerinin ders sistemi ‘komite’ olarak adlandırılır. Öğrencilere dinlenilen telefon konuşmalarında ‘komiteye hazırlanmak, komiteden geçmek, komite zordu’ gibi konuşmalarıyla örgütsel faaliyet içinde olduklarının anlaşıldığı söylenmiş! Dolaşım sistemi komitesi ya da doku komitesini, direniş komitesi gibi bir örgütlenme sanmışlar olasılıkla.
 
Bizim gibi ülkelerde doktorluk yoksul ve orta sınıflardan gelenlerin tercih ettiği bir meslek olagelmiştir. Evet, bazılarımız doktor olarak sınıf atlamak, para ve statü elde edebilmek arzusuyla gireriz tıp fakültelerine ama çoğumuzun hayali doktor olup köyümüze dönmek ve insanlarımızın sağlığı için uğraşmak, insan ıstırabını dindirme ustası olmaktır özcesi.
 
Seksenli yılların sonlarına doğru ben tıp fakültesi öğrencisiyken Hacettepe’nin halk sağlığı stajı Ankara’nın dibindeki Çubuk’un köylerinde yapılırdı. Çok değil yirmi küsur yıl önce o stajlarda bize doktorun görevinin sadece hastaları iyileştirmek değil, gittiği bölgedeki yoksulluk başta olmak üzere sağlığı bozan her türden olumsuzlukla da mücadele etmek olduğu öğretilmeye çalışılırdı. Doktor demek köylerde temiz içme suyu, tuvalet ve kanalizasyon sistemi gibi enfeksiyon hastalıklarını önleyen altyapı çalışmalarını da başlatan kişi demekti. Foseptik kuyusu nereye nasıl açılmalı, su nasıl mikroptan arındırılır gibi derslerimiz vardı.
 
Biz bu dersleri öğrenirken Hacettepe’nin rektörü aynı fakültede doçent, Ankara’nın rektörü Ankara Üniversitesinde asistan ve Gazi’nin rektörü de benim gibi öğrenciydi. Demem o ki bu eğitim anlayışı ile yetiştik hepimiz.
 
Her üç tıp fakültesi de bir yandan uluslararası düzeyde bilim üretilen, öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunun onlarca bilimsel makalesi olduğu, tıbbın en son ve en ileri araştırma ve tedavi yöntemlerinin kullanıldığı yerlerken aynı zamanda toplum hekimliği bölümleri çok güçlü olan ve Türkiye için dünya çapında doktor yetiştirmekle gurur duyan okullar.
 
Şimdi bu fakültelerin öğretim üyeleri olan bizleri ve fakat en çok bu üç rektörü bir sorumluluk bekliyor. Olasılıkla yalnızca yoksul ve Kürt oldukları için tutuklanan bu çocuklara karşı duymamız gereken bir sorumluluk. Biz bu çocukları ve diğer öğrencilerimizi çok ağır ama çok nitelikli tıp eğitimimizle ne/ kim olarak yetiştirmek istiyoruz? Onların doktor olduktan sonra ne yapmalarını bekliyoruz?
 
Doktor olup bu ülkenin insanlarının ıstırabını dindirme ustaları olmalarını ve bu amaçla ıstıraba neden olan tüm şartlarla mücadele eden hekimler olmalarını mı umuyoruz?
5 Aralık Çarşamba sabahı en azından benim gözlerim her üç yönetici meslektaşımı çocuklarına sahip çıktıklarını görmek için Ankara Adliyesi’nin önünde arayacak. Göremezsem rektör olmaktan amaçlarının daha nitelikli, ülkesini ve tüm insanlığı seven, insan için hekimler yetiştirmek olmadığını anlayacağım. Tamam burulur içim ama doktorluğun insanlık için yapılan bir zanaat olduğu inancımı yitirmem. Hepimiz öyle yetişmemişiz ne yapalım derim.    

Etiketler: yaşam
nefret